Taha Suresinin 55. Ayeti Ne Anlatıyor?

Taha suresinin 55. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? İnsanın topraktan geldiği ve yine toprağa gideceğini bildiren âyet; Taha suresinin 55. ayetinin Arapçası, meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Taha Suresinin 55. ayetinde şöyle buyrulur:

Taha Suresi 55. Ayet Arapça:

مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى

Taha Suresi 55. Ayet Meali:

Sizi ondan yarattık, yine ona döndüreceğiz ve sonra oradan bir defa daha çıkaracağız. (Tâ-Hâ, 20/55)

TOPRAKTAN TOPRAĞA YOLCULUK

Bilgi:

Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun -aleyhumusselâm- Firavun’a giderek onu ve halkını Allah’a davet etmişlerdi. Fakat Firavun “sizin Rabbiniz de kimmiş?” diyerek kibirlendi. Firavun’un bu sorusu karşısında Hz. Mûsâ -aleyhisselâm-, Allah’ı anlatmaya başladı. Rabbimiz, Firavun’un bu kibrinden bahsettikten sonra, insanı topraktan yarattığını, tekrar onu toprağa döndürüp hesap vermek üzere dirilteceğini haber vermektedir. Bu, dikkat çekicidir. Böylece Yüce Allah, insanı basit bir topraktan yarattığını, dünyanın fani olduğunu ve kibirlenmeye yer olmadığını hatırlatmaktadır.

Mesaj:

  1. İnsanı yoktan var eden onu tekrar yaratmaya kâdirdir.
  2. Kibir, topraktan yaratılmış olan insanın haddini aşmasıdır.

Kelime Dağarcığı:

Halaknâküm: Sizi yarattık.

Firavun: Eski Mısır krallarının unvanı.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

Taha Suresi 55. Ayet Tefsiri:

  1. Mûsâ: “Rabbimiz, her şeye yaratılışındaki temel özellikleri veren, sonra onu yaratılış gâyesine uygun biçimde yola koyan Allah’tır” diye cevap verdi.
  2. Firavun: “Öyle ise geçmiş nesillerin hâli ne olacak?” diye sordu.
  3. Mûsâ şöyle cevap verdi: “Onlara dair bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim asla şaşırmaz, yanlış yapmaz ve unutmaz.”
  4. “Yeryüzünü size döşek yapan, orada sizin için yollar ve geçitler açan, gökten yağmur yağdırıp su indiren yine O’dur.” İşte biz o suyla türlü türlü bitkilerden çift çift bitiriyoruz.
  5. O bitkilerden hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için nice dersler, nice deliller vardır.
  6. Sizi topraktan yarattık, yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi diriltip oradan çıkaracağız.

Firavun Hz. Mûsâ’ya iki sual sorar:

İlk olarak, dillerinden düşürmedikleri Rablerinin kim olduğu hakkında bilgi ister, Mûsâ (a.s.) da O’nu sıfatlarıyla tanıtır. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın zâtını tanımak imkânsızdır. O, ancak sıfatları ve fiilleriyle tanınır. Buna göre hepimizin Rabbi, her türlü varlığı yaratan, her birine yaratılış gayelerini, ihtiyaçlarını ve onlardan sağlanacak faydaları dikkate alarak hususi şekil ve özellikler veren, aynı zamanda her birine yürüyecekleri yolu gösteren, yapacakları işi öğreten Allah’tır. Rahatlıkla görüleceği üzere Yüce Rabbimiz, her bir varlığa kendisine münâsip ve ondan beklenen faydaya elverişli bir tabiat vermiştir. Meselâ; eli tutmak, ayağı yürümek, dili konuşmak, gözü görmek, kulağı işitmek için yaratmıştır. Her bir varlığın böyle özel yaratılış sebep ve hikmeti vardır. Cenâb-ı Hak onları, bu hikmetlerin gerçekleşmesi için hareket ettirmektedir.

Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bu mânaya işaret ederek şöyle buyurur:

“Amellere sarılın; zira herkese niçin yaratıldıysa o şey kolaylaştırılmıştır.” (Buhârî, Kader 4; Müslim, Kader 6) Hadis-i şerife göre Allah mü’mini iman feyzini kabule hazır olarak yaratmış, sonra da onu peygamberlerin davetini kabule ve onlara uymaya yönlendirmiştir. Kâfir ise kahrı, rüsvaylığı ve peygamberlere isyânı kabule müsait halde bulunmaktadır.

İkinci olarak Firavun, önceden gelip geçmiş olup Allah’ın birliğini inkâr eden ve putlara tapan nesillerin hallerinin nice olduğunu sorar. Mûsâ (a.s.), büyük ihtimalle konuyu değiştirmek için sorulan bu sorunun cevâbına fazla girmeden yine fırsatı değerlendirerek, Firavun’u inanmaya çağırdığı Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarını anlatmaya devam eder. Geçmiş ümmetlerin hali de dâhil her şeyin ilminin Allah katında Levh-i Mahfûz’da kayıtlı olduğunu, yani Allah’ın her şeyi çok iyi bildiğini, O’nun şaşırmasının, yanılmasının ve unutmasının söz konusu olmadığını bildirir. Sonra da tabiattan Allah’ın birliğini, kudret ve azametini gösteren canlı deliller ileri sürerek Firavun’un taştan katı kalbini yumuşatmaya çalışır: Allah, yeryüzünü bizim için bir döşek, yani hayatımızın idâmesi için lâzım gelen bütün imkânların hazırlandığı müsait bir mekan kılmış[1], orada yürümemizi sağlayacak yollar var etmiş, canlılığın olmazsa olmaz şartı olan suyu gökten indirmiştir. O su vasıtasıyla hem bizim hem de hayvanlarımızın istifade edeceği bitkiler, mer’alar, meyve ve sebzeler bitirmektedir. Aklı olan herkes[2] bunlardan hareketle o Yüce Yaratan’ın varlığını, birliğini, ulûhiyet ve rubûbiyetini tanır, O’na teslim olur. Hem o toprağa öyle kuru bir toprak gözüyle bakmamak gerekir. Onda nice sırlar gizlidir. Burada sadece şunu belirtmek yeterli olacaktır:

Allah bütün insanları ondan yaratmıştır ve yaratmaktadır. Eceli gelip ölenleri oraya döndürmekte, ruhsuz bedenleri çürümüş toprak haline getirmektedir. İşin en dikkat çekici tarafı ise, vakti gelince bütün insanları ondan tekrar ruhlarıyla ve bedenleriyle beraber çıkaracaktır! O halde kim olduğumuzun, nasıl bir dünyada bulunduğumuzun, niçin yaratılıp niçin yaşatıldığımızın, nereden gelip nereye gittiğimizin farkına varma vakti henüz gelmedi mi? Bu hususta Ömer b. Abdülaziz’le alakalı şu hâdise çok ibretli ve fevkalade tesirlidir:

Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî şöyle anlatır:

Ömer b. Abdülaziz’le Medine-i Münevvere’de karşılaşmıştım. O zaman genç, yakışıklı, ter ü tâze ve bolluk içindeydi. Daha sonra halîfe olunca yanına gittim, izin istedim, izin verilince içeri girdim. Ömer b. Abdülaziz’i görünce şaşırdım ve ona şaşkın şaşkın bakmaya başladım. Bana:

“–Ey İbn Kâ‘b! Neden öyle şaşkın bir vaziyette bakıyorsun?” dedi.

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Renginiz uçmuş, bedeniniz yıpranmış, saçlarınız ağarmış ve dökülmüş! Sizi bu hâlde görünce hayretimi gizleyemedim” dedim.

Bunun üzerine bana şunları söyledi:

“–Ey İbn Kâ‘b! Beni kabre konduktan üç gün sonra görsen kim bilir ne kadar şaşıracaksın? O zaman karıncalar gözlerimi çıkarmış, gözlerim yanaklarımın üzerine akmış, ağzım burnum da kan ve irinle dolmuş olur. İşte o zaman beni hiç tanıyamaz ve daha çok şaşırırsın. Şimdi bunları bırak da sen bana İbn Abbas’ın Resûlullah (s.a.s.)’den rivayet ettiği hadîsi tekrar et…” (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 300/7706)

Bütün bunlara rağmen şu da bir gerçek ki, kalp gözleri iyice körleşmiş öyle kâfirler var ki bu apaçık delillerin hiçbirini göremez, inkârları içinde tükenip giderler.

Dipnotlar:

[1] Allah yeryüzünü bedenler için bir karargâh, bedenleri kendine kulluk için bir karargâh, kalpleri mârifeti için bir karargâh, ruhları muhabbeti için bir karargâh ve sırları da müşâhedesi için bir karargâh kılmıştır. (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 265) [2] Âyette “akıl” mânasında اَلنُّهٰى  (nühâ) kelimesi kullanılmıştır. Bu, اَلنُّهٰى (nühye) kelimesinin çoğuludur ve “yasaklamak, alıkoymak” mânasına gelmektedir. Akıl insanı bâtıla uymaktan, kötülük işlemekten alıkoyduğu için ona bu isim verilmiştir. “Akıl” mânasına gelen diğer bir kelime de “hicr”dir. Bu kelimede de yine yasaklama, engelleme ve alıkoyma mânaları vardır. Demek ki aklın en mühim vazifesi, öncelikle kişiyi yanlış düşünce, söz, fiil ve davranışlardan uzaklaştırmak, sonra da faydalı olan şeylere yönlendirmektir. Bu açıdan bakıldığında “akıl” ile “takvâ” arasında ne derin bir irtibat olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. O halde en akıllı kişiler, Allah’a karşı takvâsı yani O’na olan korku ve muhabbeti en çok olan kimselerdir. Zaten Allah katında en değerli insanların da takvâ bakımından en üstün kimseler olacağı beyân edilmektedir. (bk. Hucurât 49/13)

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

“İNNÂ LİLLÂHİ VE İNNÂ İLEYHİ RÂCİÛN: BİZ ALLAH’TAN GELDİK, ALLAH’A DÖNECEĞİZ” HADİSİ

“İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Râciûn: Biz Allah’tan Geldik, Allah’a Döneceğiz” Hadisi

ÖLÜM VE AHİRETE HAZIRLIK İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Ölüm ve Ahirete Hazırlık ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.