Sünnetullah Nedir?

Sünnetullah ne demek? Sünnetullah kelimesinin anlamı nedir? İçinde sünnetullah ifadesinin geçtiği örnek cümleler...

Sünnetullâh: Allâh’ın sünneti, Allâh’ın koyduğu nizâm. Tabiat kânunu anlamlarına gelir.

SÜNNETULLAH KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Tevhîd mücâdelesi yolunda çetin imtihanlarla karşılaşmak, sünnetullâh îcâbıdır. Bütün peygamberler ve sâdık kullar, hep meşakkat çekmiş, eziyete mâruz kalmış, hattâ bir kısmı da bu uğurda şehîd edilmiştir. Bu sebeple bir müslümanın, meşakkat veya zorluklarla karşılaştığında ümitsizliğe kapılması doğru değildir. Bilâkis mü’minler, Allâh’ın emrini gerçekleştirme husûsunda zarar ve musîbetlere ne kadar çok tahammül gösterirlerse, Allâh’ın rızâsına ve muvaffakıyyete o nisbette çabuk nâil olacaklarını bilmelidirler.

*****

Evinden çıktıktan sonra Hazret-i Ebû Bekr’in hânesine gelen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o kabûl etmese de, kendisi için hazırlanan devenin parasını verdi. Biraz evvel müşriklerin ortasından onlara görünmeden geçen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmete numûne olacağı için bu defâ sünnetullâh îcâbı tedbirli hareket etti. Hazret-i Ebû Bekir’le berâber, evin arka tarafından çıktılar. Develeri birkaç gün daha burada kalacaktı.

*****

Allâh Rasûlü’nün emr-i şerîfini yerine getirmekte gösterilen ihmâl, bir anda savaşın kaderini değiştirmiş, ilâhî îkaz tecellîleriyle muzafferiyetin te’hîrine sebep olmuştur. Birkaç kişinin hatâsı, umûmun cezâlandırılmasıyla netîcelenmiş, hepsi birden sıkıntıya düşmüşlerdir. Zîrâ bu bir sünnetullâhtır. İçlerinde Allâh’ın Habîbi’nin bulunması bile bu âdetullâh’ı değiştirmemiştir.

Oysa ashâb-ı kirâm, Bedir’de Allâh Rasûlü’ne kayıtsız şartsız ittibâ hâlinde idi. Ve O’na:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz Sana inandık, Allâh’tan getirdiğin Kur’ân’ın hak olduğuna samîmiyetle îmân ettik ve Sana itaat ve ittibâ etmek üzere ahd ü mîsâk eyledik. Nasıl dilersen o sûrette hareket et, bize emret, biz Sen’inle berâberiz. Sen’i gönderen Allâh hakkı için Sen denize girersen, biz de Sen’inle berâber gireriz, hiçbirimiz geri kalmayız!..” (İbn-i Hişâm, II, 253-254) diyen ashâb, ilâhî bir heyecan şerâresinin zirvesinde idi.

*****

En mükemmel sûrette asr-ı saâdette tatbîk edilmiş olan tedrîcîlik prensibi, ilâhî bir merhamet tezâhürü olarak Cenâb-ı Hak tarafından konulmuş  on derece hikmetli bir sünnetullâhtır. Bu sünnet, İslâm’ı teblîğde her zaman için geçerli bir metod olduğu gibi, insan vâkıasının husûsiyetlerine de en muvâfık bir usûldür. Zîrâ İslâm’a evvelâ inançları düzeltmek sûretinde girilir. O safha hazmedildikten sonra sıra amellere gelir. Amelleri îfâ husûsunda ise beşer tâkatine göre bir tedrîce riâyet olunur. Bu durum sâdece İslâm’ın teblîği için değil, her türlü beşerî telkin ve yönlendirme için de geçerlidir. Bu sebeple Allâh’ın Âdem -aleyhisselâm- ile başlayan ilâhî teblîğâtında da -inanç hükümleri sâbit kalmakla berâber- sosyal
kâidelerde insanoğlunun tâkip ettiği gelişme seyrine muvâzî bir tekâmül vâkî olmuş ve bu tekâmül İslâm dîninde kemâle ermiştir. Bu keyfiyet, insanın tabiat ve tâkatini dikkate almanın ne kadar mühim bir metod olduğunu göstermektedir.

*****

Aslı hak bir dîn olan ve tabiatıyla vahdâniyet esâsına dayalı bir inanç sistemine sahip bulunan hristiyanlıktaki bozulma, o sıralarda pek yeni idi. Yaklaşık iki yüz yıl süren ve târihte adına “ikonalar kavgası” denilen münâkaşalar nihâyete ermiş ve kiliseler resim ve heykellerle dolmuştu. Hristiyanlık vahdâniyetten uzaklaştırılarak “ekânim-i selâse” denilen üçlü tanrı (teslis) sistemine kayıtsız-şartsız râm olmuş ve İslâmiyet, sünnetullâh îcâbı- “hak dîn”in yenilenmesi için gönderilmiş bulunuyordu. Bu durumda hâlâ eski vahdâniyet inancını muhâfaza edenlerin mevcut bulunduğu da târihî bir gerçektir. Nitekim müşriklerin aşırı baskılarına dayanamayarak Habeşistan’a hicret etmiş bulunan sahâbîlerin, orada devlet reisi sıfatıyla muhâtap oldukları kral Necâşi de, böyle insaflı bir tavır göstermiş, hattâ yerden bir çöp alarak:

“–Sizin söylediğinizle Hazret-i Îsâ’nın hakîkati arasında, şu (çöp) kadar dahî bir fark yoktur!” demiştir. (Bkz. İbn-i Hişâm, I, 356-361; Ahmed, I, 202-203, V, 290-291; Heysemî, VI, 25-27)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.