Takvanın Üç Derecesi!
Takvâ hayatı yaşamak demek; Cenâb-ı Hakk’a dost olabilmek, cenneti kazanabilmek, cennetin güzelliklerinden, derinliklerinden, ilâhî ikramdan anlayabilecek bir kalbe dünyada sahip olabilmek demektir.
Takvânın kemale ulaşması, mü’mini, Efendimiz’in âdeta bir aile ferdi hâline getirmekte, öyle yüksek bir dereceye kavuşturmaktadır. Bu bakımdan takvâ mertebe mertebedir. Bütün mertebeleri itibarıyla da takva üç derecedir.
TAKVANIN ÜÇ DERECESİ
1- Yasaklardan kaçmak,
2- Emirlere koşmak. Bu keyfiyet, bütün mü’minlerin uyması gereken, avam derecesindeki takvâ ölçüsüdür.
3- Daima Cenâb-ı Hak’la beraberlik duygusunu taşıyabilmek. Bu keyfiyet, takvânın havas için olan ölçüsüdür, takvânın en yüksek derecesidir.
Bize; “Şahdamarından daha yakın…” (Kāf, 16) olduğunu bildiren ve kullarına: “Nereye gitseniz yine sizinle beraberdir.” (Hadid, 4) diye haber veren Cenâb-ı Hak ile beraberlik, onunla beraber olduğumuzun şuuruna varabilmek ve cemalî sıfatlarıyla müzeyyen hâle gelebilmektir.
Bu şekilde takvâ elbisesini giyen kalpte doğruya, eğriye karşı ilhamlar başlar. Eşyanın hakikatini anlama şuuruna erer. Kur’ân öyle bir ilâhî eserdir ki insan, bütün problemlerini Kur’ân’da ve Allah Rasûlü’nün sünneti içinde çözer; huzur ve sükûn bulur.
KUR'ÂN-I KERİM İNSANIN ŞERHİDİR
Çünkü; İnsanın şerhi Kur’ân’dır. İnsanda ne varsa Kur’ân’da vardır. Kur’ân’da ne varsa insanda vardır. Kur’ân’ın bir şerhi de kâinattır. İnsan takvâda zirveleştikçe Kur’ân’ı idrakte ve kâinatı kavramakta derinleşir. Kâinatın derûnundaki sır ve hikmetlere âşina olur.
Kuşların, bülbüllerin nağmelerinde, güllerin ve sümbüllerin tebessümünde, akarsuların huzur bahşeden akışında ve kâinatın her nakışında kendisine sunulan ilâhî lütfu idrak eder. Yûnus’un hâli gibi sarı çiçekle konuşmaya, onun dilini anlamaya başlar. Sırların tercümanı olur.
Bir kişi gelip:
“–Bana öyle bir şey öğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun!” dediğinde Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ona şu nasihatte bulunmuştur:
İLİM OLARAK ŞU İKİ CÜMLEYİ AKLINDA TUT
“–Şu iki cümleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kâfîdir:
1- Hak Teâlâ sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve görür. (O hâlde kendini dâimâ ilâhî kameraların gözetimi altında bil!)
2- Allah Teâlâ’nın senin ameline ihtiyacı yoktur. (Aksine senin O’na muhtaç olduğunun idrâki içinde, şükür duygularıyla sâlih ameller işlemeye bak!)”
Hâsılı takvâ, Allâh’ı bulmanın nişanesidir. Bu itibarla Atâullah el İskenderî Hazretleri takvâya ererek kalb-i selîme kavuşan bir mü’minin hâlini ne güzel ifade eder:
“Yâ Rabbî, Sen’i bulan neyi kaybetti? Sen’i kaybeden neyi buldu?”
Bu bakımdan her mü’min için mutlaka riâyet edilmesi gereken bir emir şudur:
HER TÜRLÜ HÂLDE TAKVÂ ÜZERE OL!
Hayat, med ve cezirler içinde geçer. Zaman zaman kıtlık ve zorluklar; zaman zaman bolluk ve kolaylıklar; zaman zaman ıstırap ve hicranlar; zaman zaman da sürur ve huzur hayata hâkim olur. İşte bu iniş ve çıkışlar içinde mü’minin takınacağı en temel tavrı, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Zorluklarda ve bollukta müttakî ol!” buyurarak beyan etmektedir. Yani Efendimiz, sadece bazı hâllerde değil her hâl ve şartta takvâ üzere olmamız gerektiğini ifade etmişlerdir.
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Sürurlara da aldanma ıstıraplara da. Çünkü senin kalbin bir misafirhanedir, ıstırap ve sürurlar da ancak gelip geçici misafirlerdir.”
Darlık ânında şîrâzeyi bozmadan sabırla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak zarurî. Aynı şekilde varlık zamanında da şükrü artırarak şımarmamak îcap eder. Yani rahatlıkta nefsimize uymak ve ömrü heba etmek yok! Yine sürur demlerinde şükredip sıkıntı geldiğinde isyana düşmek de yok!
Bollukta daima Cenâb-ı Hakk’a hamd hâlinde ilâhî lütufların şükrü içinde bulunabilmelidir. Zorluk zamanlarında da sabır hâlinde Allah Teâlâ’ya teslim olup: «Hakkımda hayırlı olan budur.» diyebilmelidir. Takvâ ölçüsü budur.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İhlas ve Takva, Yüzakı Yayınları