Şüpheli Şeyler Nelerdir?
İslâm, mü’minleri haramdan en güzel şekilde muhâfaza edebilmek için onlara şüpheli şeylerden uzaklaşmalarını tavsiye etmiştir. Zira harâmlar, mü’minler için yakıcı bir ateştir.
Allah’ın çizdiği hudutları aşan kimseler kendilerini bu alevli ateşin içinde buluverirler. Bu tehlikeden korunmanın en emniyetli yolu ise haramlarla helallerin arasındaki şüpheli şeylerden uzak durmaktır. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“...Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı belli olan şeyi daha çok terkeder. Kim de şüphelendiği şeyi yapmada cü’retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır.” (Buhârî, Buyû, 2)
HELAL VE HARAM ŞEYLER
Günaha düşme korkusuyla yaşamaktansa, şüpheli işlerden uzak durmak daha kolay ve daha kârlıdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle îkâz buyurur:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisi arasında, birçok kimsenin bilmediği şüpheli hususlar vardır.
Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelileri işlerse, zamanla harama düşer. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her sultanın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu sâlih olursa, bütün vücut sâlih olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.” (Müslim, Müsâkat, 107, 108; Buhârî, Îmân, 39; Büyû’, 2; Ebû Dâvûd, Büyû’, 3/3329)
Burada anlaşıldığına göre, şüpheliler karşısında insana yol gösterecek kılavuz, onun kalbidir. Vâbisa bin Maʻbed (r.a) der ki: Peygamber Efendimiz’in huzûruna varmıştım. Bana:
“–İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.
“–Evet” dedim. O zaman Resûlullah (s.a.v) şunları söyledi:
“–Kalbine danış! İyilik, gönül huzuruyla yaptığın ve kalbin mutmain olduğu şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice fetvâlar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” (Ahmed, IV, 227-228; Dârimî, Büyû’, 2. Krş. Heysemî, X, 294)
KALBİ KORUMANIN ŞARTI
Dolayısıyla kalbin mânevî sıhhatini muhafaza etmek çok mühimdir. Bunun için de vücûdu helâl lokma ile beslemek şarttır. Kalbin iyi ile kötüyü, şüpheli ile haramı fark edebilmesi buna bağlıdır. Haram lokma ile beslenen kalb, zamanla sâfiyetini yitirerek bulanıklaşır, hatta bir zaman sonra kararır ve hassâsiyetini kaybeder.
ŞÜPHELİ ŞEYLER
Hz. Mevlânâ, Mecâlis-i Seb’a isimli kitabında, şüpheli şeyler karşısında dikkatli olmanın lüzûmunu ne güzel misallendirir:
“Tâneyi gören kuşcağız tuzak var mı diye önden, arkadan, sağdan, soldan yüz defa kontrol eder. Kuş dâima aksi şeyleri düşündüğünden ondaki can korkusu yem aşkından ziyâdedir. Aynı şekilde ârif-i sâdıklar da kazandıkları tânelerin haram veya murdar olmadığını, altında nefs ü hevânın pusu kurmadığını, şehvet kedisinin kendilerine kastetmediğini veya kahr-ı ilâhîyi celbetmediğini, sağdan soldan iyice araştırırlar. «Gördüğüm şu lokma yüzünden tuzağa düşmek ve onun mahmur bakışlarına aldanmak lâyık değildir. Perde arkasında bir casus bulunup da boğazıma yapışma ihtimali vardır» derler.”
“Köpek bile atılan bir kemiği veya ekmeği koklamadan yemez.”
Şüpheli şeyleri terk etmek, insanın daha huzurlu yaşamasını sağlar. Hasan bin Ali v şöyle der: Ben, küçük yaşta dedem Resûlullah’tan şu sözü ezberledim:
“Şüpheli olanı bırak, şüphe vermeyene bak! Zira doğruluk huzur, yalan ise şüphe kaynağıdır.” (Tirmizî, Kıyâmet 60/2518. Bkz. Buhârî, Büyû‘, 3)
Diğer taraftan, takvâ sahibi bir kul olabilmek de yine şüpheli şeyleri terk etmeye bağlıdır. Allah Resûlü (s.a.v) bunu şöyle ifade eder:
“Kul, mahzurlu şeylere düşme endişesiyle mahzûru olmayan bazı şeyleri de terk etmedikçe gerçek muttakîlerin derecesine ulaşamaz.” (Tirmizî, Kıyâme, 19/2451; İbn-i Mâce, Zühd, 24)
Bu sebeple, ashâb-ı kirâm şüpheliler husûsunda büyük bir titizlik göstermişlerdir. Nitekim Hz. Ömer (r.a) şöyle der:
“Biz, fâize düşme korkusu ile on helalden dokuzunu terk ettik.” (Ali el-Müttakî, IV, 187/10087)
KAZANCININ TAMAMINI SADAKA OLARAK DAĞITTI
Daha sonraki Müslüman nesiller de bu konuya dikkat etmişlerdir. Meselâ, Ebû Hanîfe Hazretleri, ticâretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticârî işlerini vekili vâsıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticâretin helâl dâiresi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu hususta o derece hassastı ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman’ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:
“–Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!” demişti. Hafs da, malı İmâm’ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs’a:
“–Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun?” diye sordu. Hafs’ın, müşteriyi tanımadığını söylemesi üzerine İmâm, satılan maldan elde edilen otuz bin dirhemlik kazancın tamâmını sadaka olarak dağıttı ve ortağından ayrıldı.[1]
ŞAM’IN MEYVELERİNİ YEMEZDİ
Büyük hadis âlimi İmâm Nevevî, Şam’da yetişen meyveleri yemezdi. Bunun sebebini soran talebesi İbnü’l-Attâr’a, Şam’da pek çok vakıf arazi bulunduğunu, bunların titizlikle idare edilmediğini, ortaklığın meşrû bir şekilde yapılmadığını, dolayısıyla bu meyvelere haram karıştığını söyledi. Babasının getirdiği yiyeceklerle geçimini sağlar, sadece onun getirdiği incirleri yerdi.
“En büyük ibadet, samimi bir niyetle helâl ve haramları öğrenmektir” diyen İmâm Nevevî, hayatı boyunca kimseden bir kuruş almadı. Vazîfe yaptığı medreselerden kendisine verilen aylıkla kitap alır, sonra da bunları o medreseye vakfederdi. Eşrefiyye Dârülhadisi’nden de hiç maaş almadı. Onun bu hâli, hak mefhumuna ne büyük ehemmiyet verdiğini göstermektedir.[2]
Bununla birlikte, şüpheli şeylerden sakınmak isterken, îtidâl çizgisinden ayrılıp vesveselere kapılarak gereksiz tereddütler uyandırmak ve böylece müslümanları sıkıntıya düşürmek de doğru değildir. Müslümanlar her hususta olduğu gibi bu mevzûda da firasetle hareket eder, orta yoldan ayrılmazlar. (Buhârî, Büyû‘, 5)
Dipnotlar:
[1] Şehâbettin Ahmed bin Hacer el-Heytemî, İmâm-ı Âzam’ın Menkıbeleri, trc. Abdulvehhâb Öztürk, Ankara 1978, s. 82. [2] Prof. Dr. Yaşar Kandemir ve diğerleri, Riyâzü’s-sâlihîn, I, 49.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları