Sükût Orucu Tutun
Oruçluyken yanlış hâl ve tavırlar içinde olanlara Rasûlullah (s.a.) Efendimiz’in pek çok îkazları bulunmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyrulur: “Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, Allah o kimsenin yemesini-içmesini bırakmasına kıymet vermez.” (Buhârî, Savm 8, Edeb 51)
Sahâbeden Ubeyd (r.a.) şöyle anlatır:
İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse gelerek dedi ki: “–Yâ Rasûlâllah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.
Allah Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar etti:
“–Yâ Nebiyyallah! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz: “–Çağır onları!” buyurdu.
Kadınlar geldiler. Efendimiz (s.a.), bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İçindekileri çıkar!” dedi. (Bu mücerred hâdise, Allâh’ın dilemesiyle müşahhas hâle geldi.) Kadın, kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerahat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca, o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) Efendimiz:
“–Bunlar, Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruçlu oldular; haram kıldığı şeylerle de oruçlarını açtılar. Birbirinin yanına oturup, insanların etlerini yemeye (yani gıybet etmeye) başladılar.” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Dolayısıyla orucu nefsânî zaaflarla zedelememek; bilhassa dili, dedikodu, gıybet, yalan, iftira ve mâlâyânî mevzulardan muhâfaza etmek, yani çirkin konuşmalara karşı dile de “sükût orucu” tutturabilmek îcâb eder.
Zira Rasûlullah (s.a.) Efendimiz: “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi, ya hayır söylesin ya da sussun!” buyurmuşlardır. (Buhârî, Edeb, 31, 85)
“EYVAH ORUCUMUZ BOZULDU!”
Büyük mürşid-i kâmillerden Abdullah Dehlevî Hazretleri, bulunduğu meclislerde lüzumsuz sözler sarf edilmesine müsâade etmezdi. Birisi gıybet etse, derhâl ona mânî olur ve:
“–O söylediğin söze ben daha lâyığım!” derdi.
Oruçlu olduğu bir gün, yanında bir şahsın gıybetini yaptılar. Hazret:
“–Eyvah, orucumuz bozuldu (ecri zâyî oldu)!” buyurdu.
Bir talebesi:
“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
“–Evet, biz gıybet etmedik ama dinledik. (Bu sebeple bize de gıybetin kasveti sirâyet etti.) Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.
Demek ki, oruçlu iken ağzımıza bir şey girmemesine dikkat etmemiz gerektiği gibi, ağzımızdan çıkan her söze de dikkat etmemiz îcâb eder. Dilimiz kalplere saplanan bir diken değil, rahmet lisânı olmalıdır.
HELÂLLER BİLE ASGÂRİ KULLANILIR
Oruç, bedenin şiddetle muhtaç olduğu fânî nîmetlerden el çekmek sûretinde gerçekleştiğinden; rûhu, nefsânî arzuların sıklet ve kasvetinden kurtarır. Dolayısıyla rûhun kuvvet bulmasına, duyguların ulvîleşmesine vesîle olur. Bu yönüyle oruç, müstesnâ bir nefis terbiyesi vesîlesidir. Zira oruçta helâller bile asgarîde kullanılır. Yani helâlde bile bir riyâzat hâli yaşanır. Oruç sâyesinde, -belli bir süreliğine de olsa- bâzı helâllerden dahî el çekmek, haram ve şüphelilere karşı daha güçlü bir şekilde mukâvemet edebilecek, sağlam bir irâdenin inşâsına vesîle olur.
Bu hakîkati Mevlânâ Hazretleri şöyle ifade buyurur:
“Oruç der ki: «–Allâh’ım! Bu mü’min kulun, Sen’in emrine itaat etmek için, helâl lokmayı bile yemedi; susuzken su içmedi. Bu mü’min, nasıl olur da harama el uzatabilir?!»”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 364. Sayı, Haziran 2016
YORUMLAR