Suriyelilerin Yerinde Olabilirdik
Düşünmeliyiz ki, bugün bizler, vahşet ve katliam diyarından gelen Sûriyeli kardeşlerimizin yerinde olabilirdik, onlar da bu cennet vatanda yaşıyor olabilirlerdi. Biz onların kapısına sığınmış olsaydık nasıl karşılanmayı bekler, gördüğümüz muâmeleye karşı ne düşünürdük?..
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin, belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın.”
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de istemedikçe, gerçek mânâda îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72)
Bu nebevî beyânın mefhûm-i muhâlifince; kendi başımıza gelmesini istemediğimiz hiçbir sıkıntıyı, din kardeşlerimize de revâ göremeyiz. İslâm, böylesine hassas bir vicdan ve diğergâm bir yürek ister. Garibe, muhtaca, kimsesize; kendimizi onların yerine koyarak bakabilmemizi emir buyurur.
Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde şöyle buyurmaktadır:
“Öyleyse yetimi sakın ezme! El açıp isteyeni de sakın azarlama!” (ed-Duhâ, 9-10)
Yine Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede de قَوْلاً مَيْسُوراً buyurmaktadır. Yani bir muhtaca infâk edecek hiçbir imkânımız yoksa, ona sırt dönmeyip en azından onu tesellî etmemizi istemektedir. Hiçbir şey veremesek bile hiç olmazsa- tatlı dille, gönül alacak birkaç söz söylememizi emretmektedir. (Bkz. el-İsrâ, 28)
Yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır…” (el-Bakara, 263)
“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın!..” (el-Bakara, 264)
CÖMERTLERİN AYNASI
Hazret-i Mevlânâ da kalbi kırık, gönlü mahzun muhtaçlara karşı son derece dikkatli olmamız gerektiğini ifâde sadedinde:
“Yoksul kişi, cömertlerin aynasıdır. Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek onu buğulandırma.” buyurmaktadır.
Bizler de bugün merhametimizin, şefkatimizin, fedakârlığımızın seviyesini, bîçâre din kardeşlerimizin gönül aynasında seyredip hâlimizi gözden geçirmeliyiz.
Zira bir Arap vecîzesinde; “مَنْ دَقَّ دُقَّ” denilmektedir. Yani kişi ettiğini bulur. Bugün iyilik eden, yarın iyilik görür. Bugün muhtaca sırt çevirene ise yarın muhtaç olduğunda sırt çevrilir…
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Birisine iyilik ettiğin zaman; «–Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zira vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç bir gün seni de biçer.”
Dünya hayatı, med-cezirlerle, iniş-çıkışlarla, acı-tatlı sürprizlerle dolu bir imtihan mevsimidir. Hayır ve şerrin Allahʼtan olduğuna inanmak, îman esaslarından biridir. Cenâb-ı Hak biz kullarını bazen hayırla bazen de şerle imtihan eder.
Yani bu imtihan âleminde nelerle karşılaşacağımız meçhul. Meşhur tâbiriyle “اَللَّيْلَةُ حُبْلٰى” geceler hâmile… Lâkin hangi sürprizlere gebe olduğu meçhul… Bu itibarla hiçbir zaman mevcut hâlimize bakıp “ne oldum” dememeli, rehâvete kapılmamalı, bilâkis “âhir ve âkıbetim ne olacak” derdiyle teyakkuz hâlinde olmalıyız.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Nisan 2016, Sayı: 362