Sünnet Nedir?

Altınoluk Yazarı İsmail Lütfi Çakan, derginin Ağustos sayısında ümmet-i Muhammed sünnet-i Muhammed ilişkisini anlatıyor.

SÜNNET NEDİR?

Ümmet sosyal bir yapı olduğuna göre, onu Yüce Yaratıcının iradesi istikâmetinde şekillendiren Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sözleri, fiilleri/davranışları ve onayları/takrirleri yani sünnetidir.

Daha açıkçası, Ümmet ve Sünnet kavramlarını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e izafe ederek söylersek, ümmet-i Muhammed, sünnet-i Muhammed ile inşa edilmiş sosyal bir gerçekliktir.

EN TEMEL SORUMLULUK

O halde ümmet için en temel sorumluluk, sünnetin gerek fert gerekse toplum hayatından hiçbir gerekçe ile dışlanmamasıdır. Çünkü ümmet ile sünnet, birbirinin yokluğunu kaldıramayacak iki “Peygamber mirası”dır. Her ikisinin temelinde ve merkezinde de Kur’an-ı Kerîm bulunmaktadır.

Bu sebeple konuya ait tartışmasız gerçeği, Ümmet-i Muhammed, Kur’an-ı Kerim ekseninde sünnet-i Muhammed ile inşa edilmiş sosyal bir yapı ve gerçekliktir, diye tanımlamamız mümkün ve isabetlidir.

Âişe radıyallahu anhâ der ki; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir şey yaptı ve onun yapılmasına ruhsat/izin verdi. Fakat bir grup müslüman onu işlemekten (hoşlanmadı ve) uzak durdu. Onların bu halleri Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştı. Bunun üzerine Allah’a hamd ettikten sonra şöyle buyurdu:

Bazılarına ne oluyor ki, benim bizzat işlediğim (ve yapılmasına ruhsat verdiğim) bir şeyi işlemekten (hoşlanmıyor ve) çekiniyorlar. Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ı onlardan daha iyi bilir ve Allah’a karşı onlardan çok daha fazla haşyet duyarım.” ( Buhârî, İ’tisam, 5; Edeb 72; Müslim, Fedâil 128; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 45, 181.)

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) ÜMMETİN ÖĞRETMENİDİR 

Ümmet olmanın gereklerini bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisi ashâb ve ümmetine öğretmiştir. Ashâb-ı Kirâm’ın hareket­lerini sıkı bir kontrol altında bulundurmuş, kendisine has yükümlülükler hariç, hiçbir gerekçe ile kendi yaşayış çizgisi dışına taşmalarına göz yummamıştır.

Amellerini az bularak, devamlı oruç tutmak, geceleri uyumadan ibadetle meşgul olmak ve eşleriyle ilişkide bulunmamak gibi zoraki ve aşırı birtakım tedbirlere başvurmayı kararlaştıran ve bu hare­ketlerine takva duygularını, ibadet düşkünlüklerini veya günahlarının çokluğunu gerekçe yapmak isteyen birkaç sahâbîyi haber alınca;

Sizin içinizde Allah’tan en çok korkanınız benim. Ama ben oruç tutarım, tutmam da. Geceleri ibadet ederim ama uyurum da. Kadınlarımla da görüşürüm. Kim benim sünnetimden yüz çevirir, yaşayışımın dışına taşarsa o benden değil­dir, benim yolumu terk etmiş demektir” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim Nikâh 5; Nesâî, Nikah 4; Dârimî Nikah 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 158; III. 241, 259, 285; V, 409) sözleriyle onları herkese örnek olacak şekilde ikaz ve irşat etmiş; esasen, Allah saygısının (takvâ) sünnet-i Muhammed’i takip etmek olduğuna ve dini, sünnet çerçevesinde yaşamanın gerektiğine işaret buyurmuştur.

O halde bu iki örnekten şu neticeyi çıkarmamız mümkündür: Sünnet-i Muhammed, İslâm’ı anlama ve yaşamada Ümmet-i Muhammed’in rehberi, güvencesi, yegâne örneği ve tek yoludur.

Bu sebepledir ki ne takvâ gerekçesiyle ne de ihmal ve tembellik dolayısıyla sünnet dışında yaşamaya kalkışmak, ümmet olmakla bağdaşmaz. Zira, “Peygamber, mü’minler için öz nefislerinden daha önde gelir.” (el-Ahzab (33), 6)

Onun hayatı, sözleri, tavsiyeleri, müjde ve uyarıları -kendisine yönelik sev­giye dayalı olarak- ümmet hayatında büyük bir hüsn-i kabulle karşılanmak durumundadır. Bu hüsn-i kabul, ona ait her şey için geçerlidir.

Daha açık ifade edecek olursak, Hz. Peygambere ve dolayısıyla sünnetine düşmanlık edenleri, dil uzatmaya yeltenenleri cevaplamak, bid’at ve bid’atçılarla mücadele etmek ve hasılı onun hayat ve hadisleri (siret ve sünneti)nin toplum içinde hâkim ve örnek olmasını temine çalışmak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bağlılığın gerekleri arasında yer almaktadır.

O'NUN SÜNNETİNİ DİKKATE ALMADAN MÜSLÜMAN OLUNMAZ

Binae­naleyh Peygamberi dışlayarak Müslüman olu­namayacağı gibi onun sünnetine rağmen veya sünnet’i dikkate almadan da Müslüman olunamaz.

Sünnet, Hz. Peygamberin ortaya koyduğu hayat modeli, İslâm’ın pratik örneği iken, onu mü’minler için örnek olmaktan çıkarmaya, din için delil olmaktan uzak tutmaya çalışan düşünce ve beyanlar, Peygam­ber’e rağmen veya Peygamber’siz bir Müslümanlık hayalinin ürünüdür. Halbuki Muhammed’siz bir İslâm düşünmek, hiç bir ümmet bireyinin işi olamaz ve asla hoşgörü ile karşılanamaz.

Şevketini, izzetini, anlamını, dünyasını - ukbâsını Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in nurlu yolu sünnette bulan, İslâm’ı sünnetteki yorumuyla kavrayan ve elin­den geldiğince de onu bu çerçevede yaşamaya çalışan Müslümanlar ken­dilerini, ümmet-sünnet ilişkisi açısından gerekli olan noktada görebilirler.

Dün olduğu gibi bugün de kimi­leri Hz. Peygamber’i dışlayıp âdeta peygamber olmaya kalkışırken, ki­mileri de Hz. Peygamber’den de ileride dindarlık arayışları içine gir­mekte, çarpık davranışlar sergilemektedir. Oysa ümmet fertlerinin, hem en önemli vazifesi hem de en tabiî hakkı olan kulluk görevlerini yerine getirebilmesi, Peygamber örneğine uygun davranmasına bağlıdır.

Bilindiği gibi ümmetin dini ve dünyayı değerlendirmekte tek ve gerçek önderi Hz. Peygamberdir. Nitekim Efendimiz yukarıda anlamlarını verdiğimiz hadis-i şeriflerinde, kendisine rağmen ve kendisinden daha ileri dindarlık düşünce ve uygulamalarına kesin olarak karşı çıkmış bulunmaktadır.

O halde ne dindarlık ne de tembellik gerekçesiyle Sünnet dışına taşmak hakkına ümmet fertlerinden hiç ama hiç kimse sahip değildir.

Öte yandan Hz. Peygamber’e rol biçmeye kalkmamak da ümmet-sünnet ilişkisinin farkında olmanın bir başka gereğidir. Bazen, “Bunu Peygamber söylemiş olamaz, eğer o söylemişse de ben bunu kabul etmem. Efendimiz böyle şey söylemez” gibi cahilce ya da ukalaca sözler sarf edilir. Böylesi sözler, Hz. Peygamber’i kendi akıl ve anlayışıyla sınırlamaya kalkmak, ümmet bilincinden uzak ve yoksun olmak ve en hafif deyimiyle haddini bilmemek olur.

O halde ümmet fertleri Müslümanlar için gerçek dindarlık, dini, sünnet-i Muhammed üzere yaşamaya çalışmakla mümkün olur. Bu da ümmet-i Muhammed ile sünnet-i Muhammed ilişkisinin hayatımıza kazandırdığı en temel kimlik ve en belirgin erdem demektir.

Kaynak: İsmail Lütfi Çakan / Altınoluk Dergisi, sayı; 345

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.