Tâ-Hâ Suresi 16. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Tâ-Hâ Suresi 16. ayeti ne anlatıyor? Tâ-Hâ Suresi 16. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Tâ-Hâ Suresi 16. Ayetinin Arapçası:
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
Tâ-Hâ Suresi 16. Ayetinin Meali (Anlamı):
“O halde kıyâmete inanmayan ve nefsânî arzularının peşinden gidenler, ona inanmaktan ve onunla ilgili gerçekleri anlatmaktan sakın seni alıkoymasın! Yoksa helâk olursun!”
Tâ-Hâ Suresi 16. Ayetinin Tefsiri:
Mukaddes
Tuvâ vâdisinde ateş halinde yanmakta olan ağacın arkasından gelen ilâhî vahiyle
Hz. Mûsâ’ya verilen ve can kulağıyla dinlemesi istenilen ilk tâlimatlar
şunlardır:
› Allah’tan
başka ilâh yoktur.
› Öyleyse
yalnız O’na kulluk yapılacaktır.
› Kulluk için
yapılacak ibâdetlerin başta geleni namazdır.
Allah’ı
kâmil mânada zikretmek için namaza ehemmiyet vererek devam şarttır. Çünkü
namazda hem dil, hem kalp hem de bütün azalar Allah’ı zikirle meşgul durumdadır.
Bu gerçek âyet-i kerîmede şöyle beyân edilir:
“Rasûlüm!
Sana kitaptan ne vahyediliyorsa onu okuyup başkalarına da anlat. Namazı da
dosdoğru kıl! Çünkü bütün şartlarına riâyet edilerek hakkiyle kılınan namaz,
insanı her türlü hayasızlıktan, dînin ve aklın kabul etmediği şeylerden
alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise en büyük ibâdettir. Allah, bütün yaptıklarınızı
bilir.” (Ankebût
29/45)
› Dünyada
Allah’a kulluk imtihanından geçmenin çok mühim bir sebebi vardır. O da
kıyâmettir. Kıyâmet mutlaka kopacak ve herkes iyi ya da kötü yaptığının
karşılığını muhakkak görecektir. İmtihanın sırrı olarak Allah Teâlâ, hem fert
olarak insanların ölüm vakitlerini, hem de kâinatın ölümü demek olan kıyâmet
vaktini gizli tutmuştur. Bunların vakti bilinseydi belki sır bozulabilir, şifre
çözülebilirdi.
› Sevabıyla ve
azabıyla âhiret hayatını bir an bile hatırdan çıkarmamak lâzımdır. Ona imandan
uzaklaştıracak imansızlarla ve nefsânî arzularının zebûnu olmuş bedbahtlarla
münâsebetlere dikkat edilmelidir. Bu husustaki en küçük ihmal insanın helak
olması gibi feci bir âkıbete sebep teşkil edebilir.
Yüce
Allah, “Kur’an okunduğu zaman hemen dikkat kesilerek ona kulak verin, susup
dinleyin ki rahmete eresiniz” (A‘râf
7/204) emriyle gönderdiği âyetleri kullarının dinlemesini istemekte,
onları güzelce dinleyip gereğince amel edenleri de: “Onlar ki sözü can kulağıyla dinlerler ve
onun en güzel tarafını, sevabı en çok olanını tatbik ederler” (Zümer 39/18)
diye methetmektedir. Çünkü ancak bu yolla yüce Allah’tan gelen buyrukları
anlama ve uygulama lütfuna erişilir.
Sözü
güzelce dinleyebilmek için kişinin azalarının hareketsiz durması, gözünün sağa
sola bakmaması, söylenene kulak vermesi, dikkatini toplaması ve gereğince amel
etmeye karar vermesi şarttır. İşte Yüce Allah’ın sevdiği ve râzı olduğu
dinleyiş ancak böyle gerçekleşir. Şunu bilmek gerekir ki; ilmin başı dinlemek,
sonra anlamak, sonra bellemek, sonra amel etmek, sonra da onu tebliğ ve
neşretmektir. Kul Allah Teâlâ’nın kitabına, Peygamberi’nin sünnetine, Allah’ın
sevdiği üzere samimi bir niyet ile kulak verip dinleyecek olursa, Allah da
sevdiği şekilde ona duyduklarını kavratır ve kalbinde ona bir nur verir.
Derin
bir tefekkür nazarıyla bakıldığında Mûsâ (a.s.)’a yapılan bu ilk tâlimatlarda
şöyle dakîk bir işârî mâna bulunduğu sezilir:
Tasavvuf,
“mârifetullâh” ilmidir. Kulun mârifetullâha ermesinin iki mühim adımı vardır.
Birincisi, Allah’ın dışındaki tüm varlıklardan kalben irtibat ve alâkayı kesme,
yani “fenâ fillâh” makâmıdır. İkincisi de, Allah ile bâkî olma yani “bekâ
billâh” makâmıdır. Fenâ, bekâdan önce gelir. Zira üzeri yazılı bir levhaya, bir
şeyler yazmak isteyen kişi, ancak önceki yazıları sildiği takdirde bunu
yapabilir. Ancak o levhayı sildikten sonra, ikinciyi yazabilir. İşte Allah
Teâlâ, Hz. Mûsâ’ya verdiği tâlimatlarda bu güzel sırayı göstermiştir. Önce
ayakkabılarını çıkarmasını emretmiştir ki yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı
üzere bu, gönlü, Allah’ın dışında olan her şeyden, her şeyin sevgisinden
temizlemeye işarettir. Hak Teâlâ daha sonra Mûsâ (a.s.)’a yapması gereken
hususları emretmiştir ki bunların esası da şu üç şeye dayanır:
›
Mebde ilmi yani başlangıçta ilk olarak bilinmesi gereken ilim: Bu
ilim, Allah Teâlâ’yı tanımaktır. “Şüphesiz ben Allahım. Benden başka ilâh
yoktur. (Tâhâ 20/14) bunu bildirir.
›
Vasat ilmi yani ikinci olarak bilinmesi gereken ilim: Bu kulluk
ilmi demek olup, insanın dünya hayatında yapması gereken işlerle alakalıdır. “Öyleyse
yalnız bana kulluk et, beni anmak için de namaz kıl!” (Tâhâ 20/14) bunu
anlatır. Ayrıca burada “Bana kulluk et” kısmı maddî-bedenî amellere, “beni
anmak için” kısmı ise ruhânî amellere bir işarettir. Kulluğun başlangıcı bedenî
ameller, sonu da ruhânî amellerdir.
›
Me‘âd ilmi yani âhiret ve âhiret halleriyle ilgili bilinmesi
gereken ilim. Bu ilim ise “Kıyâmet mutlaka kopacaktır” (Tâhâ 20/15)
beyânıyla haber verilir.
Yüce
Allah, emirlerine, “Şüphesiz senin Rabbin benim” (Tâhâ 20/12) beyânıyla “lütfunu”
ifade ederek başlamış; tâlimatlarının sonunda da: “O halde kıyâmete
inanmayan ve nefsânî arzularının peşinden gidenler, ona inanmaktan ve onunla
ilgili gerçekleri anlatmaktan sakın seni alıkoymasın! Yoksa helâk olursun!”
(Tâhâ 20/16) buyruğuyla “kahrını”ni göstermiştir. Rabbimiz bununla, rahmetinin
gazab ve kahrının önüne geçtiğine dikkat çekmekte ve kulun, kulluğu esnasında
mutlaka havf ve recâ, korkuyla ümit arasında olması gerektiğine işaret
etmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 21)
Bu
ilk tâlimat ve öğütlerin ardından Yüce Allah Mûsâ (a.s.)’ı ruhen yatıştırıp
peygamberliğe hazırlamak üzere onunla konuşmaya başladı:
Tâ-Hâ Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Tâ-Hâ Suresi 16. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...