Talihli İnsan Kimdir?

Hazreti Mevlânâ Mesnevî'de : “İyi talihli ve insan olan kişi bilir ki; zeki olmak, akıllı geçinmek iblis’in yoludur; aşk ve kulluk da Âdem’indir.” sözüyle aklın vahiyle terbiye edilmemiş vahşet hâlini ifade eder. Talihli insan ise Allah'ın kendisine vermiş olduğu aklı, aşk ve kulluk yolunda kullanır. 

“Şeytan gibi zeki olanlar, okyanusta yüzenler gibidir. Koca bir okyanusta yüzen kimsenin kurtulması, nâdirdir. Nihâyet batar, boğulur; yâni aklına güvenip şerîat gemisine binmeyenler, sonunda helâk olurlar.”

“Sen yüzmeyi bırak, kendini beğenmekten vazgeç, kini terket! Yüzdüğün su; dere, ırmak değildir; okyanustur! Bu okyanus, aslında kazâ ve kader denizidir!” (c.4, 1402-1404)

Hazret-i Mevlânâ, aklı şeytana mahsus bir sıfat olarak zikrediyorsa da bu, aklın vahiyle terbiye edilmemiş vahşet hâlini ifade eder. Yoksa akıl, Hakka ve hayra ulaşmak için bir ilk sermayedir. Lâkin bu sermaye, sahibini Hakk’a ve hayra ulaştırmaya yetmez. Yani o, lâzım, fakat kâfî olmayan bir vasıtadır. Bundan dolayıdır ki, İslam’da akıl, “akl-ı nâkıs”, yani eksik akıl olarak ifade edilir. Aklın kemâli, kendi kifayetsizliğini telakkî ederek bunu telâfîye medâr olacak vahye bağlanabilmekle, yani teslimiyetle mümkündür. Akıl, Rabbimizin büyük bir nîmetidir. Ancak bu nîmet, vahyin, yani Kitab ve Sünnet’in içinde bir kıymet ifâde eder. Aksi hâlde sahibini nefsine esir ederek helâke sürüklenmekten alıkoyamaz.

AKIL VE İRADEYE GÜVENEREK KADERE MEYDAN OKUMA

Mevlânâ hazretleri vukuât âlemini bir okyanusa benzetmekte, insanoğlunu da o okyanusta boğulmaya mahkûm bir acemi yüzücü olarak tavsif etmektedir. Beşerî akıl ve iradeye güvenerek kadere meydan okumaksa hamâkatten başka bir şey değildir. Çünkü akıl ve irâde; kadere, yani murâd-ı ilâhî’ye tam bir teslimiyete girmedikçe, hiçbir hayırlı netice gerçekleşmez.

Kader ise, mutlak mânâsıyla meçhûldür. Buna göre insanın gücü nisbetinde sebeplere tevessül edip iradesini kullandıktan sonra, kadere teslimiyet göstermesi, yegâne kurtuluş yoludur.

Tarlayı ekmeden nebâtın bitmesini beklemek beyhûde olduğu gibi, sırf tohumu serpmenin, onun yetişip boy atması için yeteceğini düşünmek de kâfî değildir. Tohum atmak insanın işidir; bitkiye hayâtiyet vermek ise Allâh’ın takdir ve kudretine bağlıdır. Bu sebeple insan, tohumu ekmek sûretiyle, “sebeplere tevessül etmeli” ve bundan sonra, kendi güç ve iradesini aşan rüzgar, yağmur, zaman ve benzeri bütün unsurlarda, kaderin ve vukuâtın sahibi Rabbü’l-Âlemîn’e “tevekkül ve teslimiyet” göstermelidir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.