Takvâ Üzere Bir Kulluk

İslâm dîni, ölümü çok çok hatırlamayı ve ona dâir hazırlıklar ile meşgul olmayı, uyanık ve ârif bir kalbin en kıymetli sanat ve mahâreti olarak saymıştır.

Âyet-i kerîmede, korkulu bir istikbal gününün geleceği bildirilmektedir. Ancak Rabbi ile dost olanlar için “o gün korku ve hüzün yoktur” müjdesi verilmektedir.

Cenâb-ı Hak, ilâhî kudret ve azametini, bu büyük nizâmın sırlarını, bilhassa kıyâmet ve âhireti tefekkür etmemizi ve bunların neticesinde takvâ üzere güzel bir kul olmamızı arzu etmektedir. Bu rûhânî tefekkürler; huşû hâlini kazandırarak ibâdetleri kolaylaştırır, şükrü artırır, kalplerde esmâ-i ilâhiyyenin tecellîleri karşısındaki duyuşları derinleştirir. İnsan, ilâhî kudret ve azamet karşısındaki aczini ve dâimâ Rabb’ine muhtaç olduğunu idrâk eder. Esâsen hayatın bir mânâsı da, nefsâniyet, ihtiras ve benliği bertarâf ederek “kalb-i selîm” tahsîline yönelmektir.

GÂFİLÂNE HAYATIN NETİCESİ

Dünyada kıyâmet gerçeğinden habersiz yaşayıp nefsânî arzularının tatminsizliği içinde fânî ve gelgeç sevdâların câzibesine kapılmak, ebedî istikbâl karşısında ne korkunç bir hüsrandır! Böyle gâfilâne bir hayatın neticesi, binbir türlü nedâmet çırpınışlardan ibârettir. Necip Fâzıl, bu gaflete düşmekten şöyle îkâz eder:

Yağız atlı süvâri, koştur atını, koştur!

Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları…

Bu sebeple, sâlih bir kul olarak bu fânî âleme vedâ edebilmek için sayılı olan nefeslerimizi, son nefese ve husûsiyle de kıyâmetin o dehşetli gününe hazırlamak îcâb etmektedir.

Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’deki yeminlerine diğer bir örnek:

“Güneşe ve onun ışığına yemin ederim ki…” (eş-Şems, 1)

Rabbimiz bu yemin ile, güneşte sergilediği ilâhî kudret tecellîlerinin farkında olmamızı murâd etmektedir. Hayat ve kâinâta ibretle nazar eden bir mü’min, güneşi seyrederken de ilâhî kudreti hissedecek, bu azamet karşısından titreyecek; “Aman yâ Rabbi! Sen ne büyük sanat ve kudret sahibisin!” diyecektir.

GÜNEŞ İLE İLGİLİ İBRETLİK TESPİTLER

Hayat ve kâinâta dâir hakîkatleri neşretmek husûsunda dâimâ Kur’ân-ı Kerîm önde gitmekte, beşerî ilim arkadan gelmektedir. Bugünkü astrofizik ilminin güneş ile ilgili tespitleri şöyledir:

Güneş ile Dünya arasındaki uzaklık, 150 milyon kilometredir. Güneş’in yaşı yaklaşık 5 milyar yıldır. Isısını kendi merkezindeki nükleer ocaktan alıp harâretini, ışığını ve milimetre şaşmayan seyrini devam ettirir. Güneşin içerisine Dünya gibi tam 1.300.000 tane gezegen sığar. Yüzey sıcaklığı 6.000 santigrat derece, iç sıcaklığı ise 20 milyon santigrat derecedir. Saatte 720.000 kilometrelik muazzam bir hızla yol alır.

Güneş’te her saniye 564 milyon ton hidrojen 560 milyon ton helyuma dönüşür. Aradaki 4 milyon tonluk gaz maddesi de ışın hâlinde yayılır. Tükenip yok olan kütleye göre hesap yaparsak, Güneş saniyede 4 milyon ton, dakikada ise 240 milyon ton madde kaybetmektedir. Ancak güneşin bu güne kadar kaybettiği madde, kendi kütlesinin 5.000’de 1’idir.

Bu muazzam kütlesine rağmen Güneş, Samanyolu galaksisinde bulunan, tahminen 200 milyar yıldızdan sadece birisidir.

Ziyâ Paşa’nın ifâde ettiği gibi:

İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez,

Zirâ bu terâzî bu kadar sıkleti çekmez.

Velhâsıl güneşin doğuşunu, batışını, bütün mahlûkâtın onunla hayat bulduğunu, saniye şaşmayan ilâhî bir takvim olduğunu düşünerek kalbin bu ilâhî kudret tecellîsi karşısında hassâsiyet kazanması icab eder.

HİÇLİĞİNİN İDRAKİ İÇİNDE GÜZEL BİR KULLUK

Asırlar ilerledikçe bu yeminlerin mâhiyet ve hikmetleri daha da derinden idrak edilecektir. İnsan, Âlemlerin Rabbi’ne karşı dâimî bir acziyet ve hiçlik durumunda bulunduğunun idrâkiyle güzel bir kul olabilmeye gayret etmelidir. Bu hakîkate binâendir ki:

“Nefsini tanıyan, Rabbini tanır!” buyrulmuştur. Yâni ilâhî kudret ve azametin sonsuzluğu karşısında kendi hiçliğini idrâk eden kul, mârifetullâh yolunda mesafe almaya başlamış demektir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır bir takvâ ile korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)

Yâni Allah Teâlâ’nın beşer idrâkine sığmayan kudret ve azametini tefekkür edip, O’nun yüceliğine yaraşır bir şuur ve idrâk ile kulluk hayatı yaşamak îcâb eder. Zîrâ irfân ehli bir zâtın ifâdesiyle:

“Bu dünya, akıl sahibi olgun kimseler için seyr-i bedâyî (ilâhî sanatı hayranlıkla tefekkür etmek); ahmaklar için ise yemek ile şehvetten ibârettir.”

Sâdî-i Şîrâzî ne güzel söyler:

“Olgun kimseler nazarında ağaçtaki tek bir yaprak bile mârifetullâh için koca bir dîvandır. Gâfiller içinse yeryüzündeki bütün ağaçlar, tek bir yaprak bile değildir.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.