Sufilerden Günümüz İnsanına Mesajlar
İslam maneviyatı demek olan tasavvuf bugün düne göre daha bir ihtiyaç haline gelmiştir. Zira sufilerin ilk hedefi insanı dünya sevgisi ve ona olan esaretten kurtarmak, dünyayı kalbimizden çıkarmaya vasıta olmaktır. İnsana yaratılış gayesini hatırlatmaktır. Maddenin esareti altında bunalmış gönüllere, sufilerden günümüz insanına mesajlar...
Son birkaç yüzyılda teknoloji hızla ilerlemiş, insan aya ulaşmış, yapılması imkânsız görünen nice işler mümkün hale gelmiştir. İnsanlığın maddi sahada gösterdiği bu başarılar dine soğuk bakan çevreleri cesaretlendirmiş, bu kesimler maddeyi her şey olarak görmüşler, dini ve mâneviyatı insan hayatının dışına atmaya kalkışmışlardır. Bu dünyanın tek mânâsı harcamak, tüketmek ve eğlenmektir. Teknoloji adeta bir din gibi kabul görmeye başlamış, bilim adamları ve filozoflar da sanki zamanın peygamberi edasıyla ahkâm kesmişlerdir. Hayatın gerçek mânâsı unutulmuş, insan maddeye hükmedeceğine ona esir olmuştur. Ne var ki maddeci ve rasyonalist anlayışlar insana mutluluk verememiş, aksine insanlar tarihte görülmediği kadar kaygı, korku ve yalnızlık içine düşmüştür. Maddi konfor arttıkça manevi boşluk büyümüş, tabi olarak insanlar bu batıl felsefelerden tekrar maneviyata dönmek istemiştir. Ne var ki madde yorgunu bu insanlar gerçek hak dine dönmek yerine çareyi uzak doğunun mistiklerinde aramaya başlamıştır. Böylece bir aşırılıktan başka bir aşırılığa savrulmuştur. Batı’da ve dünya genelinde görülen bu gidişat ülkemizde de benzer bir şekilde tezahür etmiştir.
Bu arka planı göz önüne aldığımızda İslam maneviyatı demek olan tasavvuf bugün düne göre daha bir ihtiyaç haline gelmiştir. Zira sufilerin ilk hedefi insanı dünya sevgisi ve ona olan esaretten kurtarmak, dünyayı kalbimizden çıkarmaya vasıta olmaktır. İnsana yaratılış gayesini hatırlatmaktır. Sufilere göre insanın bu dünyaya gelmesinin amacı gerçek hürriyete kavuşması ve sadece rabbine kul olmasıdır.
Mevlana Hazretleri maddenin esareti altında bunalmış gönüllere şu çağrıyı yapar:
- “Dünya bağını kopar, maddeye olan bağlılıktan kendini kurtar da, hür ol, ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın? Denizi, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su...” (Mesnevi, c.I, 19-20)
Sufilerin modern dünyaya başka bir çağrısı da tüm ilişkilerimizin merkezine sevgiyi ve merhameti koymaktır. Kapitalist hayat tarzı ilişkilerimizde sevgiyi ve merhameti söküp çıkarmış bunların yerine menfaati koymuştur. Hâlbuki sufiler öncelikle Yaratanı, O’nun hatırı için de mahlukatı sevmiştir. Tasavvufu insanların hayatından çıkarmayı kendilerine misyon edinmiş bazı Arap ülkeleri bu gayretlerinde nispeten başarılı olmuş ama onlar da yaptıkları bu işten pişman olmuştur. Zira dini sadece zahiri mânâsı ile yaşayan, ruhaniyetini unutan Vehhabilik ve Selefilik (gerçek selef-i salih kastımız değildir) gibi hareketler Işıd gibi merhametsiz ve sevgisiz grupları doğurmuş, bu insanların merhametsizliği insanlığı İslam’dan soğutmuştur. Bu tür sevgi yoksunu dini hareketler en çok İslam düşmanı ülkeleri sevindirmiştir. Ne acıdır ki İslam hilafeti kuracağını iddia eden bu gafiller güruhu Müslümanlara karşı dahi kalplerinde sevgi bulamamış, en ufak bir bahaneyle Müslüman öldürmekten adeta zevk duymuşlardır. İşte ümmetin bu dar zamanında sufilerin muhabbetullah ve insan sevgisi imdadımıza yetişecektir.
Mevlana’nın sevgi ile ilgili şu sözleri adeta zamane insanına bir manifesto gibidir:
- “Sevgiyle acılar tatlılaşır, sevgiyle dertler şifa bulur. Sevgiyle ölüler dirilir. Sevgiyle padişahlar kul olur. Barış dalgaları kalplerden kinleri atar, savaş dalgaları ise sevgileri altüst eder. Kin ve nefret gelince göze yüz perde iner, marifetler görünmez olur.”
Sufiler için manevi terbiye ancak sevgi ve rahmet ile gerçekleşir, ki bugün modern eğitim sistemleri de bu iki prensibi koymuşlardır. İmam Rabbani bir müridine yazdığı mektupta tasavvufi terbiyenin ana merkezinin sevgi olduğunu şöyle ifade eder:
- “(Manevi gelişimin) bir şartı var; şeyh ile mürit arasında muhabbet bağı kopmamalı aksine gün geçtikçe daha da güçlenmelidir. Çünkü bizim (müritler ile olan) irtibatımız sevgi ve muhabbet üzerine kurulmuştur.” (Mektubat, II, 260. Mektup)
Sufilerin modern insana başka bir çağrısı; gönlü merkeze koyması, ruhunu ihmal etmemesidir. Bugün modern psikoloji sufilerin ortaya koyduğu ruhu önceleme prensibini “ruhsal zekâ” ismiyle daha yeni gündemimize getirmiştir. Önceleri sadece IQ varken, daha sonra duygusal zekâ son olarak da ruhsal zekâ keşfedilmiştir. IQ insanın bilgi ve hafızasını yönetmesi, gerektiğinde bu bilgileri hızlıca ve yerinde kullanmasıdır. Daha çok beynin fonksiyonudur. Duygusal zekâ ise insanın duygularını kontrol etmesi, duygularının farkında olmasıdır. Son zamanlarda ise psikologlar ruhsal zekâyı insanın ruhunu geliştirmesini, ulaşabileceği en yüksek tekamül seviyesine ulaşması gerektiğini dillendirmeye başlamışlardır. Kişisel gelişim, kendini gerçekleştirme şeklinde isimlendirilen bu hal gerçekleştirildiğinde insan tüm diğer zekâ türlerini de en etkili şekilde kullanmaktadır. Bunun aksine ruhsal zekâsını geliştirmeyenler diğer zekâ türlerini başkalarının kötülüğüne hatta kendisinin dahi aleyhine kullanabilmektedir. Sufiler öteden beri insandaki ruh potansiyelini uyandırma ve geliştirme ile meşguldür. Bu sebepledir ki bugün başta Mevlana olmak üzere, İmam Gazali, İbn Arabi gibi sufilerin eserleri Batı âleminde fazlaca okunmakta ve kişisel gelişim kitaplarında sufilerin sözleri sıkça yer almaktadır. Günümüzün en revaçta olan ilimlerinden olan psikoloji sahasında sufi büyüklerinin sözlerinin sıkça kullanılması, tasavvufun günümüz için son derece güncel olduğunu gösterir. Zira ruhun kuralları evrensel ve zaman üstüdür. Mesela Mevlana günümüzün en yaygın rahatsızlığı olan kaygı ve stresle baş etme hususundaki tavsiyesi dün olduğu gibi bugün de geçerlidir:
- Ansızın hiç beklenmeyen kötü bir iş, bir belâ gelip çatınca aklını başına al da, yeise düşme, cesur ol, iyiye yormaya çalış. Başkalarının o belalı işin korkusundan benizleri sararsa bile, sen kâr zamanında da, zarar zamanında da gül gibi gül. Dikkatle bak, gör ki: Gülün yapraklarını bir bir koparsan da, o yine gülmeyi bırakmaz, yapraklarının da rengi solmaz. (Mesnevi, III, 3256-58)
Günümüz insanı negatif düşünceye son derece alışmıştır. Olayları kötüye yorma, ilahi takdire razı olmama neticesinde insanımızın kaygı ve fobileri tarihte görülmediği kadar artmıştır. Hâlbuki insan başına gelen musibetlerin olgunlaştırıcı tarafını veya ahirette alacağı sevabı düşünse belanın altında kalmaz, onun üstüne çıkar. Nitekim biricik oğlu vefat ettiğinde Aziz Mahmut Hüdayi hazretleri:
“Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var...
diyerek pek çok insanın psikolojik krizlere girdiği bir ortamda yüce bir teslimiyet örneği göstermiştir. Bu mânâda sufiler, İslam ahlâkını sadece teorik planda bırakmamış, öncelikle kendi nefislerinde uygulayarak tüm insanlığı örnek olmuşlardır. Rabbimizden niyazımız bizlere İslam’ın ince yaşantışı olan gerçek sufiliği yaşamayı nasip etmesi, başkalarına ibret değil örnek olmayı nasip etmesidir. Amin.
Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi 2019 Aralık, Sayı:406
YORUMLAR