Şüpheli Şeyler ve Haramlar
Şüpheli şeyler nelerdir? Şüpheli şeyler ve haramlardan nasıl sakınırız? Günah işlediğimizi nasıl anlarız? Şüpheli şeyler ve haramlarla ilgili ayet ve hadisler.
Şüpheli şeylerle ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...
1. Hz. Hasan şöyle der:
Ben dedemden (Resûlullah) şu sözü ezberledim:
“Şüpheli olanı bırak, şüphe vermeyene bak! Zira doğruluk huzur, yalan ise şüphe kaynağıdır.” (Tirmizî, Kıyâmet 60/2518. Bkz. Buhârî, Büyû’, 3; Nesâî, Kazâ, 11; Ahmed, I, 200)
2. Numân bin Beşîr (r.a.), “Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim” demiştir:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisi arasında, birçok kimsenin bilmediği şüpheli hususlar vardır.
Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelileri işlerse, zamanla harama düşer. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her sultanın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir.
Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu sâlih olursa, bütün vücut sâlih olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Müslim, Müsâkat, 107, 108. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân, 39; Büyû’, 2; Ebû Dâvûd, Büyû’, 3/3329; Tirmizî, Büyû’, 1/1205; Nesâî, Büyû’, 2; Kudât, 11; İbn-i Mâce, Fiten 14)
3. Nevvâs bin Sem’ân (r.a.) der ki:
Resûlullah Efendimiz’e, iyilik ve günahtan sordum.
Şöyle cevap verdi:
“İyilik güzel ahlâktan ibarettir. Günah ise kalbini tırmalayıp duran ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr, 14, 15. Ayrıca bkz. Tirmizî, Zühd, 52/2389)
4. Enes (r.a.) der ki:
Nebiyy-i Ekrem yolda giderken yere düşmüş bir hurma gördü ve:
“Bu hurmanın sadaka olma ihtimâli bulunmasaydı, onu yerdim” buyurdu. (Buhârî, Büyû, 4; Lukata, 6; Müslim, Zekât, 164-166. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 29)
SANA ŞÜPHE VEREN ŞEYİ BIRAK, ŞÜPHE VERMEYENE BAK
İnsanın önünde açık helâller, açık haramlar, bir de, bazı ihtimaller ve meçhûl durumlar sebebiyle şüpheli olan şeyler vardır. Belli olan helâl ve haramları dikkate almak kolaydır. Ancak şüpheli şeyler hakkında bir hükme varabilmek zordur. Helâl kabul edilerek işlendikleri takdirde harama düşme ihtimâli söz konusudur. Bu da insanın kalbini huzursuz etmektedir.
Ümmetini bu sıkıntıdan kurtarmak isteyen Resûlullah, birinci hadisimizde şüphe veren şeyi bırakıp şüphe taşımayan açık şeye bakmayı tavsiye etmektedir. Çünkü bir şeyin şüphesiz ve kesin olması kalbe huzur verir, şüphe ihtivâ etmesi ise insanı tedirgin ve rahatsız eder.
Resûlullah Efendimiz’in yanında bir kişinin çok ibadet ve gayret ettiğinden bahsedildi. Başka birinin de çok veraʻ sâhibi olduğundan (yani haram ve şüpheli şeylerden şiddetle kaçındığından) bahsedildi.
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz:
“‒Hiçbir şey veraʻa denk olamaz!” buyurdular. (Tirmizî, Kıyâmet, 60/2519)
Şüpheliler terk edildiği takdirde diğer konularda hüküm vermek ve doğru hareket edebilmek kolaydır. Nitekim bir gün Müslümanlar İbni Mesut Hazretlerine birçok mesele sormuşlardı. İbni Mesut (r.a.) onlara şu açıklamayı yaptı:
“–Herhangi bir meseleyle karşılaşan kimse, Allah’ın kitâbıyla hüküm versin! Allah’ın kitabında çözümü olmayan bir meseleyle karşılaşırsa, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in verdiği hükümlere bakarak halletsin.
Allah’ın kitabında ve Peygamber Efendimiz’in hükümlerinde çözümünü bulamazsa, sâlih âlimlerin verdiği fetvâlara bakarak meseleye cevap versin.
Kur’ân’da, Sünnet’te ve sâlihlerin fetvâlarında cevabı bulunmayan bir mesele ile karşılaşırsa, aklını kullanarak içtihat yapsın! «Ben içtihat yapmaktan korkarım» demesin. Çünkü helâl belli, haram bellidir. Helâlle haramın arasında şüpheli ve kapalı hususlar vardır. O hâlde sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyen şeye bak!” (Nesâî, Kazâ, 11)
İbni Mesut Hazretlerinin tavsiyelerinden anlaşıldığına göre, şüpheli şeylerden kaçınanların işi gayet basit ve kolaydır. Öyleyse helâl ve haramlığı belli olan konulara dikkat etmek, şüphelileri de terk etmek insanı selâmete çıkaracaktır.
ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN KAÇINMANIN ÖNEMİ
İkinci hadisimizde, çoğu kimsenin şüpheli şeyleri bilmediği ifade edilmektedir ki, bu durumda şüphelilerden kaçınmanın ehemmiyeti bir kat daha artmaktadır.
Burada bir misal veren Allah Resûlü, yasak arazinin kenarında hayvanlarını otlatan çobanın, yasağı çiğneme tehlikesiyle yüz yüze olduğunu ifade eder. Çoğu zaman çoban tarlaya kendisi girip zarar vermez, ancak güttüğü hayvanlara hâkim olamayarak onlar yüzünden mes’ûl duruma düşer. Şüpheliler sınırına yaklaşan insan da nefsine, âzâlarına ve emri altındaki insanlara hâkim olamayarak, onların yüzünden vebâl altına girebilir. Çünkü insanlar önderlerinin ve büyüklerinin yolunu takip ederler.
ŞÜPHELİ HUSUSLARDAN SAKINMAK
Şüpheli hususlardan sakınmak, insanı haramlara ve büyük günahlara düşmekten muhafaza eder, kişiyi birçok sıkıntıdan peşinen kurtarıp huzûra kavuşturur. Ayrıca helâl ve haram şuuru, şüphelilere karşı gösterilecek titizlik sâyesinde daha kuvvetli hâle gelir. Şüphelileri önemsemeyen kimse ise, zamanla içinde bulunduğu anormal durumu normal görmeye başlar, farkına varmadan günahlara alışarak haramlara ve büyük günahlara düşmekle yüz yüze gelir.
İnsanın her şeyi kalbine bağlıdır. Kalbini tasfiye ederek ıslâh ederse bütün uzuvları iyi olur. Şüpheliler konusunda ihlâs ve samîmiyetle hareket ederek bahanelere sarılmaz. Zamanla kalbi hassaslaşarak şüpheli hususları hemen fark eder hâle gelir. O da bütün benliğiyle bunlardan sakınır. Kalbi bozuk olan kimse ise şüpheli şeyleri hep helâl görür ve bahaneler uydurmak sûretiyle onları işlemekten kaçınmaz.
KALBİN SALİH VE SELİM OLMASI ŞART
Demek ki, şüpheli hususlarda Allah’ın râzı olacağı bir tavır takınabilmek için kalbin sâlih ve selîm olması şarttır. Kalbin sıhhat ve selâmeti için de helâl lokma ve helâl davranışlar şarttır. Haramlara bulanan kalp, zamanla sâfiyetini kaybederek kirlenir, hatta bir zaman sonra kararmaya başlar. Neticede haramlar karşısındaki hassâsiyetini tamamen kaybeder.
Kalbin salâhı için, farz ve nâfile ibadetlere, bir de zikrullaha sarılmak şarttır. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına tavsiyesi şudur:
“Unutmayın ki, kalpler, ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” (Ra’d 13/28)
Buradaki “zikir”, “Kur’ân” mânâsına da gelir. Yani İslâm’ı tam olarak yaşama gayreti, kalbi diriltecek ve tehlikeler karşısındaki hassâsiyetini artıracaktır.
Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah’ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer 39/22)
Ashâb-ı Kirâm’ın şüpheli şeyler hususundaki titizliğini Hz. Ömer, şöyle dile getirmiştir:
“Biz, faize düşme korkusu ile on helalden dokuzunu terk ettik.” (Ali el-Müttakî, IV, 187/10087)
GÜNAH İŞLEDİĞİMİZİ NASIL ANLARIZ?
Üçüncü hadisimizde, bir şeyin günah olup olmadığını anlayabilmek için bir ölçü daha verilmektedir.
Kişi bir şey yapmak istediğinde; kalbinde bir tereddüd peydah olur, kalbi ona bir türlü yatmaz, şüphelenir ve günah olmasından korkarsa, orada durmalıdır. İşte bu temiz kalbin ve vicdanın bir uyarısıdır, onu dinlemek îcâb eder.
Doğruyu bulma konusunda vicdânın rolü çok büyüktür. Samîmî olarak vicdanını dinleyen insan, çoğu zaman yanılmaz.
Bu husustaki diğer bir ölçü de şudur: Şayet kişi yaptığı işin başkaları tarafından duyulmasından mahcup oluyor, dolayısıyla işitilmesini istemiyorsa, o hareket mutlaka çirkindir, günahtır, Allah Teâlâ’nın ona rızâsı yoktur. Bu da kalp ve vicdanla alâkalı bir meseledir. Kişi, insanların neyi iyi neyi kötü göreceklerini vicdanen hisseder ve ona göre tavır alır. Bu durum aynı zamanda kalbinin sesini eğip bükenlerin mecbûrî bir itirafı mevkiindedir. Kendi içinde kalbinin sesini ve vicdanını çeşitli bahanelerle susturan kişi, yaptığı şey diğer insanlar tarafından duyulacağı zaman işi değiştirir. Onlar duyduğunda yanlışının ortaya çıkacağını bildiğinden kimsenin bilmesini istemez. Hâlbuki baştan kendi kendine cevaz veriyordu! İşte bu da şaşmaz bir ölçüdür. Yapılacak fiilin günah olduğunu gösterir.
İnsan şunu unutmamalıdır ki, kalpteki bütün duygular Allah’a açıktır. O her şeyi bilmekte, işitip görmektedir. O hâlde herkes, kendisinden başka kimseyi kandıramadığını anlamalıdır.
Diğer taraftan, yapılan bir hareketin günah olup olmadığı hususunda şüpheye düşmek, o hareketi terk etmek için yeterli bir sebeptir.
Bununla birlikte, şüpheli şeylerden sakınmak isterken, îtidâl çizgisinden ayrılıp helâl olan nimetlerden uzak durmak veya helâl olan nimetler hakkında vesveseye kapılarak gereksiz tereddütler uyandırmak ve böylece Müslümanları sıkıntıya düşürmek de doğru değildir. İmâm Buhârî, bu hususun önemine binaen Sahîh’inde müstakil bir bâb açarak konuyla ilgili birkaç misal vermiştir. (Buhârî, Büyû’, 5)
HZ. PEYGAMBER VE EHLİ BEYT NEDEN ZEKAT VE SADAKA ALMAZDI?
Dördüncü hadisimizde, Peygamber Efendimiz’in şüpheli şeyler hususundaki titizliğine dâir bir misal görmekteyiz. O, yerde bir hurma görmüş, zekat ve sadaka hurmalarından biri olabileceği endişesiyle yememiştir.
Mâlum olduğu üzere Resûlullah, âilesi ve neslinden gelenler zekât ve sadaka yiyemezler. Cenâb-ı Hak zekât ve sadakayı onlara haram kılmıştır.
Ancak bu durum sâdece Resûlullah ve ehline mahsustur. Onlar hâricindeki bir kişinin, zekâta muhtaç olduğu hâlde, Peygamber Efendimiz ve Ehl-i Beyt’i almazlardı diye zekât ve sadaka kabul etmemesi, böylece çoluk çocuğunu sefil bırakması asla câiz değildir. Zira muhtaç olan Ashâb-ı Kirâm ve Hak dostları zekât almışlardır.
Hatta Allah Resûlü, zekât ve sadaka almamasına rağmen zekât ve sadaka alanların ikrâmını kabûl etmiştir.
Peygamber Efendimiz’in yerde gördüğü bir hurmayı alıp yemeyi düşünmesi, onun israfı sevmediğini ve bir hurmanın dahî zâyî olmasını istemediğini göstermektedir.
Bu hâdisede aynı zamanda Resûlullah Efendimiz’in, yerden bir hurma alıp yiyebilecek kadar mütevâzı olduğu da görülmektedir.
Resûlullah, bu hâliyle ümmetine ne güzel dersler vermektedir. Buna göre: Şüpheli şeylerden sakınmalıdır, hiçbir kıymet israf edilmemeli, küçük bir şey de olsa hemen değerlendirilmeli ve mütevâzı olunmalıdır.
SAHABENİN ŞÜPHELİ ŞEYLER KARŞISINDAKİ HASSASİYETİ
Ashâb-ı Kirâm’ın şüpheli şeyler ve haramlar karşısındaki hassâsiyetini gösteren şu hâdise ne kadar ibretlidir:
Hz. Ebûbekir Sıddîk’ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle kazandığı bir şeyi getirdi. Ebûbekir (r.a.) da ondan bir lokma aldı. Bunun üzerine köle:
“–Her akşam bana kazancımın mâhiyetini sorardın, bu akşam sormadın?!” dedi. Hz. Ebûbekir:
“–Çok açtım, sormayı unuttum, peki söyle bakalım nasıl kazandın?” diyerek açıklamasını istedi. Köle:
“–Falcılıktan anlamadığım hâlde Câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi” deyince Hz. Ebûbekir, parmağını boğazına götürdü ve (tüm eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı. Köleye dönerek:
“–Yazıklar olsun sana! Az kaldı beni helâk ediyordun” dedi. Kendisine:
“–Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi?” diyenlere Hz. Sıddîk:
“–Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Çünkü Resûlullah Efendimiz’den duydum:
«Haramla beslenen vücuda Cehennem daha lâyıktır» buyurdu” cevabını verdi. (Bkz. Ebû Nuaym, Hilye, I, 31; Ahmed bin Abdullah et-Taberî, er-Riyâdu’n-nadra, II, 140-141)
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR