Sübhânallâhi ve bi-hamdihî Sübhânallâhi’l-azîm Zikrinin Fazileti ve Önemi

Sübhânallah ne demek? Sübhânallâhi ve bi-hamdihî, Sübhânallâhi’l-azîm zikrinin fazileti ve önemi nedir?

Sahîh-i Müslim’de Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- rivâyetiyle, Server-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

“İki kelime vardır ki; lisanda hafif, terazide ağır, Allah Teâlâ’nın yanında çok sevgilidir. Bu iki kelime; «Sübhânallâhi ve bi-hamdihî, Sübhânallâhi’l-azîm»dir.”

Bu iki kelimeyi her mü’min her zaman söylemeli ve mânâlarını kalbinde saklamalıdır. Çünkü bu iki kelimenin içinde mübârek ilimler ve derin mânâlar vardır.

«Sübhânallah» demek; “Ey Allâh’ım! Sen bütün ayıplardan ve bütün noksan sıfatlardan münezzehsin, berîsin. Sen’de hiçbir ayıp, kusur ve noksanlık yoktur. Bozuk inançlardan ve itikādı bozuk olanların itikādından Sana sığınırım.” demektir.

«Ve bihamdihî» demekle; dünyadaki bütün mahlûkata bütün nimetleri yaratıp gönderen Allah Teâlâ’nın, noksan sıfatlardan berî olduğu gibi, bütün kâmil ve olgun sıfatlarla muttasıf olduğu söylenmiş olur.

Mîzânın her bir kefesi gökyüzü kadar büyüktür. Keremi, ihsanı bol olan Allah Teâlâ; bu kadar büyük bir mîzan kefesini dolduracak kadar sevap vermeyi va‘detmiştir.

BUNU DOLDURMAYA KİMİN GÜCÜ YETER?

Nitekim, rivâyet olunur ki; Şuayb -aleyhisselâm- bir münâcâtında, Allah Teâlâ’dan kendisine mîzânı göstermesini niyaz etti. Allah Teâlâ da gösterdi. Şuayb -aleyhisselâm- mîzânın büyüklüğünü görünce;

“–Yâ Rabbi! Bunu doldurmaya kimin gücü yeter?” dedi.

Kerîm ve Rahîm olan Rabbi’l-Âlemîn;

“–Yâ Şuayb! Kulumun bir kerecik; «Sübhânallâhi ve bi-hamdihî» demesi ile sevap kefesini ağzına kadar doldururum.” buyurdu.

Ey kardeş! Samimiyetle dilini zikirle meşgul et… Mîzânını sevaplarla doldur…

Yine Sahîh-i Müslim’de, Sultânü’l-enbiyâ -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in zevcelerinden Cüveyriye -radıyallâhu anhâ- anlatır:

Peygamber -aleyhisselâm- bir gün sabah namazını kıldıktan sonra, erkenden evden çıktı. Kuşluk vakti tekrar eve döndü. Dönünce;

“–Yanından ayrıldığımdan beri hep burada oturup zikirle mi meşgul oldun?” diye sordu. O da;

“–Evet.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber -aleyhisselâm- şöyle buyurdu:

“–Senin yanından ayrıldıktan sonra üç defa söylediğim şu dört cümle, senin sabahtan beri söylediğin zikirlerle tartılacak olsa, sevap bakımından onlara eşit olur: Sübhânallâhi ve bi-hamdihî adede halkihî ve rızâ nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtihî:

Yarattıkları sayısınca, kendisinin hoşnut olduğunca, Arş’ının ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince ben Allâh’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim.” (Müslim, Zikir, 79)

Şimdi, müslümanların bu tesbîhi dillerinden düşürmeyip çok sevap kazanmaları lâzımdır.

Ey kardeş! Sakın bu fırsatı kaçırma ve şeytana mağlûp olma!..

Siz Her Gün Bin Sevap Kazanmaktan Âciz misiniz?

Ne fırsatlar var. İşte bir başka fırsat:

Sa‘d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu teâlâ anh- anlatır:

Hazret-i Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyorduk. Buyurdular ki:

“–Siz her gün bin sevap kazanmaktan âciz misiniz?”

Bir kimse sordu:

“–Yâ Rasûlâllah! Bin sevap nasıl kazanılır?”

Buyurdular ki:

“–Yüz kere «Sübhânallah» diyene bin sevap yazılır. Yahut bin günahı affolunur.” (Müslim, Zikir, 37)

Müjdeler olsun o mü’mine ki; her gün, her gece Allah Teâlâ’yı zikreder. Allâh’ı zikretmenin, O’nu tâzim için kıyâm etmenin kıymetini ifade sadedinde şu temsili anlatırlar:

İBRETLİK KISSA

Gölgesi ağaca demiş ki:

“–Biz ikimiz arkadaşız. Beraber dünyaya geldik, beraber büyüdük. Daima güneşle aramızda perde olup, onun yüzünü görmeme mâni olmak sana yakışır mı? Ne zaman ki, güneş benim tarafıma meyletse, sen aramıza giriyorsun. Niçin böyle yapıyorsun?”

Ağaç da demiş ki:

“–Hâşâ, ben sana mâni değilim. Benim güneşi görmem, gece ve gündüz ayakta olup Allah Teâlâ’yı zikretmem sebebiyledir. Sen ise daima yan gelip yatarsın. Bu hâlinle güneşi nasıl görürsün?”

Ey kardeş! Gözünü aç. Hak Teâlâ’nın kudreti her şeyde görülüyor. Dilini ve kulağını kötü şeylerden koru ki, Allah Teâlâ’ya yakın olasın.

Sahîh-i Müslim’de Ebû Zer -radıyallâhu anh-’tan rivâyet olunur. Rasûlullah Efendimiz buyurmuşlar ki:

“Her birinizin her bir eklemi (ve kemiği) için bir sadaka gerekir. Binâenaleyh her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rekât namaz bütün bunları karşılar.” (Müslim, Müsâfirîn, 84)

Âdem -aleyhisselâm- dedi ki:

“–Yâ Rabbî! Benim çalışıp kazanmak ile meşgul olmamı irade ettin. Öyleyse bana bir kelime öğret ki, bütün hamdleri içine alsın ve bütün tesbihlerin yerini tutsun.”

Hak Teâlâ vahiy gönderdi:

“Yâ Âdem! Sabah ve akşam üç kere şunu söyle:

Elhamdülillâhi Rabbi’l-Âlemîn. Hamden yüvâfî niamehû ve yükâfî mezîdeh.”

Bu söz bütün hamdleri ve tesbihleri şâmildir.

Şeyh Yahya bin Muâz-ı Râzî -rahmetullâhi aleyh- münâcâtında şöyle yakarıyordu:

“Yâ Rabbî! Bütün ibâdetleri yapsam, karşılığında hiçbir sevap vermesen ağzımı açıp bir şey diyemem!

Yâ Rabbî! Kıyâmet günü, günahlarımdan sual edersen; «Rahmet hazinelerin nerededir?» derim.

Eğer beni yabancılarla birlikte cehenneme koyarsan, orada Sen’in muhabbetinden söz ederim.”

Şeyh Yahya Hazretleri bu şekilde münâcâtını bitirince bir ses duydu:

“Ey Yahya! Hak celle ve alâ, dostlarını düşmanlarından ayırır. Onları müşâhede-i cemal ile şereflendirir.”

Derhâl evden çıkıp şehre vardı ve feryâda başladı:

“Ne kadar günahkâr isem de, O’nun rahmetinden ümitsiz değilim. Ben O’nu dost tutarım. O beni dost tutar.”

Naklederler ki; fâsık ve fâcir bir kimse, bir gün hasta oldu. Öleceğinin yaklaştığını anladı. Amel defterinde bir iyilik göremeyip hep günahlarla dolu olduğunu müşâhede etti.

Cân u gönülden bir; «Âh!» etti ve dedi ki:

Bir günâh etse kişi bin bir gün âh etmek gerek,
Bin günâhım var, İlâhî, bir gün âhım yok benim…

Ey dünyanın ve âhiretin sahibi! Affet şu fakir kulunu ki ne dünyası vardır, ne âhireti…”

Bu şekilde can verdi. Akşam oldu. Basra sakinleri rüyalarında gördüler ki, filân yerde bir velî vefat etti. Kim onun cenâze namazını kılarsa, bütün günahları affolup, cümle ibâdetleri kabul olur. (Altıparmak Tarihi)

Merhamet et bize yâ Rabbi, o gün,
Günahlarımıza bakma yâ Rabbî!
Îmân ehline Sen; «Dostum!» diyorsun. (el-Bakara, 257)
Dostlarını nârda yakma yâ Rabbî! (Gülzâr-ı İrfan)

Kaynak: İrfan ÖZTÜRK, Altınoluk Dergisi, 19 Kasım 2013

İslam ve İhsan

SÜBHANALLAHİ VE BİHAMDİHİ SÜBHANALLAHİL AZİM

Sübhanallahi ve Bihamdihi Sübhanallahil Azim

EN FAZİLETLİ ZİKİRLER

En Faziletli Zikirler

ZİKİR HAKKINDA ÂYET VE HADİSLER

Zikir Hakkında Âyet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.