Şûrâ Suresi 41. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Şûrâ Suresi 41. ayeti ne anlatıyor? Şûrâ Suresi 41. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Şûrâ Suresi 41. Ayetinin Arapçası:

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ

Şûrâ Suresi 41. Ayetinin Meali (Anlamı):

Haksızlığa uğradıktan sonra kendilerini savunanlara gelince, böyleleri için bir kınama ve cezalandırma söz konusu olamaz.

Şûrâ Suresi 41. Ayetinin Tefsiri:

Kur’an ölçüsüne göre kötülüğün karşılığı ancak onun dengi bir cezadır. Bu düstur, ceza kanunlarına esas alınması gereken genel bir kanun hükmündedir. Azgınlık zulüm ve kötülük olduğu gibi kötülüğü engellemek için ceza vermenin de olumlu ve güzel bir iş olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bunun güzel olması iki şarta bağlıdır. Birincisi; suça ceza olabilmesi için onun gibi bir kötülük yani suçlunun hoşuna gitmeyecek bir fiil olmalıdır. Yoksa o bir ceza değil, suça ve zulme teşvik olur. İkincisi; ceza suçun dengi ve ona eşit olmalıdır, yoksa adâlet olmaz. Bu sebeple azgınlığa karşı öç alınırken haddini aşıp da tecavüz etmek yasaktır. Bununla birlikte şahsına yapılan haksızlıkları affedip o kişi ile arasındaki düşmanlık halini düzelten kişiye Allah, çok büyük mükâfatlar ihsan edecektir. Burada “kim bağışlarsa” diye bağışlamanın müfred sigası ile getirilmesi, bunun ammenin hakkı olan meselelerde değil, şahsî haklarda cereyan edeceğine dair bir uyarı gibidir. Ancak bir kimse, suçu affetmeyip, uğradığı haksızlıktan dolayı öcünü alırsa, bu onun tabii hakkı olup bu gibiler aleyhine bir yol tutulamaz. Bundan ötürü kınanmazlar ve cezalandırılmazlar. Kınama ve cezalandırma, doğrudan doğruya zulmeden veya karşılık vermede ileri giden, cezada haddi aşanlara ve yeryüzünde haksızlıkla azgınlık yapanlara, kibirlenip azgınlık edenleredir. Ama yine de her halükarda olabildiği kadar sabır ve bağışlama yolunu tutabilmek, fert ve toplumun ıslahı, terakkisi, toplumda düşmanlıkların ortadan kaldırılması, barış ve huzurun daha kısa sürede temini açından çok mühimdir. Ancak bunu başarabilmek yani haksızlıklar karşısında, hususiyle şahsımıza yönelik işlenen suçlar karşısında sabır, af ve bağışlama yolunu tutabilmek, büyük bir azim, kararlılık ve ahlâkî olgunluk gerektirir. Böyle davranabilmek elbette çok değerli ve ancak azimet sahibi yüksek seciyeli kimselerin başarabileceği bir iştir.

Bir taraftan toplumun ıslahı için af ve bağışlamayı teşvik eden Kur’an, bir taraftan da bile bile yanlış yolu tutanları ikaz ve tehditten geri durmaz:

Şûrâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Şûrâ Suresi 41. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.