Sultan Iı. Kılıçarslan ve Uçan Türk
Sultan II. Kılıçarslan'ın tahta yeni geçtiği dönemde Bizans'ın başkenti İstanbul'u ziyaretinde geçen hadise...
1155 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesut’un vefatı üzerine yerine oğlu Kılıç Arslan geçti. Musul Atabeyi Nureddin Zengi de dahil olmak üzere ülkenin bütün düşmanları, Selçukluların bu zayıf durumundan istifade etmek gayesiyle birleştiler. Sultan II. Kılıçarslan bu ittifakı dağıtmak zorundaydı. Aksi halde ülkesini koruması mümkün değildi. En azından Bizans’ın tarafsız kalmasını sağlamalıydı. Sultan, divan reisi olan Bizanslı Christofer’i İstanbul’a göndererek, İmparator Manuel’i ziyaret etmek istediğini bildirdi. Bu talebi Bizans tarafından kabul edilerek, Sultan’ın güvenliği konusunda teminat verildi.
Sultan Kılıçarslan, 1162 yılında müttefiki Emir-i Mirân Nusretüddin’i de yanına aldı ve 1000 civarında bir süvari birliği korumasında İstanbul’a hareket etti. Heyet İstanbul’a ulaştığında, Bizans imparatoru Macaristan üzerine düzenlediği seferden henüz dönmüştü.
Selçuklular Bizans tarafından, sanki dost ilişkiler içindeymişler, aralarında hiçbir düşmanlık yokmuşçasına sıcak bir ilgiyle karşılandı. Kılıçarslan şerefine İstanbul dışında büyük bir tören yapıldı. Sultan’ın rahat etmesi için gereken bütün gayret gösterildi. Hakan ve maiyyeti, İstanbul’un güneyindeki Büyük Saray’da gezdirilip, şereflerine at yarışları ve ateş gösterileri tertiplendi. Onurlarına büyük yemek ziyafetleri düzenlendi.
BU KADAR İLGİ DE NEYİN NESİ?
İstanbul’da kaldığı bir hafta süresince, Sultan’a her gün altın ve gümüş tabaklar içinde yemek gönderiliyor, bu kaplar sonradan kendisine hediye ediliyordu. Ayrıca imparator, sarayın bir salonuna, Sultan’a verilmek üzere birçok altın ve gümüş para, gümüş vazolar, altın kadehler, değerli mücevherler ve nadide kumaşlar yığdırdı.
Ziyaretin son günü İmparator, Sultanla aynı sofrada yemek yedi. Muhteşem yemeğin ardından sofradaki bütün altın ve gümüş takımlar yine Sultan Kılıçarslan’a hediye edildi. İmparator bununla da yetinmedi. Sultan’a refakat eden heyete, süvari birliği mensuplarını da ihmal etmeksizin çeşitli hediyeler takdim etti.
Bizans imparatoru bütün bu ikramları elbette karşılıksız yapmıyordu. İmzalanan saldırmazlık paktı şartlarına göre, Sultan birçok önemli şehir ve kaleyi Bizans’a bırakıyor, ayrıca gerektiğinde Bizans’a askeri yardımda bulunmayı, hatta emrine askeri kuvvet vermeyi bile kabul ediyordu.
HAYDİ ARTIK AÇ YELKENİ!
Sultan’ın, İstanbul’da kaldığı süre içinde ilgisini en çok çeken gösteri araba yarışlarıydı. Bunlardan birinde çok enteresan bir hadise meydana geldi. Sultan II. Kılıçarslan’la İmparator Manuel’in, baş başa yarış izledikleri bir sırada, meydandaki kulelerden birinin üzerine çıkan bir Türk, gür bir sesle hipodrom üzerinde uçacağını haykırdı. Halk şaşırmıştı. Herkes önce onun bir sihirbaz olduğunu zannetti. Fakat üzerindeki elbiselerden ve uzun süre orada beklemesinden sihirbaz olmadığı kanaatine vardılar. Bu Türk, Bizanslıların Sultan’a sergiledikleri gösterilere farklı bir cevap vermeyi düşünüyor, görülmemiş bir gösteri yaparak değişik bir marifet sergilemeyi planlıyordu.
Gösterici çok uzun, oldukça bol ve içine takılan çemberlerle şişirilmiş beyaz bir tulum giymişti. Kısacası paraşüte benzer bambaşka bir kıyafet içindeydi. Öne doğru eğilmiş, rüzgârın uçuş için uygun yönde esmesini bekliyordu. Herkes kendisinin kuleden atlamak istediğini anlamıştı. Bir süre hayret ve merak içinde bütün nefesler tutuldu. Fakat biraz sonra, aşağıdaki seyirci kalabalığı arasından yoğun tezahürat sesleri yükselmeye başladı. Bizanslılar hep bir ağızdan:
-Haydi uç! Haydi uç! Diye bağırıyorlardı.
Sabırsız çığlıklar giderek artıyor,
-Haydi artık, aç yelkeni! avazeleri meydanda dalga dalga yankılanıyordu.
İmparator, bir adamını göndererek uçmak isteyen Türk’ü bu niyetinden vazgeçirmeğe çalıştı. Ama faydasızdı, adam atlamakta kararlıydı.
Bizanslı seyirciler yarış izlemeyi bırakmış, gözler uçma gösterisi yapacak olan Türk’e çevrilmişti. O sırada halkın arasından kalın bir ses duyuldu:
-Bizi daha ne kadar bekleteceksin?
Bir başkası öfkeyle bağırdı:
-Yeter artık, atlayacaksan atla!
Gösterici bekliyordu, çünkü uçmasına yetecek kadar rüzgar yoktu.
İzleyiciler arasında bulunan Sultan, bir taraftan adamı için endişe ediyor, bir taraftan da gururlu bir beklenti içinde, işin sonucu görmek için sabırsızlanıyordu. Gösterici, kollarını bir kuşun kanatlarını çırpması gibi aşağı yukarı hareket ettirerek rüzgarın yeterli olup olmadığını bir defa daha ölçtü, rüzgar azdı. Fakat aşağıdan yükselen uğultular onu serseme çevirmişti.
Bütün hipodrom,
-Uç, uç, uç! haykırışlarıyla inliyordu.
Gösterici bu çılgınca tezahürata daha fazla dayanamadı. Kollarını bir iki defa aşağı yukarı salladıktan sonra kendisini boşluğa bıraktı. Ancak uçuş denemesi başarılı olmadı, olamadı. Cesur gösterici hipodromun pisti üzerine bir taş gibi düştü ve oracığa yığılıp kaldı, ölmüştü!
Sultan II. Kılıçarslan, hem bu cesur Türk’ün ölümünden, hem de Bizanslılar huzurunda yapılan bu uçuş denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasından büyük bir üzüntü duydu. Oysaki bu uçuş denemesini yapan Türk, gösterisini daha önce birçok defa denemiş ve hepsinde başarılı olmuştu. Burada Sultan’ın huzurunda, Bizanslılara karşı gösteri yaparak, ülkesinin itibarını arttırmak istemişti. Uçuş için yeterli rüzgârın olmayışı ve Bizans halkının atlayışın hemen gerçekleşmesi konusundaki sabırsızlığı genç Selçuklu’nun bu denemesini başarısız kılmıştı.
Görülüyor ki Türkler 17. Asırda, Osmanlılar zamanında değil, daha 12. asırda Selçuklular zamanında uçuş denemelerinde bulunmuşlardır. Bu olay, Türk ve Dünya Bilim Tarihi açısından son derece önemli bir olaydır.
HEZÂRFEN AHMED ÇELEBİ
Bilindiği gibi tarihimizdeki ilk uçuş denemesi, Osmanlı hükümdarı Sultan IV. Murat zamanında Hezârfen Ahmet Çelebi tarafından gerçekleştirilmişti.
Çeşitli fen ve sanatlardan anladığı için, “Bin fenli” anlamına gelen Hezarfen unvanıyla anılan Ahmed Çelebi, uçmayla ilgili denemelerini Okmeydanı’nda yaptı. Rüzgarın şiddetli olduğu bir sırada, “Kartal Kanatları” olarak nitelendirdiği aletleriyle defalarca uçtu. Daha sonra Galata Kulesi’nden lodosa karşı kanat açarak Boğaz’ı geçti, Üsküdar’ın Doğancılar meydanına indi. Bu olayı Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa köşkünden seyreden Sultan IV. Murat, Ahmed Çelebi’ye bir kese altın ihsan etti. Sonradan kendisini çekemeyen bazı kimselerin,
“Bu âdem pek havf edilecek ( korkulacak ) bir âdemdir. Her ne murat edince elinden gelir, böyle kimselerin bekası câiz değil “ diyerek, Hünkâr’ı korkutmaları üzerine, Cezâyir’e sürgüne gönderildi.
Çağdaş bir tarihçinin, ilgi çekmek amacıyla bazı tarihi olayları inkar etmesine rağmen; Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesi’nin I. cildinde bu olaydan uzun uzadıya bahseder. Olay, günümüz aerodinamik biliminin ışığı altında incelendiğinde, bu uçuşun hava akımlarından faydalanarak yükselip ilerleyebilen, yekpare kanatlarla havada kalıp süzülme esasına dayanan bir çeşit basit planör olabileceği tahmin edilmektedir.
Kaynak: Can Alpgüvenç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 215