Sudan Tarihi

Tarih boyunca istilalara uğrayan Sudan, bağımsızlığını kazandıktan sonra da iç savaşlar, katliamlar ve askeri darbelerle boğuştu. Sudan, 9 Temmuz 2011’de Güney Sudan’ın bağımsız olmasından sonra yeni sorunlarla karşı karşıya...

Sudan, sahip olduğu zenginlikler nedeniyle tarihi boyunca dış kuvvetlerin müdahaleleri ile karşılaştı.

SUDAN NERESİ?

“Sudan” denirken kastedilen alan bugünkü Sudan’ın topraklarından çok geniş bir alan. Araplar Afrika’ya girdikten sonra zencilerin yaşadığı ve Kızıldeniz kıyılarından başlayarak Batı Afrika’ya kadar uzanan geniş bir alana “Biladu’s-Sudan (Siyahlar Ülkesi)” adını vermişlerdi. Daha sonra “Bilad” kelimesi atılarak bu bölgeye sadece Sudan denildi. Bugünkü Sudan ise “Doğu Sudan” denilen bölge.

SUDAN KÜLTÜRÜ

Sudan’ın kuzeyinde Araplar ve Nubianlılar, güneyinde ise Nilotikler, Sudanlılar ve Zenciler yaşıyor. Sudan, hem Afrika ve hem de Ortadoğu adetlerinin, dillerinin ve kültürlerinin karıştığı bir ülke.

SUDAN MÜSLÜMAN MI?

Sudan’ın büyük çoğunluğu Müslüman. Resmi dili Arapça olan ülkede Nübyece, Beja, Fur, Nuban, Ingessana gibi diller de konuşuluyor. Sudan’da temel eğitim Kur’an-ı Kerim öğreten okullarla yapılıyor.

SUDAN’DA İSLAMİYET NASIL YAYILDI?

Mısır’ın 639’da Amr ibnu’l-As tarafından fethedilmesinden sonra bu ülkeye yerleşen Müslümanlar kısa süre sonra ticaret için Sudan pazarlarına gitmeye başladı. Sudanlılar da İslam’ı ilk olarak bu tüccarlar sayesinde tanıdı. Mısır’a yerleşen Müslümanlar 7. yüzyılın ortalarından itibaren Sudan’ı ele geçirmek için birtakım askeri hareketler gerçekleştirdi. 1172’de Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi Turan Şah, 1260’ta da Baybars, bugünkü Sudan topraklarına birer sefer düzenledi. Bu seferlerden sonra buralarda İslam daha da güçlenmeye başladı. 1517’de Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethetmesi Sudan’da etkisini gösterdi. Ancak aynı dönemde Sudan'da varlığını sürdüren Func Devleti da güneye doğru kayarak varlığını sürdürdü.

MÜSLÜMANLARI RAHATSIZ EDEN SİYASET

Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1821’de Func Devleti’nin üzerine ordu göndererek Sudan topraklarını ele geçirdi. Ancak Mehmet Ali Paşa, Sudan’da halkı hiç memnun etmeyen bir siyaset güttü. Mehmet Ali Paşa, Sudan’ı fetheden İsmail Paşayı görevden alarak yerine kendi oğlunu geçirdi. O da birtakım siyasi hesaplarla Fransız ve İngilizlerle işbirliği yaptı ve bazı eyaletlerin valiliklerine onların adamlarını getirdi. Bu durum Müslüman halkı rahatsız etti.

ENSAR HAREKETİ

Muhammed Ahmed el-Mehdi 1881’de bir hareket başlattı. Mehdi, etrafında topladığı kuvvete “ensar”, hareketine de “ensar hareketi” adını veriyordu. Ensar hareketi gösterdiği başarılarla hakimiyetine aldığı topraklar üzerinde ayrı bir yönetim kurdu. Mehdi, 22 Ocak 1885’te öldü ve yerine geçen oğlu Abdullah bin Muhammed, Omdurman’da Herbert Kitchner adlı İngiliz generalin komutasındaki Mısır kuvvetlerine yenildi. Daha sonra İngiliz güçler, Mısır’daki yönetimin yanlış uygulamalarını düzeltmeyi amaçladıklarını ileri sürerek 1899’da Sudan’a girdi. İngilizler ilk iş olarak Muhammed Ahmet Mehdi’nin başlattığı hareketi tümüyle dağıttılar.

SUDAN NE ZAMAN BAĞIMSIZ OLDU?

1920’lerin başlarındaki isyan hareketleri başta İngiliz yönetimini sarsar gibi olduysa da ilerleyen bir kaç yılda bastırıldılar ve Sudan 1 Ocak 1956’da bağımsızlığını elde edinceye kadar İngiliz işgalinde kaldı.

Bağımsızlğını kazandığı 1956’dan sonra ise sürekli askeri darbeler ve iç savaşla boğuşan ülke, yaşanan soykırımlar ve katliamlarla dünya gündemine geldi. On yıllardır ülkenin güneyinde yaşayan azınlıktaki Afrika kökenli Hristiyanlarla Arap asıllı Müslüman çoğunluk arasında yaşanan iç savaşa, son yıllarda Darfur’da yaşanan insanlık dramları eklendi.

SUDAN İKİYE BÖLÜNDÜ

Sudan, bağımsızlığını kazandıktan sonra hükümet destekli gruplarla, emperyalist güçlerin desteklediği ayrılıkçı Sudan Özgürlük Hareketi (Haraka Tahrir Sudan) denen asiler arasındaki çatışmalara sahne oldu. Ülke, Birleşmiş Milletler’in (BM) müdahalesine maruz kaldı. Sudan’daki iç savaş 9 Temmuz 2011’de ülkenin ikiye bölünmesiyle sonuçlandı.

Kaynak: Ajanslar

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.