Şûrâ Suresi 28. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Şûrâ Suresi 28. ayeti ne anlatıyor? Şûrâ Suresi 28. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Şûrâ Suresi 28. Ayetinin Arapçası:

وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ

Şûrâ Suresi 28. Ayetinin Meali (Anlamı):

İnsanlar umutlarını büsbütün kaybetmişken yağmuru indiren ve rahmetini yayan da O’dur. O her türlü övgüye lâyık olan gerçek dost ve gözeticidir.

Şûrâ Suresi 28. Ayetinin Tefsiri:

Sahâbe-i kirâmdan Habbab b. Eret (r.a.) diyor ki: “Bu âyet bizim hakkımızda nâzil oldu. Çünkü biz Kurayza, Nadîr ve Kaynuka oğullarının mallarına baktık ve o malların bizim olmasını arzuladık.” Demek ki bu 27. âyet rızıklarının daha bol ve geniş olmasını temenni eden ehl-i suffa hakkında inmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVII, 147) Âyetlerin Mekke’de indiğini dikkate aldığımızda, böyle durumlar karşısında Efendimiz (s.a.s.)’in bu âyetleri yeniden okuduğu söylenebilir. Zira âyetlerin müşriklerin mallarına gıpta eden Mekke’deki fakir müslümanlar hakkında inmiş olması da tabiidir.

Burada dikkat çekilen nokta, bol miktarda verilen rızık ve maddi imkânların daha ziyade insanların azgınlaşmasına sebep olduğu gerçeğidir. İnsanlar genellikle bol buldukça haddi aşarlar ve isyan ederler. İmkân buldukça bir mevkiden sonra bir diğerini, bir binekten sonra ötekini, bir evden sonra başkasını, bir elbiseden sonra bir başka elbiseyi isterler. İnsanın aşırı arzu ve isteklerine gem vurmak mümkün olmaz; nefsânî haz ve isteklerin sonu gelmez. Resûlullah (s.a.s.)’in:

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur” (Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119) beyânı insandaki bu ihtirâsı ne güzel misallendirir.

Muhteris, dünyadan şu üç hasret ve pişmanlıkla ayrılır:

·         Topladıklarına doyamaması,

·         Umduklarına nâil olamaması,

·         Gönlünün, irfân ve mâneviyattan mahrûm kalması. Çünkü ihtiraslı insanın gönlünü saran tamahkârlık, orada ilâhî aşk ve ihlâsa en ufak bir yer bırakmaz. Ne hüsrandır ki, böyle kimselerin ömürleri mal istiflemenin hamallığı ile geçer. Hayatları bir “körebe” oyununa döner ve hazîn bir son ile nihâyet bulur.

Şöyle bir izah da yapılabilir: Eğer Allah akıl, zeka, istidat, mal ve servet bakımından herkesi eşit kılsaydı hiç kimse diğerine boyun eğmez, hiç kimse bir başkasına söz dinletemez, böylece hayatın tabii gerekleri yerine getirilemez olur, sanatlar ve meslekler işlemez hâle gelirdi. Halbuki âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“…Oysa dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırıyor ve bir kısmının diğerine iş gördürmesi için akıl, kabiliyet, zenginlik gibi yönlerden kimini kimine derecelerle üstün kılıyoruz…” (Zuhruf 43/32)

Bu sebeple kullarının durumlarını çok iyi bilen ve gören Allah, rızkı onlara dilediği ölçüde vermektedir. Bu ölçüyü bizim beşeri aklımızla idrak etmemiz mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple kul, helâl yoldan kazanç sağlamaya gayret göstermeli, haramdan uzak durmalı, mala karşı aşırı hırs ve tamahtan kendini kurtarmalı ve eldeki nimetlerin de kıymetini en iyi şekilde bilip şükrünü ifaya çalışmalıdır. İnsanlar tüm umutlarını kaybetmişken yağmuru tekrar yağdıran Allah, zor durumda kalıp da kendinden yardım isteyen kulunun imdadına yetişecek ve ona yardım edecektir. Çünkü O Velî’dir; kullarının bütün işlerini üstlenip yerine getirir. Hakiki dost ve yardımcı O’dur. Bu sebepledir ki O, her türlü övgüye layıktır. O’nu daha iyi tanımak isterseniz bilin ki:

Şûrâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Şûrâ Suresi 28. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.