Sünneti Kabul Etmeyenlere Cevap

Sünneti hafife alanların, sünneti kabul etmeyenlerin ve hadis inkarcılarının gizli maksadının, dînin içinden ahkâmı çıkarmak olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki ayette: “O, hevâsından / arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (en-Necm, 3-4) buyuruyor.

Edille-i şer‘iyye yani dînimizin şer‘î delilleri 4’tür:

Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas…

Birinci şer‘î delil olan Kur’ân-ı Kerim’de, sayısız âyet-i kerîme; insanlara dînin hakikatini, ibâdetlerin tafsilâtını, haram ve helâlleri Hazret-i Peygamber’in beyan ve îlân edeceğini ifade etmektedir.

Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh-; 33 âyet-i kerîmede Allah ve Rasûlü’ne itaatin tekrarlandığını hatırlatarak, sünnetin dindeki yerini tebârüz ettirmiştir.

O HEVA VE HEVESİNDEN KONUŞMAZ

Efendimiz’in hadislerinin mânâsını şu âyet-i kerîmeler ne güzel ifade eder:

“O, hevâsından / arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (en-Necm, 3-4)

Bilhassa şu âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hakk’ın yanında Rasûlullâh’ın da dinde hüküm koyma salâhiyeti sarâhaten ifade buyurulmuştur:

“…Peygamber onlara; iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp O’na hürmet gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla birlikte gönderilen Nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (el-A‘râf, 157; ayr. bkz. et-Tevbe, 29)

KUR'AN VE SÜNNET BİRBİRİNDEN AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR

Kur’ân ve Sünnet, birbirinden ayrılamaz iki esastır.

Zira Kur’ân, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kalbine indirilmiştir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Muhakkak ki o (Kur’ân), Âlemlerin Rabbinin indirdiği (kelâm-ı ilâhî)dir. Onu, Rûhu’l-Emîn; uyarıcılardan olasın diye, apaçık bir Arapça ile Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 192-195)

Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın ilk ve tek salâhiyetli müfessiri de Peygamber Efendimiz’dir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“…İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye Sana bu Kur’ân’ı indirdik.” (en-Nahl, 44)

Nitekim; namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslâm’ın rüknü olan ibâdetlerin bütün tafsilâtı hadîs-i şeriflerde bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim; namaz vakitleri, rekâtları, namazın rükünleri ve namazı bozan şeyleri bildirmemiş, bunu tamamen Peygamberimiz’in sünnetine bırakmıştır.

Yine zekâtın hangi mallardan, hangi şartlarla ve hangi nisbetlerle verileceği Kur’ân’da yer almamaktadır. Bunları bize Peygamber Efendimiz bildirmiştir.

SÜNNETİ KABUL ETMEYENLERİN AMACI NEDİR?

Dolayısıyla;

Sünneti hafife alanların, gizli maksadının, dînin içinden ahkâmı çıkarmak olduğu anlaşılmaktadır.

Hâlbuki;

Sahâbenin de Sünnet-i Seniyye’yi aslî bir kaynak gördüğünde hiçbir şüphe yoktur. Şu şahâdet de bunun nice delilinden biridir:

“Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- aralarındaki problemi çözmesi için kendisine hasımlar (dâvâlılar) geldiği zaman önce Allâh’ın kitâbına bakar, hasımlar arasındaki meselenin çözümü ile alâkalı bir hüküm bulur ise onu tatbik ederdi…

Eğer Kur’ân’da bulamazsa mevzu ile alâkalı Peygamber Efendimiz’den öğrendiği bir sünnet var ise ona göre hükmederdi.

Burada da bulamazsa o zaman müslümanların yanına çıkarak;

“–Bana böyle böyle bir vak‘a geldi. Bu vak‘anın çözümüyle alâkalı Rasûlullâh’ın bir hüküm verdiğini hatırlayanınız var mı?” diye sorardı ve eğer sahâbe icmâ hâlinde Rasûlullâh’ın bir hükmünü zikrederse, Hazret-i Ebûbekir o zaman;

“–Allah’a hamd olsun ki içimizde Rasûlullah’tan ezberleyenleri bulunduruyor.” derdi.

Eğer Rasûlullah’ın sünnetinden de bir hüküm elde edemez ise insanların ileri gelenlerini toplar ve istişâre yapardı. Eğer toplu hâlde bir neticeye varılırsa ona göre hükmederdi.” (Dârimî, Sünen, 32-33)

Sünnetin dindeki yerini ispat eden bunca delil karşısında, hadis muârızları bu kez, hadislerin sağlam bir şekilde aktarılmadığına dair şüpheler uyandırmaya çalışmışlardır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Ocak Sayı: 155

İslam ve İhsan

SÜNNETİN KORUNMASIYLA İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Sünnetin Korunmasıyla İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.