Tabiîler Döneminde Sonraki Tefsir Faaliyetleri
Tabiûn dönemini takip eden diğer dönemlerde tefsîr faaliyetleri aksamadan sürdürülmüştür. Bir müddet rivâyet yoluyla devam eden tefsîr bilgileri, hicrî II. asrın ortalarından sonra tedvin edilmeye başlamıştır. Bu rivâyetler öncelikle, derlenen hadis külliyatları içinde “Tefsîr” başlığı altında toplanmış, daha sonra da tefsîrle alakalı müstakil eserler kaleme alınmıştır. İşte tabiûnden sonraki tefsir çeşitleri ve haklarında kısaca bilinmesi gerekenler...
Telif edilen ilk tefsîr kitaplarına örnek olarak şu eserler verilebilir:
- Mukâtil b. Süleymân (ö. 150/767), et-Tefsîru’l-Kebîr
- Süfyânü’s-Sevrî (ö. 161/777), Tefsîru’s-Sevrî
- Yahyâ b. Selâm (ö. 200/815), Tefsîru Yahyâ
- Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ (ö. 207/823), Meâni’l-Kur’ân
- Ebû Ubeyde Ma‘mer b. el-Müsennâ, Mecâzü’l-Kur’ân
Bu ilk tefsîrler daha ziyade Kur’an kelimelerinin izahına önem veren dil ağırlıklı eserlerdir. Bunları müteâkiben de tefsîrle alakalı telif çalışmaları artarak devam etmiştir. Bunların bir kısmının rivâyet ağırlıklı, bir kısmının ise dirâyet ağırlıklı olduğu görülür. Bu sebeple bu dönemden itibaren yapılan tefsîr çalışmaları, onlardaki hâkim renge göre bir kısım gruplara ayrılarak şöyle izah edilebilir:
-
RİVÂYET TEFSÎRİ
Rivâyet tefsîri; Kur’ân-ı Kerîm’e, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine, sahâbe-i kirâmdan nakledilen rivâyetlere, tabiûndan gelen rivâyetlere, Arap diline ve câhiliye Arap şiirine dayanan tefsîrdir. Telif tarihi sırasına göre şu eserler, rivâyet tefsîrine misal verilebilir:
- İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/923), Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîli’l-Kur’ân
- Ebu Muhammed Hüseyin b. Mesûd el-Begavî (ö. 510/1116), Meâlimü’t-Tenzîl
- İbn Atiye el-Endelüsî (ö. 546/1151), el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz
- İbn Kesîr (774/1374), Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm
- Suyûtî (ö. 911/1505), ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-me’sûr
Rivâyet tefsîrinden bahsederken “Tefsîrde İsrâiliyyât” konusuna da değinmekte fayda vardır:
İsrâiliyyât “isrâiliye” kelimesinin çoğulu olup “yahudilikten nakledilen asılsız haberler” anlamındadır. Ancak tefsîr ilminde bir terim olarak “yahudilik, hırıstiyanlık ve diğer dinlerden İslâm kültürüne, özellikle Kur’an tefsîrine girmiş olan gayr-i islâmî bilgileri” ifade etmektedir.
Kitaplarımızda, özellikle tefsîr kaynaklarımızda isrâiliyyât geniş çapta yer almaktadır. Bu bilgilerin faydalı olanları bulunduğu gibi, hiçbir faydası olmayanı hatta zararlı olanları vardır. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.) bize iki yol göstermektedir:
Birincisi: “Dinî konularda Ehl-i kitaba hiçbir şey sormayın. Zira kendileri sapıtmış olan bu insanlar sizi asla doğru yola iletmezler” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 378) hadisiyle Efendimiz (a.s.) isrâilî bilgilerin alınmasını yasaklamaktadır. Bu hadis-i şerif, meselenin caiz olmayan tarafını ifade etmektedir. Buna göre İslâm’ın inanç esasları ve genel bütünlüğü ile uzlaşması mümkün olmayan nakiller asla alınmayacaktır.
İkincisi: “İsâiloğulları’ndan nakilde bulunun. Bunda bir sakınca yoktur.” (Buhârî, Enbiyâ 50; Müslim, Zühd 72) hadisiyle de İslâm’a aykırı olmayan ve fayda sağlayan bilgilerin nakline cevaz vermiştir. Efendimiz (s.a.v.)’in bizzat kendi hadislerinde bile böyle nakiller yaptığına şâhit olmaktayız. Şiddetli yağmur sebebiyle bir mağaraya sığınan, yuvarlanan bir taşın mağaranın ağzını kapatması yüzünden orada mahsur kalan, yaptıkları güzel amellerle tevessül edip Allah’tan yardım dileyerek oradan kurtulan üç kişinin kıssası buna güzel bir misaldir. (bk. Buhârî, İcâre 12; Müslim, Zikir 100)
Şunu ifade etmemiz gerekir ki, müslümanlar gerek sözlü olarak yaptıkları nakillerde gerek yazdıkları eserlerde Peygamberimiz (s.a.v.)’in belirlediği ölçüyü tam tutturamamışlar ve çoğu zaman faydasız isrâilî rivâyetlerle tefsîrleri doldurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan peygamber kıssalarıyla ilgili nakiller bunun başında yer almaktadır:
Hz. Süleyman’ın eşleri, yüzüğü, imtihana tabi tutulması; Hz. Davud’un evliliği ve imtihanı; Hz. Eyyub’un hastalığı ve bununla ilgili olaylar; Ashâb-ı Kehf’in durumu, mağarada kaldıkları süre, köpeklerinin durumu; Peygamberimiz (s.a.v.)’in evlilikleri…
Bu ve benzeri konularla ilgili tefsîr rivâyeti olarak son derece sakıncalı bilgilerin tefsîrleri doldurduğu bir gerçektir.
Bu konuda Abdullah Aydemir’in “Tefsîrde İsrâiliyyât” eseri önemli bir çalışmadır.
-
DİRÂYET TEFSÎRİ
Dirâyet tefsîri; yalnızca rivâyetlere bağlı kalmayıp buna ilâveten dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanılarak yapılan tefsîrdir. Buna “re’y tefsîri” veya “aklî tefsîr” de denilir.
Dirâyet tefsîri yapılırken öncelikle rivâyet tefsîri için esas alınan kaynaklara müracaat edilir. O kaynaklardan elde edilen bilgilerin bağlayıcı olanları mecbûren kabul edilir. Geri kalanlar ise akıl süzgecinden geçirilerek değerlendirilir. Müfessir, güvenebileceği ve doğruluğuna kanaat getirebileceği bir bilgi bulamadığı alanlarda ise diğer ilimlerden hareketle içtihatta bulunur. Bu açıdan bakıldığında dirâyet tefsîri yapacak müfessirin, bir taraftan rivâyet tefsîr kaynaklarını kullanabilecek bir alt yapıya yani dil, kültür ve tarih şuuruna, diğer taraftan da nasları Kur’an ve sahih sünnetin ruhuna uygun bir şekilde tefsîr edecek sentez kabiliyetine ve te’vîl gücüne sahip olması gerekmektedir. (bk. Demirci, Tefsîr Tarihi, s. 160)
Bu sebepledir ki Suyûtî, müfessirin bilmesi gereken ilimleri şöyle sıralar: “Lügat, sarf, nahiv, kırâat, iştikâk, meânî, beyân, bediî, kelâm, hadis, fıkıh, fıkıh üsûlu, sebeb-i nüzûl, nâsih-mensûh ve mevhibe ilmi” (bk.Suyûtî, İtkân, II, 229-232) Ömer Nasûhî Bilmen de bunlara “ahlâk, psikoloji, sosyoloji, biyoloji, astronomi, coğrafya, tarih ve siyer ilimlerini” ekler. (bk. Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi, I, 124)
Telif tarihi sırasına göre şu eserler, dirâyet tefsîrine misal verilebilir:
- Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l-gayb
- Ömer b. Muhammed el-Beydâvî (ö. 685/1286), Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl
- Ebu’l-Berakât Abdullah b. Ahmed en-Nesefî (ö. 710/1310), Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl
- Ebussuud Efendi (ö. 982/1574), İrşâdü’l-akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kitâbi’l-Kerîm
- Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942), Hak Dini Kur’an Dili
-
İŞÂRİ TEFSÎR
İşârî tefsîr, âyet-i kerîmelerin işâret buyurduğu derin mânaları, kalbî duyuşları mevzu edinen tefsîr sahasıdır. Bu sahada daha ziyâde tasavvuf ehli iştigâl etmişlerdir. Âyetlerin işârî mânalarını ortaya çıkararak tefsîr ilminin zenginleştmesine yardımcı olmuşlardır. Kur’ân’ın tefsîrinde onun kelime ve cümlelerindeki engin deryâya dalarak nice hikmetler elde etmeye gayret etmişler ve bunun önemi üzerinde durmuşlardır. Ancak bilinmelidir ki, bu faaliyet de ölçüsüz ve kâidesiz değildir.
Âyet-i kerîmeye işârî mâna verirken şu üç hususa riâyet edilmesi gerekir:
- İşârî mânanın zâhirî mâna ile tezat teşkil etmemesi,
- Verilen mânanın kitap ve sünnetin muhtevası içinde olması,
- İşârî mâna için lafızların, siyâk ve sibâkının uygun olması.
Kur’ân-ı Kerîm’i işârî tarzda tefsîr eden eserlere şu tefsîrler misâl verilebilir:
- Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 412/1021), Hakâiku’t-Tefsîr
- Kuşeyrî, Abdulkerim b. Havazin Ebu’l-Kasım, (ö. 465/1072), Letâifü’l-işârât,
- İsmâil Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân
- Âlûsî, Şihâbuddin Seyyid Mahmud (ö. 1270/1854), Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-‘Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî
Bunların yanında Mevlânâ ve İbn Arabî gibi mutasavvıfların eserleri de pek çok âyet-i kerîmenin işârî tefsîrleriyle zenginleşmiştir.
Allah Teâlâ’nın “kelâm” sıfatının tecellîsi olan Kur’ân-ı Kerîm’e hangi yönden mâna verilirse verilsin, onun ifâde ettiği mânaların tümüyle ifadesi imkan dışıdır. Yüce Rabbimizin zât ve sıfatlarını hakkıyla kavramak muhâl olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm’i de bütün mâhiyetiyle kavramak öylece muhâldir. Ondan anladıklarımız, ancak deryâdan bir katre mesâbesindedir. Şu âyet-i kerîme bu gerçeği ne güzel dile getirir:
“Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa, arkasından buna yedi deniz daha eklense, imkânı yok, Allah’ın kelimeleri yazmakla bitmez. Muhakkak ki Allah, kudreti dâima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” (Lokmân 31/27)
Cenâb-ı Hak, kendi kelimelerinin muhtevâsını, bir bakıma beşerî kelimelerin muhtevâsının üzerine çıkarmakta ve onların sonsuzluğunu ifâde ederek âdetâ daha derin nasipler ve hisseler alınmasını murâd etmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in bu husûsiyetini, Resûlullah (s.a.v.):
“…Kur’ân’ın her an ortaya çıkan bediî (daha önce keşfedilmemiş) mânaları tükenmez…” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 14) sözleri ile ifâde etmiştir.
Hazret-i Mevlânâ da bu hususta:
“Kur’ân-ı Kerîm’in zâhirini bir okka mürekkeple yazmak mümkündür. İhtivâ ettiği bütün sırları ifâde etmeye ise sâhilsiz deryâlar mürekkep, yeryüzündeki bütün ağaçlar da kalem olsa yine de kifâyet etmez” der.
Yukarıda geçen âyet ve hadisteki ifâdeler, Kur’ân-ı Kerîm’in kâinattaki bütün hakîkatlerin kâmil bir manzûmesi olduğunu ve bütün gerçeklerin onda birer nüve hâlinde bulunduğunu gösterir. Zîrâ bu tür bilgi ve gerçeklerin Kur’ân-ı Kerîm’deki mevcûdiyeti, sarâhat cihetiyle olsaydı, onun sonsuz bir hacme ulaşması gerekirdi. Bu bakımdan bazı gerçekler sarâhaten, fakat pek çoğu da delâlet cihetiyle yer alır. Bu nevî sırrî gerçekleri bulup ortaya çıkarmak, ancak ilimde rusûh sahibi olmakla yâni incelikleri kavramaya istîdâdlı bir akl-ı selîm ve kalb gözüyle mümkündür.
Bu gâyeye dayalı olarak, yukarıda da işaret edildiği üzere, müfessirlerin bilmesi gereken ilimler sayılırken, Allah Teâlâ’nın müstesnâ kullarına bahşettiği “vehbî ilim” de yer almaktadır. Bu ilim ise, ancak Allah Teâlâ’ya karşı takvâ, mahlûkâta karşı tevâzu, dünyaya karşı zühd ve nefse karşı amansız bir mücadele ile elde edilebilir. Nitekim, “Bildiğiyle amel edenlere, Allah bilmediklerini de öğretir” (Ebû Nuaym, Hilye, X, 15) hadis-i şerifi bu gerçeğe işaret eder.
Bu bakımdan Allah’ın âyetlerini anlamaya mânî kibir, ucub, hased, dünya sevgisi gibi kalbî hastalıklar, tasavvufî terbiye ve tasfiye ile tedâvî edilmediği müddetçe, Kur’ân’ın esrârından hisse alabilmek mümkün değildir. Nitekim:
“Dünyada haksız yere kibirlenip büyüklük taslayanları, âyetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım” (A‘râf 7/146) âyet-i kerîmesi bunu açıkça ifâde eder.
O halde Kur’an, kâinat ve insanın esrârından hisse alabilmek için mânevî terbiye ve tasfiyeyle kalb âleminde terakkî kaydedilmesinin zarureti ortaya çıkmaktadır.
-
KONULU TEFSÎR
Konulu tefsîr, “Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bir konuyu âyetlerin iniş sırasını dikkate alarak belli esaslar çerçevesinde ve Kur’an’ın temel kâide ve hedeflerine uygun tarzda her yönüyle araştırıp ortaya koyma” metodudur.
Böyle bir metotla ortaya çıkan kaliteli çalışmalar, Kur’an’ın o konuyu nasıl ele aldığını ve buradan hangi sonuçlara ulaşmak istediğini anlamada daha pratik sonuçlar sağlamaktadır.
Konulu tefsîr metodu üç kısma ayrılır:
- Kur’ân-ı Kerîm merkezli konulu tefsîr:
Bu alanda ya bir “konu” veya bir “kavram” ele alınarak incelenir. Konu tefsîri daha geniş çerçeveli, kavram tefsîri daha dar çerçevelidir. “Kur’an’da Kadın” konulu tefsîre, “Kur’an’da Takvâ Kavramı” ise kavram tefsîrine örnek verilebilir.
- Sûre merkezli konulu tefsîr:
Burada da iki türlü bir çalışma yapılabilir:
Sûredeki tek konunun tefsîri. Örnek: “Nisâ Sûresinde Mîras.”
Sûrenin tüm konularının tefsîri. Örnek: “Nisâ Sûresi Tefsîri”
- Âyet merkezli konulu tefsîr:
Kur’an’daki bir âyet merkeze alınarak onunla ilgili diğer âyetlerden, ayrıca sünnet, sahâbe ve tabiun sözlerinden, başka müfessirlerin görüşlerinden ve diğer bilgilerden hareketle âyetin ele aldığı konuları incelemektir. Örnek: “Âyete’l-Kürsî Tefsîri”, “Müdâyene Âyeti Tefsîri”
Konulu tefsîr metodunda takip edilecek safhaları şöyle izah edebiliriz:
- Kur’an’dan bir konu seçilir ve buna uygun bir başlık bulunur. Örnek: “Kur’an’da Mü’min Şahsiyeti”
- Konuyla ilgili âyetlere tespit edilir. Bunların Mekkî-Medenî ayırımı ve iniş sırasına göre tasnifi yapılır.
- Bütün âyetler gözden geçirilip tefsîrlerden okunarak konunun çerçevesi belirlenir.
- Kapsamlı plan hazırlandıktan sonra belli bir sistematik içinde konu işlenir.
- Konuyla ilgili hadisler, sahâbe sözleri ve tabiûn açıklamaları ve konuyla ilgili diğer yardımcı unsurlar dikkate alınır.
-
DİĞER TEFSÎR ÇEŞİTLERİ
Yukarıda kısaca izaha çalıştığımız dört ana tefsîr çeşidinin yanında, ağırlık verdiği cihete göre başka tefsîr çeşitleri de vardır. Bunlar;
- Ahkâm âyetlerinin tefsîrine ağırlık veren “Fıkhî tefsîrler”:
Fıkhî tefsîrler, Kur’an’daki ahkâm âyetlerini açıklamalarından dolayı genellikle “Ahkâmü’l-Kur’ân” diye isimlendirilmişlerdir:
- Mukâtil b. Süleyman (ö. h. 150 )’ın “Tefsîrü’l-Hams Mie Âye mine’l-Kur’ân” adlı eseri ilk yazılı fıkhî tefsîr olarak kabul edilmektedir.
- İmam eş-Şafii’nin (ö. h. 204) “Ahkâmu’l-Kur’ân”ı,
- Hanefi âlim Cessâs (ö. h. 370 )’ın “Ahkâmü’l Kur’ân”ı,
- Malikî mezhebine mensup Ebu Bekir İbnu’l-Arabî (ö. h. 543)’nin “Ahkâmü’l-Kur’ân”ı ile
- Yine Endülüslü Malikî âlim Kurtubî (ö. h. 671)’nin “el-Cami‘li ahkâmi’l-Kur’ân”ı fıkhî tefsîrlere örnek olarak verilebilir.
- Mutezile, Şia ve Hâricî gibi belli bir mezhebin görüşlerine ağırlık veren “Mezhebî tefsîrler”:
- Meşhur müfessir Cârullâh Zemahşerî (ö. h. 538)’nin “Keşşâf” isimli tefsîri Mutezile mezhebî tefsîrine,
- Ebû Ali el-Fadıl et-Tabressî (ö. h. 548)’nin “Mecme‘u’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân”ı Şiâ tefsîrine,
- Muhammed b. Yûsuf İtfiyyîş (ö. h. 1332)’nin “Himyânu’z-zâd ilâ dâri’l-meâd” isimli eseri de Haricî tefsîrine örnmek verilebilir.
- Kur’an’ın bir kısım ilmî gelişmelere ışık tutan âyetlerini tefsîre ağırlık veren “Fennî tefsîrler”: Bu tefsîr akımını ilk olarak ortaya koyan Allâme İmam Gazalî (öl. h. 505)’dir. Bu tefsîrin klasik örneği Fahreddin Râzî’nin Mefâtîhu’l-gayb isimli tefsîridir. Asrımızdaki en önemli temsilcisi ise Mısırlı âlim Tantavî Cevherî (öl. h. 1359)’dir. 25 ciltlik “el-Cevâhir fî tefsîri’l-Kur’ân” adlı tefsîrini Kur’an’ın fennî tefsîrine tahsis etmiştir.
- Kur’ân-ı Kerîm’in dil ve edebiyat inceliklerine ağırlık veren “Edebî tefsîrler”: Şehîd müfesir Seyyid Kutub’un meşhur Fî Zılâli’l-Kur’ân isimli tefsîri bu tefsîr çeşidine güzel bir örnek olabilir.
- Kur’ân-ı Kerîm’in İslâm toplumunu terbiye edip geliştirecek esaslarının izahına ağırlık veren; Kur’an’ın yorumunda bidat ve hurafeleri nakletmekten kaçınarak onun hidayet kitabı olmasının öne çıkarılması gerektiğini belirten, geçmişteki bazı tefsîrleri uydurma haberler içerdikleri gerekçesiyle eleştiren tefsîr akımı, “İçtimâî tefsîrler” olarak hülasa edilebilir. Reşîd Rızâ (ö. h. 1354)’nın el-Menâr ve Ahmed Mustafa el-Merâğî (ö. h. 1371)’nin Tefsîru’l-Merâğî isimli eserleri bu alanın örnekleridir.
Bu alanlara dâhil olabilecek pek çok tefsîr kaleme alınmış ve günümüze kadar da intikal etmiştir. Böylece elimizde binlerce cilt olarak ifade edilebilecek büyük bir tefsîr mirâsı oluşmuştur.
-
TÜRKİYE’DE TELİF EDİLEN TEFSÎRLER
Türkiye’de özellikle son bir asırlık süre içinde Kur’ân-ı Kerîm’in Tükçe mealleri yapılmış ve tefsîri yazılmıştır. Bu arada pek çok Arapça tefsîrin de tercümesi yapılmıştır. Biz burada mealleri ve tercüme tefsîrleri ayrı tutarak önemli Türkçe tefsîrlerden bazılarını örnek vereceğiz:
- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili
- Ömer Nasûhî Bilmen, Kuran-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsîri
- Mehmet Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyân
- Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsîri
- Komisyon, Kur’an Yolu
Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsîr Usûlü ve Tarihi, Erkam Yayınları