Tarihte bu ay neler oldu? İşte takvimlere düşen önemli olaylar...
Çocuklarımızı tek başımıza biz mi büyütüyoruz, yoksa onlar televizyonların, dizilerin ve internet sitelerinin çocuğu olarak mı büyüyorlar? Ne kadar bizim rengimizi taşıyorlar? Biz, ne kadar kendi renklerimize büründük? Acaba hercâî bir model ile, herkesten farklı farklı renkler devşirerek “İslâm’ın rengini”, “Allâh’ın boyasını” oluşturacağımızı mı düşünüyoruz?
Önce “Niye Kadınlar Günü?” diye başlayalım sözlerimize, sonra da bu günün tarihine bir uzanalım.
Gönül, öyle mûcizevî bir yaratılışa sahip ki, onda şifâhâne de var, çilehâne de... Gül bahçeleri de var, ateş çukurlarında yanmak da… O ateşlerde pişip kemâle ermek de var, kül olup özünü kaybetmek de...
Münâfıklar, içten pazarlıklı, kendilerini “uyanık” ve “akıllı” sayan tiplerdir. Gönülleri kâfirlerle birlikte atarken, dilleri müslüman olduklarını söyler. Akılları, bedenleri, kalpleri birbirinden ayrı çalışır. Müslümanların arasında yaşadıkları için, onlar gibi görünmek zorundadırlar. Onlar gibi namaz kılmak, onlar gibi zekât vermek ve cihada gitmek zorundadırlar. Ancak ayaklarını sürüye sürüye bunları yaparlar.
Her kestane ağacı, kestanelerinin büyüklüğü, tadı ve soyulabilirliği açısından çeşitlilik gösterir. Kestaneleri seçerken, renklerinin güzel olmasına ve sert olmalarına dikkat edilmeli.
Çikolatalı mozaik tarifi...
“Bakmak, göz atmak” mânâlarına gelen “nazar” kelimesini duyduğumuzda, genelde ilk akla gelen yönü, “göz değmesi” olur ve halk tarafından “zararlı” kabul edilir. Hâlbuki nazarın bir de gönüllere şifâ olan, güzel bir şekli vardır. Ve o nazar, öyle güzeldir ki, değmesinden korkulmaz, değsin diye duâ edilir…
Kimi seviyoruz, niçin seviyoruz, ne kadar seviyoruz ve nereye kadar seviyoruz? Bütün sevdiklerimize, bu ölçüyle bakarsak ve bu sevginin ziyadeleştiği dönemlerde, tekrar itidale dönersek; hep kârlı oluruz. Aksi hâlde hem kendimize, hem de sevdiğimize maddî-mânevî zarar vermiş oluruz.
Dünya tam mânâsıyla terk edilmeden Allah aşkı başlamaz gönülde... Olan da yalancı bahar gibidir. Hazret-i Mevlânâ dünyayı terk etmenin üç basamağını açıklıyor.
İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)
...Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.
“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.
İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)
Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.
Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.
Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)
Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.
İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.
İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.