Şükrün İman İle Çok Sıkı Bir Bağı Vardır
Şükür, Allah Teâlâ’dan gelen nimetleri bilmek, O’na olan minnettarlığımızı ifade etmek, bu nimetlere söz ve fiille mukabelede bulunmak ve O’nun emirlerine itaat edip günahlardan uzak durmak sûretiyle nimetin gereğini yapmaktır. Şükrün iman ile çok sıkı bir bağı vardır. Şükür, insandaki îmân ve itaatin bir göstergesidir.
Şükür, Allah Teâlâ’dan gelen nimetleri bilmek, O’na olan minnettarlığımızı ifade etmek, bu nimetlere söz ve fiille mukabelede bulunmak ve O’nun emirlerine itaat edip günahlardan uzak durmak sûretiyle nimetin gereğini yapmaktır.[1] Şükür; ilim, hâl ve amelden teşekkül eder. İlim, hâli; hâl de ameli meydana getirir. İlim, nimetin kimden olduğunu bilmek; hâl, nimet sebebiyle duyulan neşe ve sürûr; amel ise nimet sahibinin istediği şeyleri yerine getirmektir. İnsanlara karşı duyulan minnettarlığa “teşekkür” denir. Şükrün zıddı “küfrân-ı nimet: Nimeti inkâr etmek ve örtmek, görmezden gelmek”, diğer bir ifadeyle “nankörlük”tür. “Hamd”, şükürden daha geniş bir mânâ ifade eder. Zira bir kişi hem iyilikleri hem güzel vasıfları sebebiyle övülür. Şükür ile teşekkür ise sadece iyiliklere karşı edilir.[2]
Allah Teâlâ kullarına lütfettiği nimetlerin anılmasını, bilhassa iman ve ilim nimetlerinin tebliğ edilerek[3] onlara şükredilmesini ister. Zira şükür kul olmamızın bir îcâbıdır. Allah Teâla kullarına şükrü şöyle emreder:
“Siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin!” (el-Bakara 2/152)
“Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (en-Nahl 16/78)
“Artık, Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yeyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.” (en-Nahl 16/114)
“Hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol!” (ez-Zümer 39/66)
Şükür bir kulluk borcudur. Bazı âyetlerde Allah’ın lutufları sayılarak, “hâlâ şükretmeyecekler mi?”, “…fakat insanların çoğu şükretmezler”, “ne kadar az şükrediyorsunuz!” buyrularak bu kulluk vazifesini îfâ etmeyenler îkâz edilir.[4] Zira kullar şükür imtihanındadırlar. Allah’ın kullarına lûtfettiği maddî ve mânevî pek çok nimetleri vardır.[5] Bunlardan, muhtelif hatalarına rağmen Allah’ın onları mağfiret etmesi,[6] onlara yardım etmesi,[7] kurtarıcı âyetler göndermesi,[8] duyu ve idrak kâbiliyeti vermesi[9] gibi nimetler zikredildikten sonra, “umulur ki şükredersiniz” buyrularak nimetlerin şükür konusunda bir imtihan vâsıtası olduğuna dikkat çekilir.
ŞÜKRÜN İMAN İLE ÇOK SIKI BİR BAĞI VARDIR
Şükrün iman ile çok sıkı bir bağı vardır. Şükür, insandaki îmân ve itaatin bir göstergesidir. Bu sebeple Allah’a en çok şükreden kullar peygamberler olmuştur.[10] Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (el-Bakara 2/172. Krş. Yûnus 10/22-23)
“Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.” (el-İnsân 76/2-3)
Allah Teâla kullarının nâil oldukları nimetlere şükretmelerinden râzı olur, bu sebeple onları mükâfatlandırır ve onlara azab etmez.[11]
Şükür insan için bu kadar mühim olduğu için şeytanın ilk hedefi de insanı şükürden alıkoymaktır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.” (el-Aʻrâf 7/16-17)
Maalesef şeytan bu sözünde başarılı olmuş görünmektedir. Zira insanlar arasında şükürsüzlük yayılmıştır. Yüce Mevlâmız şöyle buyurur:
“…Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.” (Sebe’ 34/13)
Ancak şunu bilmelidir ki şükrün faydası insanın kendisinedir. Bunu en güzel şekilde ifade eden bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur: “Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” (en-Neml 27/40; Lokmân 31/12)
Bir kul şükretmediğinde bunun Allah’a bir zararı olmadığı gibi şükrettiğinde de O’na faydası olmaz. Fayda da zarar da kula âittir. Şükrederse kendisi kazanır, Allah’a olan minnet borcunu öder ve Allah’ın ona olan nimetleri artar. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Hani Rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” (İbrâhîm 14/7)
Âyetten anlaşıldığına göre şükür, insan üzerindeki maddî-mânevî bütün nimetleri artırır. Zira çevremize baktığımızda şükür ehlinin daha fazla nimete nâil olduğunu müşâhade ederiz. Mânevî nimetlerin zirvesi ise Allah muhabbetidir. Allah Teâlâ’nın çeşit çeşit nimetlerine nâil olan bir kul devamlı O’nun rahmeti ve cömertliği üzerinde tefekkür eder. Kâinata ibret nazarıyla bakarak Rabbinin varlığının ve azametinin delillerini görür.[12] Bu minval üzere devam ettikçe Allah’a olan muhabbeti ve hayranlığı artar. Daha sonra bir kademe daha ileri giderek nimetten ziyade onun sahibiyle meşgul olmaya başlar, himmeti yükselir, alâka ve muhabbetini O’na yöneltir. Şükür sayesinde mânen zenginler ve yükselir. Ebû Bekir eş-Şiblî bu hâle işaretle şöyle der: “Şükür nimeti değil nimeti vereni görmektir.”[13]
Şükretmeyen bir kimse ise azâba uğrar. İmana ve şükre sarılan insanların ilâhî azaptan kurtulduğunu ifade eden âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size niçin azap etsin? Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.” (en-Nisâ 4/147)
İnsanlar birbirlerine de teşekkür etmelidirler. Bir Müslüman öncelikle anne babasına, sonra da kendisine iyilik eden diğer insanlara teşekkür etmelidir.[14] Ahmed bin Hanbel’in şu sözü, iyilik eden birine teşekkür etmenin ve kadir kıymet bilmenin en güzel örneklerinden biridir:
“Kırk yıl boyunca kıldığım her namazdan sonra Şâfiî için dua ettim. Zira bende gördüğünüz bu ilimlerin çoğunluğu Şâfiî’den gelmektedir.”[15]
Dipnotlar:
[1] Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, “şkr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “şkr” md.; Fahreddin er-Râzî, 19: 86.
[2] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî ğarîbi’l-hadîs, 2: 493; Mustafa Çağrıcı, “Şükür”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sukur (07.02.2019).
[3] ed-Duhâ 93/11.
[4] Meselâ bkz. el-A‘râf 7/10; en-Neml 27/73; Yâ-sîn 36/35, 73; el-Mülk 67/23.
[5] Meselâ bkz. el-Mâide 5/6; en-Nahl 16/14; el-Hac 22/36.
[6] el-Bakara 2/52.
[7] el-Enfâl 8/26.
[8] el-Mâide 5/89.
[9] en-Nahl 16/78; el-Mü’minûn 23/78; es-Secde 32/9.
[10] İbrâhîm 14/37; en-Nahl 16/120-122; el-İsrâ 17/3; en-Neml 27/19.
[11] Âl-i İmrân 3/144-145; en-Nisâ 4/147; ez-Zümer 39/7; el-Kamer 54/33-35.
[12] Lokmân 31/31.
[13] Kuşeyrî, er-Risâle, 2: 492.
[14] Lokmân 31/14; el-Ahkâf 46/15-16; el-İnsan 76/9.
[15] İbn Abdilberr, el-İntikâ, s. 76.
Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınlıar