Taif'den Gelen Sakif Kabilesinin Hidayeti
Tâif’te yaşayan Sakîf kabilesi, Mekke’nin fethinden sonra Paygamberimizin (s.a.v) yanına gelerek İslam'a girmek istediler. Sakîf kabilesi İslam'a girmek için hangi şartları öne sundu? Bunlar kabul edildi mi?
Tâif’te yaşayan Sakîf kabilesi, Mekke’nin fethinden sonra işlerinin giderek zorlaştığını, etraflarının müslümanlar tarafından kuşatıldığını ve neredeyse nefes alamayacak duruma geldiklerini görüyorlardı. Kendilerini ve mallarını emniyete almak için 9. senenin Ramazan’ında Medîne’ye bir heyet gönderdiler. Allah Rasûlü (s.a.v) o esnada Tebük’ten dönmüşlerdi.
Rasûlullah (s.a.v), Sakîf heyetini, kalpleri yumuşasın diye, mescidde misâfir ettiler.[1] Temsilciler, geceleyin okunan Kur’ân-ı Kerîm’i, ashâbın teheccüd namazında okuduğu sûreleri ve müslümanların beş vakit namazlarında saf oluşlarını seyrediyorlardı.[2]
SAKİF KABİLESİNİN İSLAM’A GİRMEK İÇİN ŞARTLARI
- Sakîf heyeti namazdan affedilmeleri şartıyla îmân ve itaat edeceklerini bildirdiler. Allah Rasûlü (s.a.v), onların bu tekliflerini:
“Rükûsuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur” diyerek reddettiler. (Ebû Dâvûd, Harâc, 25-26/3026; Ahmed, IV, 218)
- Sakîf kabilesi temsilcileri, Allah Rasûlü ile kendi aralarında gerçekleşen anlaşmayla ilgili barış ve yazı işleri tamamlandığı zaman, orada bulunan (Lât) putunun üç sene müddetle yıkılmayıp bırakılmasını talep ettiler. Allah Rasûlü (s.a.v) onların bu dileklerini kabul etmediler. Sakif temsilcileri:
“−İki sene tehir et!” dediler. Rasûlullah yine kabul etmediler.
“−Bir sene tehir et” dediler. Allah Rasûlü (s.a.v) yine kabul etmediler.
“−Tâif’e vardıktan bir ay sonraya tehir et!” dediler. Efendimiz, Lât putunu yıkmak için bir vakit tayinine kesinlikle yanaşmadılar.
- Temsilcilerin böyle yıkım işinin geri bırakılmasını ısrarla istemeleri, Sakîf halkının bazı mutaassıp kimselerinden korktukları içindi. Onlar, kavimlerini müslüman oluncaya kadar (Lât) putunun yıkımıyla heyecana ve korkuya düşürmeyi uygun görmüyorlardı. Çaresiz kalınca, putlarını hiç olmazsa kendi elleri ile yıkmaktan affedilmelerini istediler.
Allah Rasûlü (s.a.v):
“−Olur, ben onu kırmayı ashâbıma emrederim. Putunuzu kendi elinizle yıkmaktan sizi affediyoruz” buyurdular. (İbn-i Hişam, IV, 197; Vâkıdî, III, 967-968)
Put kırılırken Sakîf kabîlesinin kadınları evlerden dışarı çıkıp yas tutarak ağladılar. Fakat İslâm’ın yüceliğini ve ahlâk yapısını öğrendikçe, hepsi de hâlis birer müslüman olup putların isimlerinden bile nefret ettiler.
Böylece, Allah Rasûlü’nün, Tâiflilerin zulüm ve düşmanlıklarına rağmen onların hidâyeti için yapmış olduğu duâları, Hak katında makbûl oldu.
Sakîf temsilcilerine İslâm’ın farzları ve ahkâmı öğretildi. Rasûlullah (s.a.v), Ramazân’ın kalan kısmında oruç tutmalarını da onlara emrettiler. Bilâl-i Habeşi, onların sahur ve iftar yemeklerini yanlarına götürürdü.[3]
Allah Rasûlü (s.a.v), kendisine gelen heyetlerle sabah-akşam ne zaman müsâit olursa gidip görüşür, meselelerini uzun uzun konuşurlardı. Sakîf heyetiyle de mûtad olarak her yatsı sonu buluşan Allah Rasûlü (s.a.v), bir keresinde ayakta konuşmaları bir hayli uzadığı için zaman zaman vücûdunun yükünü bir ayağına bindirerek diğerini dinlendirme ihtiyâcı hissetmişlerdi.[4]
SİZ KUR’ÂN’I NASIL HİZİPLEYİP OKURSUNUZ?
Sakîf temsilcilerinden Evs bin Huzeyfe (r.a) şöyle anlatır:
“Rasûlullah (s.a.v) bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmediler:
«–Yâ Rasûlallâh! Yanımıza gelmekte niçin geç kaldınız?» diye sorduk. Allah Rasûlü (s.a.v):
«–Her gün Kur’ân’dan bir hizb okumayı kendime vazîfe edinmişimdir. Bunu yerine getirmedikçe, gelmek istemedim» buyurdular.
Sabaha çıkınca ashâb-ı kirâma:
«–Siz Kur’ân’ı nasıl hizipleyip okursunuz?» diye sorduk. Onlar:
«–Biz sûreleri, ilk üçünü bir hizb, sonra devâmındaki beş sûreyi ikinci bir hizb, daha sonra sırayla yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi birleştirerek birer hizb yaparız. En son olarak da Kâf Sûresi’nden sonuna kadar mufassal sûreleri bir hizb yaparak Kur’ân-ı Kerîm’i (yedi kısımda) okuruz» dediler.” (Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce, Salât, 178)
[1] Ahmed, IV, 218.
[2] Vâkıdî, III, 965.
[3] Vâkıdî, III, 968.
[4] Ebû Dâvûd, Şehru Ramazân, 9/1393. Bkz. Tirmizî, Salât, 12/169.