Suriye Devrimi ve Türkiye Dolunayı

Rejim 12 günde nasıl devrildi? Esed sonrası Suriye’yi ve bölgeyi neler bekliyor? Devrim ve sonuçlarına dair kısa notlar...

2024 yılı, küresel jeopolitik dengelerde önemli değişimlerin yaşandığı bir yıl olarak geride kaldı. Hiç kuşkusuz yılın sürprizi 61 yıllık Baas rejiminin tarih olmasıydı. Büyük zorluklarla despot rejime karşı verilen 13 yıllık mücadele nihayetinde 8 Aralık tarihinde zaferle sonuçlandı. Şam’ın düşmesiyle baba-oğul Esed ailesinin 53 yıllık despotizmi 12 günde devrildi. Kanlı rejimin son diktatörü Esed ülke dışına kaçtı. Çöken Baas diktatörlüğüyle birlikte, Suriye başta olmak üzere bölge dengelerini derinden etkileyecek yepyeni bir dönemin kapısı aralandı.

Şimdi bu yeni dönemin ne getireceği ne götüreceği konuşuluyor, tartışılıyor. Umutlu bir bekleyiş kadar kaygılar da yok değil. Suriye halkı 13 yıl boyunca çile ve kahır dolu yılların ardından elde ettikleri devrimlerini yeni bir yönetimle taçlandıracaklar mı? Yoksa Arap Baharı süreçlerinde gördüğümüz şey tekrarlanacak, çok büyük bedeller ödenerek elde edilen bu şanlı devrim kurtlara yem mi edilecek? Düne kadar terör örgütü listesinde adları geçen yeni yönetimin lider kadroları nasıl bir yönetim tesis edecekler? Uluslararası arenada meşruiyetlerini kazanabilecekler mi? En önemlisi Suriye’yi bölünmeden bir arada tutabilecekler mi?

Umut Dolu Bir Gelecek

61 yıllık diktatörlüğün yıkılması sonrası Suriye halkı geleceğe umutla bakıyor. Geçmişe sünger çekip geleceklerine dair yepyeni bir sayfa açmaya hazırlanıyorlar.  Rejimin neden olduğu o derin travmayı atlatabilmeleri elbette zaman alacak. Zira önlerinde, kanlı rejimin geride bıraktığı alt yapının imarından tutun da çökmüş ekonominin ayağa kaldırılmasına, yurtlarından edinmiş milyonlarca mültecinin ülkelerine geri döndürülebilmesine kadar onlarca çözülmesi gereken sorun var.

Yeni Suriye'nin karşı karşıya olduğu belki de en büyük meydan okuma, farklı kesim ve ideolojilere sahip gruplar arasında bir ulusal uzlaşının inşa edilmesi olacak. Esed rejiminin devrilmesi tüm muhaliflerin ortak hedefi idi. Ancak ortak bir hedef doğrultusunda güç birliği yapan grupların Suriye'nin geleceğiyle ilgili birbirinden farklı vizyonları var. Bu farklar giderilebilecek mi? Devletin inşası sürecinde uyum sağlamaları en büyük temennimiz. İçerideki dinamiklerin uyumu kadar bölgesel ve bölge dışı aktörlerin beklentileri doğrultusunda yeni yönetim üzerindeki baskılar hesaba katılacak olunursa Suriye halkı ve devrimcileri zorlu bir süreç bekliyor.

Bütün risklere rağmen devrimin lider kadrosunun, rejimin devrilmesi sonrası attığı adımlar, ortaya koydukları yol haritası genel anlamda oldukça umut verici. Kuşatıcı bir dil kullanılmaya dikkat ediyorlar. Yaşadıkları onca zulme rağmen kimi çevrelerin beklentileri ve oluşturmak istedikleri algıya rağmen intikamcı bir tavır sergilemediler. Rejimin siyasi ve askeri yöneticileri haricinde eline kan bulaşmamış rejim bakiyesi kişilere yönelik çıkartılan af, uluslararası normlara uyulacağı sözü, bölgesel ve küresel aktörlerle ilişkilerde izlenilen yol, kullanılan dil, bu noktada verilen mesajların uluslararası aktörlerin nezdinde de karşılık bulması genel anlamda olumlu bulunuyor.

Esed Sonrası Suriye’yi ve Bölgeyi Neler Bekliyor?

61 yıllık Baas rejimi nasıl 12 günde çöktü? Bu çöküşe neden olan amiller nelerdi? Suriye devrimin arkasında ABD ve İsrail mi var? Rejimin iki önemli hamisi Rusya ve İran neden Esed’i yüz üstü bıraktı? Yaşanan sürecin kazananları kaybedenleri kimler oldu? Esed sonrası Suriye’yi ve bölgeyi neler bekliyor? gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışmadan önce dilerseniz 53 yıllık despotizm yıllarında yaşanan zorlukları kısaca hatırlayalım.

Esed Ailesinin 53 yıllık Tiranlık Dönemi

Arap Sosyalist Baas Partisi Suriye'de 1963'te darbeyle iktidara geldi. 1970 yılında parti içi darbeyle Beşşar Esed'in babası Hafız Esed iktidarı ele geçirdi. Hafız Esed 1971'de Suriye Devlet Başkanı oldu. İktidarı ele geçirmesiyle "Esed ailesinin” 53 yıl sürecek despotizm dönemi başladı.  Baba Esed 2000'de ölünce oğul Esed zulüm düzeni devraldı. Devletin önemli pozisyonları hep Esed ailesi ve yakın çevresinin elinde bulundu. Baas ideolojisi, Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve laiklik temelinde şekillenirken, farklı siyasi görüşlere düşüncelere asla müsaade edilmedi.

Nusayri azınlığa mensup askeri elitler hem siyaset hem de ekonomide merkezi bir rol oynadı. Özellikle istihbarat teşkilatı “Muhaberat” rejim karşıtlarına uyguladığı akıl almaz işkence zulüm ve vahşetle nam saldı. İnsanlar gölgelerinden korkar hale getirildi. Sednaya hapishanesinden yansıyan görüntüler Suriye halkının yıllar boyu nasıl bir zulme maruz kaldığını gösteren en önemli delil niteliğinde.

Nusayri azınlığın tahakkümündeki rejim en büyük baskı ve zulmü Sünni Müslümanlara yaptı. Şubat 1982'de Hama şehri Hafız Esed'ın kardeşi Rıfat Esed tarafından insanlık tarihinin en utanç verici katliamına sahne oldu. Şehri kuşatan rejim ordusu, kendi halkını 27 gün boyunca havadan ve karadan bombardımana tuttu. 27 günde 42 bin Sünni Müslüman acımasızca katledildi. Katliamdan geride kalan ve tutuklanan 15.000 kişiden bir daha haber alınamadı.

Haşa “Vatandan başka ilah, Baas’tan başka Resul yoktur” sözlerini sloganlaştıracak kadar rejimlerini putlaştıran sapkın zihniyet Suriye'de 2011 yılında özgürlük talebini de vahşice bastırmaya çalıştı.  Özgürlük isteyen halka kimyasalları da dâhil olmak üzere sahip olduğu tüm silah envanteriyle saldırdı. Hizbullah milisleri, İran destekli Şebbihaları sözde Direniş Ekseni koruma adına Esed’in katliamlarının ortağı oldu. Yetmedi, 2015’in Eylül ayındaki askeri müdahalesiyle Rusya da bu katliamın diğer ortağı oldu.

Rejim, suç ortaklarıyla birlikte 13 yıl boyunca kendi halkından 500 binden fazla insanı katletti. Milyonlarcasını göçe zorladı. Ancak Esed rejimi de tüm zalimler gibi, zulmüyle abat olmadı. 27 Kasım'da yoğunlaşan çatışmaların ardından önce Halep ardından Hama ve Humus şehirleri beklenmedik bir hızla tek tek özgürleştirildi. Nihayetinde başkent Şam’ın düşmesiyle 61 yıllık zulüm rejimi 8 Aralık 2024 tarihinde resmen son buldu. Milyonlarca masumu ahına alan diktatör Esed, soluğu katliam ortaklarından Rusya’da aldı.

Rejim 12 Günde Nasıl Devrildi?

Despot rejimin 12 gün gibi kısa bir sürede diz çökertilmesinde uluslararası jeopolitik konjonktürün etkisi büyük oldu. Özellikle Esed rejimini ayakta tutan Rusya ve İran’ın, Batı dünyası ile yaşadığı sorunlar her iki aktörün Suriye üzerindeki etkisini zayıflattı. Rusya ve İran’ın Esed’e verdikleri askeri, ekonomik ve diplomatik desteğe rağmen sonunda onu terk etmeleri dikkat çekiciydi. Ancak bu terk ediş siyasi bir hamle olmaktan ziyade daha çok askeri kapasite eksikliği ve rejim ordusunun savaşma motivasyonunu tamamen kaybetmiş olmasıyla ilintiliydi.

Muhaliflerin stratejisinin ardındaki kurmay aklın payı devriminin başarıya ulaşmasında büyük oldu. Zaferle sonuçlanan süreç sabırla inşa edildi. Uzun zamandır yürütülen askeri hazırlık, taktiksel hamleler, dron teknolojisinin kullanımı gibi askeri enstrümanlar muhalifleri zafere ulaştıran önemli etkenler oldu. Bu noktada Türkiye’nin kritik bir rol oynadığını söylemeye bilmem gerek var mı?

Görece iç savaşın durulduğu dönemde de yozlaşmış, çürümüş Esed rejimi kendini toparlaması için hiçbir şey yapmadı. Siyasi uzlaşı için kendisine verilen zamanı değerlendiremedi. Çok sıkıştığı bir dönemde dahi Türkiye’nin kendisine uzattığı eli tutmadı. Kudretliymişçesine normalleşme için “Önce Türkiye askerlerini çeksin” diyerek efelenmeye devam etti. Sonunda milyonlarca insanını sığınmacı yapan Esed ve ailesi Rusya’da sığınmacı oldu.

Türkiye Tarihin Doğru Tarafında Yer Aldı

-Hiç kuşkusuz Suriye’nin özgürleştirilmesinde en büyük pay Türkiye’ye ait. 2011 yılından itibaren bugünlere gelinceye kadar Türkiye hep Suriye halkının yanında durdu.

-Özellikle mülteciler meselesinde ilkeli, insani, ahlaki ve islami yaklaşımıyla, milyonlarca mağdur ve mazluma sığınak oldu. Bu anlamda dünyaya insanlık dersi verdi.

- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tüm önyargılara ve siyasi bedel ödeme pahasına mülteciler konusundaki ahlakî ve insanî duruşundan asla taviz vermedi. İlkeli duruşuyla Türkiye, dünyanın sınıfta kaldığı bu zor sınavdan son dönemde yaşanan kimi önyargılı çıkışlara rağmen anlının akıyla çıkmayı başardı.

- İnsani ve ahlaki anlamdaki ilkeli duruşu kadar jeopolitik ve stratejik hamleleriyle Suriye halkına kan kusturan, zulümle, baskıyla, zorbalıkla ayakta kalan 61 yıllık zulüm düzenin yıkılmasında hayati bir rol oynadı.

-Dünyanın kabadayılarına karşı yeri geldiğinde diplomatik hamleleriyle yeri geldiğinde sert gücüyle karşılık vererek ülkemiz ve bölge üzerinde hesap kitap yapan emperyalistlerin tuzaklarını boşa çıkardı.

‘Şii Hilali” Bitti, Türkiye’nin Dolunay'ı Başladı”

-Suriye devriminin en büyük kazananı, hiç kuşkusuz despot bir yönetime karşı sabırla direnen Suriye halkı oldu. İkinci en büyük kazananın Türkiye olduğu konusunda geniş bir konsensus var. ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump “Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde” derken Avrupa Birliğinin resmi yayın organı Euronews bu gerçeği 'Suriye'ye giden bütün yollar Türkiye'den geçer' sözleriyle vurguladı. İngiliz merkezli The Guardian "Türkiye, Suriye'nin dış dünyaya açılan kapısı haline geldi" ifadelerini kullandı. ‘Şii Hilali” bitti, Türkiye’nin Dolunay'ı başladı” tespitinde bulundu. Guardian’ın analizinde Esed rejiminin devrilmesinin İran'ın "Şii Hilali" stratejisini sona erdirdiği ve bu devrimin, Türkiye'nin etki alanını genişletmeye başlattığını vurguladı. Orta Doğu’da güç dengelerinde başlayacak değişime dikkat çekilen analizde Türkiye’nin etki alanının Afrika Boynuzu’ndan başlayıp Doğu Akdeniz ve Afganistan’a kadar uzandığı belirtildi.

Fransa medyasından haftalık Le Journal du Dimanche gazetesi Suriye’de olup biteni değerlendirdiği analizinde Türkiye hakkında şu dikkat çeken ifadeleri kullandı: 'Erdoğan, Kemalist projenin Türkiye'yi iç sınırlarda savunma stratejisini terk etti ve sınırların dışına taşıdı.'

Devrim ve Sonuçlarına Dair Kısa Notlar

Suriye devriminin en büyük kaybedenin İran olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Zira Suriye, İran’ın kutsadığı, allayıp pulladığı “Direniş Ekseni’nin mihenk taşıydı. Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nün eski komutanı Kasım Süleymani, Suriye'yi "İran'ın stratejik derinliği" olarak nitelendirmişti. Suriye üzerinden en önemli vekil aktörü Hizbullah’ı besliyordu. Eli kanlı zulüm düzeninin yıkılmasıyla İran bir anlamda hem “stratejik derinliği”ni kaybetti hem de “Direniş Ekseni”ni...

 “Direniş Ekseni” söylemi ile İran, kendisini Filistin’i özgürleştirmek için en çok çabalayan bir ülke olarak pazarlamada bir dereceye kadar başarılı oldu denebilir. Evet, Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’de bir eksen vardı ama o eksen İran rejimini ve İran’ın çıkarlarını korumak için kurulmuştu, Filistin’i özgürleştirmek için değil. Filistin davası, İran’ın, sünni dünyada mezhep eksenli yayılmacı politikalarını kamuflajıydı. Kutsadığı “Direniş Ekseni”, Tahran yönetimlerinin asıl maksadını kamufle etmenin bir aracı, bir anlamda İran rejimini koruma stratejisi güden ön karakollardı.

Esed’in düşmesiyle birlikte İran sadece Suriye’deki stratejik varlığını kaybetmekle kalmayacak, Orta Doğu’nun genelindeki nüfuzunu da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Mezhep eksenli yayılmacı politikasını gözden geçirmek zorunda kalan, daha içine kapanmış, rejimini korumaya odaklanmış bir İran görebiliriz bundan sonra.

Esed ile birlikte Baas rejiminin tarihe karışması Ortadoğu’nun diğer Baas benzeri rejimlerinin uykularını kaçırdı. Arap Baharı travmasını hâlâ atlatamamış rejimlerin paçalarını tutuşturdu. Zira söz konusu rejimlerin dalkavuk medyası Suriye devrimini gerçekleştiren kadrolara karşı “Siyasal İslamcılar”, “cihadistler” “ihvancılar” gibi sözüm ona ötekileştiren, kriminalize eden etiketlemelerle devrim karşıtı inanılmaz bir şeytanlaştırma kampanyası yürütmeye başladılar. Korkarız istikrarlı bir Suriye’nin inşasının önündeki en büyük engellerden biri de işgal devleti gibi Arap Baharı travmasını bir türlü atlatamayan devrim karşıtı bu ülkeler olacak.

Hiç kuşkusuz devrimin önündeki en büyük mesele Suriye’yi parçalanmadan tek parça tutabilmek. Bu tehlike tamamen ortadan kalkmış değil. Ancak bu risk devrim öncesine göre çok daha küçülmüştür. Rejimin çökmesi, İran ve şebbihalarının, Rusya’nın devre dışı kalmış olması, Arap aşiretlerin yeni Şam yönetimi ile hareket etmeye başlamaları Suriye’nin yeni gerçekliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni gerçeklik sahadaki güç dengesini tamamen değiştirmiş, terör örgütünün sadece ABD’nin desteği ile ayakta kalmasını zorlaştıracaktır. Yani, Türkiye’nin müdahalesine bile gerek kalmadan yeni Şam yönetimi Esed rejimini çökerttiği gibi PKK-YPG’nin de ipini çekmeye çok yakındır.

Siyonistler Suriye’de ne yapmak istiyor peki? İşgal devleti ortaya çıkan güç boşluğunu fırsata dönüştürerek ileride Türkiye’nin desteği ile oluşacak güçlü bir Suriye gerçeğine karşı ön almaya çalışıyor. Türkiye’nin Suriye üzerinde üreteceği siyasi ve özellikle de askeri etkiden endişe duyan işgal devleti fırsattan istifade Suriye’deki işgalini genişleterek, Esed varken dokunmadığı Suriye’nin askeri kapasitesini tamamen ortadan kaldırarak ileride karşı karşıya kalacağı risklere karşı pozisyonu güçlendirmeye çalışıyor.

İranlı siyasiler ve medyası Esed rejiminin yıkılışının ardında ABD ve İsrail’in olduğunu ileri sürdüler. Siyonistlerin medyasından Jerusselam Post’a göre ise “İsrail Esed'in düşmesini istemedi zira ne yapacağı ya da ne yapamayacağı öngörülebilen bir Esed diğerlerine tercih edilirdi.” Ne baba Hafız Esed ne de oğul Beşar Esed işgal devletinin işgal ettiği toprakları geri almak için tek bir kurşun dahi atmadı Siyonistlere.

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 467

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.