Tarım Ürünlerinin ve Meyvelerin Zekâtı Nasıl Hesaplanır?

Tarım ürünlerinin ve meyvelerin zekatı ne zaman ve nasıl verilir?

Tarım ürünlerinden zekâtın farz olması Kitap, sünnet ve icmâ delillerine dayanır.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın en iyilerinden infak edin.” [1] Fakihler buradaki emrin, topraktan çıkarılan ürünlerin zekâtı ile ilgili olduğu görüşündedir. Diğer yandan “infak” terimi geniş anlamıyla zekâtı da kapsar.[2] Yine âyette “hasat günü ürünün hakkını, zekâtını verin” [3] buyurulur. Çoğunluk fakihler bu ayetteki “hak” teriminin toprak ürünlerinden alınması gereken zekât olduğunu söylemişlerdir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak ürünlerinde onda bir (öşür), kova (el emeği) ile sulananlarda yirmide bir (nısıf öşür) vardır.” [4] Hadislerde “öşür” terimi “toprak ürünlerinden alınan zekât” anlamında kullanılmıştır.

TARIM ÜRÜNLERİNİN ZEKÂTI

Diğer yandan İslâm âlimleri, tarım ürünlerinin onda bir veya yirmide bir oranında zekâta tâbi olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Ancak zekâta tâbi olup olmayan arazi veya toprak ürünü çeşitleri üzerinde görüş ayrılıkları olmuştur.

1. Tarım Ürünlerinden Zekât Alınmasının Şartları:

Tarım ürünlerinin zekâtında, yükümlünün akıllı olması veya ergenlik çağına ulaşması şart değildir. Akıl hastası veya küçüklerin mahsulünden de zekât gerekir. Ancak yükümlünün müslüman olması gereklidir.

Hanefîlere göre bu genel şartlara ek olarak tarım ürünlerine zekâtın farz olması için şu şartlar öngörülmüştür:

a) Toprağın öşür toprağı olması. Harac arazisinden öşür vermek gerekmez. Çünkü bir topraktan hem harac vergisi, hem öşür bir müslümanın toprağında birleşmez.

b) Topraktan ürün çıkması. Eğer öşür toprağından bir şey çıkmazsa öşür vermek de gerekmez. Çünkü öşür, çıkan üründen verilir. Harac toprağını ise sahibi ekip biçme imkânına sahip olduğu halde boş bırakırsa yine harac vergisi ile yükümlü olur. Çünkü bu durumda toprakta hükmen üretim yapabilme (nema) niteliği var sayılır.

c) Toprağı ekip biçmek; gelir ve ürün elde etmek, büyüme gibi amaçlar için yapılmalıdır. Bu yüzden başlangıçta ürünü bulunmayan meşe, çam, kavak, ot ve benzeri şeylerden öşür Belki bunlar kesilip üretimde kullanıldığı veya satıldığı zaman ticaret malı olarak diğer zekât mallarına ilave edilir.[5]

Toprak ürünleri, hayvanlar gibi açıkta olan mal türüne girer. Bu yüzden bunların öşrü, genel olarak sahabe devrinden Osmanlı İmparatorluğu uygulamasının sonlarına kadar devlet eliyle alınmıştır. Tarım ürünlerinden devletçe alınacak miktar, arazinin türüne göre değişiklik gösterir. Bu miktar zekât, sadaka, harac veya kira bedeli çeşitlerinden birisine girer.

2. Zekât Verilecek Tarım Ürünleri ve Yükümlüler:

Ebû Hanîfe’ye göre tarım ürünlerinin zekâtında nisap aranmaz. Buğday, arpa, pirinç, darı, baklagiller, karpuz, patlıcan, domates, şekerkamışı, şekerpancarı, hurma, üzüm ve benzeri öşür arazisi ürünlerinden az olsun çok olsun öşür zekâtı alınır. Dayandığı delil: “…Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın en iyilerinden verin” [6] ayetidir.

Kısaca Ebû Hanîfe’ye göre insan eliyle yetiştirilen ve topraktan çıkan her üründen öşür gerekir. Öşürde bir çeşit vergi anlamı bulunduğu için bunu İslam devletinin zorla alma hakkı vardır. Bu yüzden ölünün terekesi olan ziraî ürünlerden, çocuk veya akıl hastasına ait arazilerin ürününden de öşür alınır.

Hanefîlere göre toprak ürünlerinin öşre tâbi olması için üzerlerinden bir yılın geçmesi şart değildir. Bir yıl içinde, birden çok ürün alınan yerlerde, öşür de ürüne bağlı olarak tekrar verilir.

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in de içinde bulunduğu çoğunluğa göre, tarım ürünleri için nisap miktarı, her ürün çeşidi için beş vesk (yaklaşık 653 kg, Kûfeliler’e göre 1 ton)’tir. Bu nisaba ulaşmayan tarım ürünleri için öşür gerekmez. Delil, Hz. Peygamber’in şu hadisidir: “Beş vesk’ten az (üründe) zekât yoktur.” [7]

Ayrıca bu tarım ürünlerinin bir yıl kadar dayanabilecek nitelikte olması gerekir. Bu yüzden yaş meyve ve sebze türleri için öşür gerekmez. armut, elma, şeftali, kayısı, domates, biber, pırasa ve kereviz gibi. Çünkü bunlar dayanıksız ürünlerdir.

Toprak ürünlerinin zekâtı toprağın sulama tekniğine göre belirlenir. Toprak bir emek harcanmaksızın yağmur, nehir, dere, ırmak ve bunların kanalları ile sulanıyorsa zekât olarak çıkacak ürünün onda biri; kova, dolap, motor veya ücretle alınan su ile sulanıyorsa yirmide bir olarak verilir.

Eğer toprak hem yağmur veya nehir sularıyla hem de dolap, motor vb. emekle elde edilen su ile sulanmışsa, yıl boyunca daha çok olan sulama esas alınarak öşür miktarı belirlenir. Burada emek ve masrafla üretilen tarım ürünlerinin zekât miktarı yarıya düşürülerek, yükümlüler arasında bir denge kurulduğu görülür.

Tohumlar, işçilik, sulama, ilaçlama vb. masraflar üründen düşülmez. Çünkü özellikle sulamaya dayalı tarım ürünlerinde öşrün yarısı (yirmide bir) alınacağı için miktardaki bu indirim, masrafların bir bölümünü veya tamamını karşılayabilir. Meselâ; sulama yapılmayan yerden elde edilen on ton buğdayın öşrü bir ton iken, sulama yapılan yerde bu miktar yarım tona inecektir. Sulamanın ürünü arttırdığı ve üstelik yarım ton da eksik öşür verildiği düşünülürse çiftçilerin sulamalı tarıma teşvik edildikleri görülür.

Günümüzde, sulamanın yanında gübreleme, ilaçlama, mazot ve işçilik harcamalarının önemli ölçüde arttığı göz önünde tutularak, bu gibi topraklardan elde edilen ürünün, emek ve masrafla sulanan toprakların ürününe kıyas edilmesini uygun görenler olduğu gibi, sulama dışında kalan bu girdilerin zekât matrahından düşüldükten sonra, geri kalandan sulama usûlüne göre zekât verilmesi gerektiğini öne süren çağdaş âlimler de vardır.[8]

İmam Şâfiî ve Mâlik’e göre, bir yıl kadar dayanıklı olan gıda maddeleri zekâta tâbi olur. İmam Şâfiî, meyve türünden sadece hurma ve üzüme öşür gerektiği görüşündedir. Ahmed İbn Hanbel ise, gıda maddesi ayırımı yapılmaksızın, insan eliyle yetiştirilen, dayanıklı olup ölçüyle alım satımı yapılabilen her türlü tarım ürününe öşür gerektiğini söyler.

Zeytin, susam, ay çiçeği tanelerinden öşür alındığı takdirde, daha sonra yağlarından yeniden öşür alınmaz. Ancak bunları üreticiden ticaret amacı ile satın alan kimse yeniden “ticaret malı” zekâtına tabi olur.

Toprak ürünlerinin öşrü, taneli bitkilerde harman vaktinde, meyvelerde ise toplandıktan sonra verilir. Bunların sahipleri vefat etse bile, mirasçılarının öşrünü vermesi gerekir. Böyle bir arazinin vakfedilmesi de öşrünü düşürmez.

Daha öşrü verilmemiş olan taneli bitkilerden veya ağaç üzerindeki meyvelerden yenilirse, öşrünü ödemek niyetiyle yemeli ve bunu tazmin etmelidir. Meselâ, Ebû Hanîfe’ye göre on kg. üzüm toplanmışsa, bir kg.’nı zekât olarak tazmin etmek gerekir. Öşür arazisi ürününün öşrü veya mirî arazinin kira bedeli vaktinde verilmeyip de daha sonra zayi olsa veya sahibi vefat etse bunu ödemek gerekir.

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre beş vesk (653 kg) olan nisabı tamamlamada tarım ürünlerinin farklı türleri birbirine eklenemez. Her türün ayrı ayrı nisabı doldurması gerekir. Sahibi olmayan, vakfedilmiş öşür arazisi ürünlerinden de öşür verilir. Çünkü öşür, çıkan üründen gerekir, toprağın kendinden değil.

Arazi sahibi, toprağını bir karşılık beklemeden ekilmek üzere birisine verse, çıkan ürünün öşrünü bu kimse verir. Arazi ekilmek üzere belli bir ücretle kiraya verilmişse, çıkacak ürünün öşrü, Ebû Hanîfe’ye göre arazi sahibine aittir. Zekât, toprağa bağlı bir vergi olup, çıkan ürün anlam bakımından kiraya veren kimseye ait sayılır. Çünkü bunun bedeli olan kira bedeli kendisine verilmektedir.

Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre, kiraya verilen arazilerde öşür kiracıdan alınır. Çünkü öşür, çıkan üründen verilir, çıkan ürün ise kiracıya aittir. Emanet olarak ekilip biçilen arazide olduğu gibi öşrünü vermek ona ait olur. Hanefîlerde önceleri Ebû Hanîfe’nin görüşü ile fetva verilmişken, sonraki Hanefî fakihleri Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in görüşü ile fetva vermişlerdir.[9]

Arazi, çıkacak ürünü toprak sahibiyle paylaşma (müzâraa) yöntemiyle kiralanmış ise, elde edilecek ürünün öşrü, Ebû Hanife’ye göre yine toprak sahibinden alınırken, çoğunluk fakihlere göre, ürünü paylaşma oranları göz önünde bulundurularak toprak sahibi ve işletmeciden alınır.

Zekâta tâbi toprak ürünleri olgunlaştıktan sonra, henüz hasat edilmeden kökünde satılırsa, öşrü arazi sahibine, olgunlaşmadan önce satılırsa, satın alana ait bulunur.

Öşür toprağından beslenen arıların balından onda bir zekât gerekir. Harac arazisinden, mübah mer’a veya ormanlardan beslenen arıların balları ise öşre tabi olmaz. Delil şu hadistir: “Ebû Seyyâre (r.a), kendisinin arı kovanları olduğunu söyleyince, Hz. Peygamber bunların öşrünü vermesini, bildirmiştir.”[10] Diğer yandan Allah Elçisi, Yemen halkına şöyle yazmıştır: “Bal üreticilerinden öşür alınsın.” [11]

Şâfi ve Mâlikîlere göre ise, baldan zekât gerekmez. Dayandıkları delil, Tirmizi’nin; balın zekâtı konusunda önemli bir rivayetin bulunmadığını söylemesi ile balın süte kıyas edilmesidir.[12]

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/267. [2] bk. Tevbe, 9/34. [3] En’am, 6/141. [4] Buhârî, Zekât, 55; Tirmizî, Zekât, 14; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 139; bk. Müslim, Zekât, 8; Ebû Dâvud, Zekât, 5, 12; Nesâî, Zekât, 25; İbn Mâce, Zekât, 17; Dârimî, Zekât, 29; Malik, Muvatta, Zekât, 33. [5] Kâsânî, age, II, 57-63. [6] Bakara, 2/267. [7] Buhârî, Zekât, 4, 32, 38; Müslim, Zekât, 1, 3; Tirmizî, Zekât, 7; Ebû Ubeyd, Emvâl, nr. 1422-1424. Vesk; Kûfelilere göre 200 kg. lık bir ölçek olup, bu da 60 sa’a denktir. [8] Komisyon, İlmihal, I, 447. İsam neşri. [9] Kâsânî, age, II, 56; Şirbinî, age, I, 382; Zühaylî, age, II, 820; İbnü’l-Hümâm, age, II, 8; Meydânî, age, I, 154; İbn Kudâme, age, II, 728. [10] Şevkânî, age, IV, 145 vd; İbn Mâce, Zekât, 20. [11] Zeylaî, age, II, 390. [12] Zühayli, age, II, 709.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.