Suriye'nin Kuzeyinde Türkiye'yi Neler Bekliyor?
Hiç kuşkusuz Türkiye’nin önündeki en öncelikli, en can alıcı konu terör meselesi. İçeride oldukça başarılı bir mücadele sayesinde terör örgütüne önemli bir darbe vurulmuş vaziyette. Ancak terörle mücadele konusunda içerideki başarıya paralel dışarıda ise terör örgütünün uzantısı PYD, Kuzey Suriye’de müttefikimiz (!) Amerika’nın marifeti ve desteği ile alan kazanmaya devam etmekte.
Eylül 2015’ten bu yana Haseke, Rakka ve Halep’te 600’den fazla Türkmen ve Arap köyünü işgal eden terör örgütü PYD bu bölgelerdeki binlerce sivili zorla göç ettirdi.
PYD’nin ABD desteği ile bölgede alan kazanması sonrası Washington yönetiminin PYD unsurlarını kendi haline bırakıp, onların bir PKK/PYD devletçiğinin alt yapısını oluşturacak adımlar atmasına izin verip vermeyeceği sorusu Ankara’nın bölgeye ilişkin en önemli kaygı sebebi olmayı sürdürüyor.
TÜRKİYE İLE ABD ARASINDA GÜVEN BUNALIMI
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken: “Hiçbir grubun Suriye’nin doğasını değiştirip kendi siyasi çıkarlarını ilerletmek adına Suriye’deki durumdan yararlanmasını desteklemiyoruz. Toprak bütünlüğü korunan ve kendi birleşik milli egemenliğine sahip bir Suriye’den yanayız. Hedeflediğimiz amaç bu.” dese de Ankara’nın, Washington’un bölgeye ilişkin niyetlerine dair çok büyük bir güven bunalımı söz konusu.
Nitekim bölgede yaşananlara bakıldığında Amerika’nın Türkiye’nin Suriye’deki ‘güvenli bölge’ projesini adım adım sabote ettiğini söylemek mümkün. ABD’nin, Azez-Cerablus bağlantısını sağlayarak bu bölgeyi PYD’ye teslim etmeye hazırlandığı yönünde ciddi kaygılar var. Terör örgütü uzantıları tarafından bizzat dillendirilenler Ankara’nın bu yöndeki kaygılarını destekliyor. PYD kaynakları özellikle sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımlarda ABD’li yetkililerin kendilerine Mare Hattı sözünü verdiğini söylerken, DAEŞ’i süpürmek için girdikleri topraklardan çıkmayacaklarını belirtiyorlar…
IŞİD’in Kobani saldırısı sonrası ABD eliyle düzenli ordu haline getirilen terör örgütü PYD’nin esas hedefinin Türkiye sınır hattını kontrol eden uydu bir devlet oluşturmak olduğu sır değil. Bu uğurda yoğun bir savaş veren örgüt, Suriye’nin kuzeyindeki demografik yapıyı değiştirmeye yönelik adımlar atmaya devam ediyor.
Türkiye, ABD-Rusya öncülüğünde ortaya çıkartılan bu tablodan çok büyük rahatsızlık duyuyor. Ancak Ankara bu rahatsızlığını dillendirmekten öte çok bir şey yapamıyor ne yazık ki.
SURİYE'NİN BÖLÜNMESİNİN ÖNÜNE GEÇEBİLECEK FORMÜL
Bu noktada siyasi analizlerde Türkiye’nin Suriye’de bir numaralı meselesinin terör örgütü PYD olduğu ve karşı karşıya olduğu riskleri minimize etmek için Ankara’nın öncelikle bütün müzakere imkânlarını kullanması gerektiği vurgulanıyor. Bu anlamda gerek ABD-Rusya gerekse İran ile gerçekleştirilecek temaslar ile Suriye’nin bölünmesinin önüne geçebilecek bir formülün bulunması için çaba sarf edilmesinin gerekliliğine vurgu yapılıyor.
Bunda başarı olunmadığı takdirde Türkiye’nin çok riskli ve maliyetli gözükse de PYD tehdidi ile yüzleşmesi gerektiği savunuluyor. Bunun çerçevesinin de Kuzey Suriye’de sınırlı bir müdahale olabileceği ifade ediliyor.
Ankara’nın PYD’ye karşı, benzer kaygıları taşıyan Esed rejimi ile ortak bir arayışa yönelebileceği ihtimali dahi zikrediliyordu siyasi kulislerde geçen ay. Belki bugün için bu ihtimalin zayıf olduğunun altı çizilmekle birlikte yarının şartlarının neler göstereceğinin açıkçası kestirilemediği vurgusu yapılarak.
Kuzey Suriye eksenindeki gelişmeler bağlamında dillendirilen bir diğer husus ABD ve Rusya himayesinde hakimiyet alanını genişleten terör örgütü PYD’nin günün sonunda ABD’yi mi yoksa Rusya’yı mı uzun dönemde stratejik partner olarak seçeceği sorusu gündeme getiriliyor.
KANDİL'DEN BAĞIMSIZ YENİ GÜÇ
Strateji ve terör uzmanı Metin Gürcan’a göre ABD, Sünni Araplar, Arap Hristiyanlar olmak üzere diğer dini, mezhepsel ve etnik grupları da YPG ile işbirliğine zorluyor. Rusya ise YPG’nin yalnızca Kürt kimliği ile boy göstermesine izin veriyor. Bu noktadan hareketle YPG’nin Rusya’ya daha fazla yakın durabileceğine ayrıca Rojava’nın Kandil’e göre Rusya’ya daha angaje olduğuna dikkat çekiyor.
Peki Türkiye medyasında sıkça iddia edildiği gibi Kandil Suriye’nin kuzeyine mi taşınıyor? Gürcan bu iddianın doğru olmadığını belirtirken Rojava’da, Kandil’den bağımsız yeni bir güç merkezinin doğduğunu ileri sürüyor.
Terör uzman Gürcan Rojava ile Kandil arasındaki farklılığı belirtirken de önemli bir ayrıntıya dikkat çekiyor. Gürcan’a göre, Kandil ile Rojava arasındaki en önemli ayrışma noktası mezhepsel;
“Genelde Kandil’de Sünni mezhebin Hanefi ve Şafi ekolleri ön plana çıkarken Kandil’in aksine Rojava’da Türk Aleviliği ve Arap Aleviliği (Nusayrilik) ekolleri ağır basıyor.
Kandil’in orta-üst düzey karar alıcılarının yaklaşık 1/3’ü Alevi ve Nusayri iken bu oran Rojava’da %60-70’lere kadar çıkıyor. Özellikle YPG içinde tam bir Alevi-Nusayri hâkimiyeti var. Mesela Rojava’nın doğu bölümünün askeri operasyonları yöneten Fehman Huseyin (Bahoz Erdal) ile batı bölümünden sorumlu Nurettin Halef Al Muhammed (Sofi Nurettin) Sünni-Şafi ekolden ziyade Nusayri ekole yakın.
Yine Türkiye’den bir Alevi olan Ali Haydar Kaytan’ın da Rojava’da ağırlığı olduğu ve PYD lideri Salih Müslim’in Ankara ziyaretlerini çok eleştirdiği de bilinen bir gerçek. Rojava’da giderek kendini hissettiren Alevi-Nusayri bloğa karşı PKK içinde Sünni kimlikleri ile öne çıkan Murat Karayılan ve Cemil Bayık’ın ne tepki vereceği önümüzdeki dönemde önem kazanacak. (Yeni Birlik Gazetesi Metin Gürcan)
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, 365. Sayı, Temmuz 2016