Takvaya Ulaştıracak İlimler
İlmin zâhir ve bâtında kemâlinin alâmeti, o ilmin faydalı olmasıdır. İlmin faydası ise, sahibinin haşyet ve takvâsını artırmasıdır. Yani kulun istikametidir.
Dînimizin emirleri iki maddede hulâsa edilir:
- Tâzim li-emrillâh: Allâh’ın emirlerini huşû ile, kalp ve beden âhengi içinde, tâzim ile tatbik edebilmek.
- Şefkat alâ halkillâh: Allâh’ın mahlûkātına şefkat sergilemek. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet sıfatından nasîb alabilmek.
Bu kemâle erişebilmek için de, iki türlü ilim gerekir:
- Birincisi zâhirî ilimdir ki hocalardan, kitaplardan tahsil edilen ilimdir.
- İkincisi ise bâtınî ilimdir. Yani iç âlemimizde tahsil edeceğimiz bir ilimdir. Takvâdır ve neticesi ise irfandır. Bir mü’min bunu, kitaptan ve hocadan elde edemez. Ancak kalbini inkişâf ettirerek bu seviyeye nâil olabilir. Bu inkişâf da ihlâs ve takvâ neticesinde meydana gelir. Âyet-i kerîmede buyurulduğu gibi:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ
“…Allah’tan ittikā edin (takvâ sahibi olun), Allah size (bilmediklerinizi) öğretir…” (el-Bakara, 282)
Takvâlı olanlara, Kur’ân-ı Kerim de irşâd edici olur. Âyet-i kerîmede buyurulmuştur:
هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ
“(İçinde şüphe bulunmayan bu kitap), müttakîler için hidâyet rehberidir.” (el-Bakara, 2)
Hakikî tahsil, işte bu kalbî mârifetullah tahsilidir. Fakat zâhirî tahsil olmadan da olmaz.
Nitekim Ebu’l-Hasen Harakānî Hazretleri bu hakikati şöyle dile getirmiştir:
“İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz:
1) Dünya hırsına sahip âlim (takvâdan mahrum âlim),
2) İlimden mahrum ham sofu! (Cehâletin getirdiği cür’et!)”
Demek ki;
Kalbi «mârifetullah»tan mahrum olan bir âlim, nefsinin ihtiraslarına kapılarak büyük fitne ve fesâda yol açabilmektedir.
Diğer taraftan; zâhirî ilimden mahrum bir sofu da, usûlsüzlük sebebiyle, fayda vereyim derken dîne zarar verebilmektedir.
Zâhir ve bâtın beraber ikmâl olunmalıdır.
Bir gün Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Ziyâd bin Hudeyr’e;
“–İslâm’ı ne yıkar bilir misin?” diye sordu.
Ziyâd bilmediğini söyleyince, Hazret-i Ömer şöyle cevap verdi:
“–İslâm’ı sarsacak şeyler şunlardır:
- (Bir menfaat karşısında takvâsı zaafa uğrayan) âlimin ayağının kayması,
- Münafığın Kur’ân’ı vasıta ederek cidâle girişmesi (nefsânî ve felsefî mülâhazalarla Kur’ân’ın dünya menfaatlerine âlet edilmesi, tarihselcilik gibi) ve;
- İdlâl edici imamların hüküm vermesi…” (Dârimî, Mukaddime, 23)
Her üçü de; mâneviyatsızlığın neticesidir. Dînimiz mutlaka, zâhir ve bâtın husûsiyetlerinin birlikte ikmâliyle tahsil ve tatbik edilmelidir.
Rasûlullah Efendimiz; suffe medresesinde, ashâbını hem zâhiren hem bâtınen yetiştirdi. Onları mâneviyat sahasında da yetiştirdiğinin bir şahidi olarak, Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Biz (Peygamber Efendimiz’in terbiyesinde) boğazımızdan geçen lokmaların tesbihlerini duyar hâle gelmiştik!” (Bkz. Buhârî, Menâkıb, 25)
İlmin zâhir ve bâtında kemâlinin alâmeti ise, o ilmin faydalı olmasıdır. İlmin faydası ise, sahibinin haşyet ve takvâsını artırmasıdır. Yani kulun istikametidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Temmuz Sayı: 149