Tarumar Olan Vahdet

GÜNDEM

İslam’da birlik ve beraberliğin önemi nedir? Kerim Buladı, İslam’da “birlik” olgusunu ve târumâr olan vahdet gerçeğini yazdı.

Kur’an-ı Kerim, her şeyden önce Müslümanların birliğine, beraberliğine ve kardeşliğine önem vermiş, kardeşlik hukukunun, ruhunun ve ahlakının korunmasına büyük ehemmiyet atfetmiştir.

TARUMAR OLAN VAHDET

Kur’ân ahlakı ile ahlaklanan Resul-i Ekrem Efendimiz de Kur’an’dan aldığı ilham ve güçle Müslümanların kardeşliğini adeta lime lime dokuyarak onların vahdetini sağlamak için elinden gelen gayreti sarf etmiştir. Peygamber Efendimiz, bu meseleyi öyle önemsemiştir ki, Müslümanların arasında çıkan kavga ve ihtilafı önlemek için Allah Teâlâ’nın kelime-i tevhidden sonra farz kıldığı namazı kılmayı geçici bir süre de olsa tehir etmeyi uygun görmüştür. Zira o, biliyordu ki birlik olmadan ne Allah’a karşı yükümlülüklerimizi ne de insanlara karşı sorumluluklarımız yerine getirebiliriz ve ne de düşmanlara karşı direnebiliriz. Müslümanların, birliğini sağlayan en önemli güç ise, tevhidin etrafında toplanmaları, düşüncelerini, tasavvurlarını ve yüreklerini bu kavramın etrafında birleştirmeleri ve yekvücut olabilmeyi başarabilmeleridir. Tarihin çeşitli dönemlerinde ve özellikle asrımızda Müslümanların ezilmişliğinin, katliama uğramasının, soy kırıma maruz kalmasının, topraklarının işgal edilmesinin, kutsal değerlerine hakaret ve saldırıların gerçekleşmesinin temel sebebi, tevhidin gerçek mahiyetine göre birliklerini sağlayamamalarıdır. Merhum Mehmet Akif’in “Sizin felâketiniz: târumâr olan vahdet” tespitinin, daha acısını ne yazık ki, günümüzde yaşamaktayız.

İSLAM’DA BİRLİK

İnsanlık dininin temeli, başlangıcı, özü tevhit inancıdır. Tevhit, Allah’ın varlığını ve birliğini tespit edip kabul etmektir. Her ne kadar terim olarak tevhit, Allah’ın varlığını ve birliğini ifade için kullanılıyor ise de, bununun arkasında o varlık ve birliğe inanan insanların tevhidi yani, birleşmesi olarak da anlaşılır.[1]

Kelime-i tevhit, İslâm dininin temel farzıdır. Bu sebeple Peygamber (s.a.s.), 13 yıllık Mekke döneminde, öncelikle kelime-i tevhidi hâkim kılmak için uğraşmış, bozulmuş ve tahrifata uğramış akîdeleri yeniden inşa etmekle işe başlamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’in önemle üzerinde durduğu konulardan biri de “birlik” olgusudur. Sadece Peygamber Efendimiz değil, bütün Peygamberler, insanları “Bir” ve “Tek”, olan Allah’ı tanımaya ve O’nun razı olduğu İslâm dininin etrafında birleşmeye çağırmışlardır.

İslâm gelmeden önce “Cahiliyye Dönemi” diye nitelenen Arap toplumu, diri diri kızlarını toprağa gömüyordu. Ticârî, siyâsî ve ahlâkî yönden bozulmuş olan bu toplum, faiz, fuhuş, hırsızlık, yağma, rüşvet ve insan haklarına tecavüz gibi olumsuzlukları hayat tarzı kabul etmişlerdi. Böyle bir toplum, Kelime-i tevhidin etrafında birleştikten sonra, erdemli bir seviyeye yükselmiştir. Çocuğunu canlı canlı toprağa gömecek kadar merhamet duygusunu yitirmiş bir ruha sahip olan Ömer, kelime-i Tevhid’in nûru ile tanıştıktan sonra, sırtında un çuvalı, elinde yağ testisiyle gece sokaklarda fakir arayacak kadar şefkat sahibi olmuştur. Bu değişim ve dönüşümden sonra o, artık sıradan bir Ömer değil de, “Hz. Ömer, Mü’minlerin emîrî Ömer, adalet sahibi Ömer” unvanını kazanmıştır.

Bireyin kulluk görevini yapabilmesi, ümmetine, milletine, vatanına, ailesine, akrabasına, komşularına ve diğer insanlara karşı sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmesi, toplumun birlik, beraberlik ve kardeşlik içerisinde yaşamasına bağlıdır.

Birlik ve beraberlik olgusunun ehemmiyetini bildikleri için çeşitli iç ve dış düşmanlar, Müslümanların birliğin bozmak, onları bölüp parçalayarak güçsüz bırakmak için tarih boyu sinsi çalışmalar yapılmıştır. Aşağıdaki örnek bunun en canlı şahididir.

NASIL OLUYOR DA BU KABİLELER, BİR FİKİR ETRAFINDA BİRLEŞİYORLAR?

Şâs b. Kays denilen Yahudi, birbirleriyle samimim şekilde sohbet etmekte olan Ensâra mensup Evs ve Hazreç kabilesinin yanından geçer. Bu iki kabilenin, cahiliyye döneminde yaşanan düşmanlıktan sonra sevgi, huzur ve barış içinde yaşadıklarını gören Şâs b. Kays, öfkelenir ve kendi kendine “Nasıl oluyor da bu kabileler, bir fikir etrafında birleşiyorlar?” diyerek onların arasındaki ülfet ve muhabbeti kıskanır. Daha sonra bir Yahudi gencine onların aralarına oturmasını, “Buas” gününde yapılan savaşları ve o günler ilgili bazı şiirleri söylemesini emreder. Bir bakıma aralarını bozacak söylemlerde bulunmasını ister. Bu söz konusu günde Evs ve Hazreç kabilesi birbiriyle savaşmış, zaferi, Evs kabilesi kazanmıştı. Yahudi genci, Şâs b. Kays’ın emrini yerine getirdi ve denileni yaptı. Bunun üzerine Evs ve Hazreç kabilesi arasında çekişme/münakaşa vuku buldu. Birbirlerine karşı övünmeye ve öfkelenmeye başladılar. Nihayet durum öyle bir hale geldi ki, karşılıklı olarak birbirlerini silah başına davet ettiler. Bu hadise, Peygamber (s.a.s.)’e ulaşınca yanına Ensâr ve Muhacirlerden bazı insanları alarak derhal olay yerine gitmiştir.

Peygamber Efendimiz, iki kabilenin birbirlerine saldırmak üzere olduğunu görünce derhal şu uyarıda bulunmuştur: “Ben aranızdayken, Allah size İslam’ı lütfetmiş ve İslam sayesinde Cahiliyye âdetlerini sizden uzaklaştırmışken ve kalplerinizi birleştirmişken, hâlâ cahiliyye davasını mı güdüyorsunuz?” Peygamber Efendimiz’in vecîz konuşmasını dinleyen ve aralarındaki savaşa ramak kalmış Evs ve Hazreç kabilesi, bu durumun, şeytanın bir dürtüsü, hilesi ve düşmanlarının bir tuzağı olduğunun farkına vardılar ve derhal ellerindeki silahı bırakıp birbirlerini kucaklayarak ağladılar. Rasûllüllah sallallâhü aleyhi ve selleme itaat ederek ve onun sözünü dinleyerek olay yerinden birlikte ayrıldılar. Bunun üzerine şu âyetler indi: [2]

“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti...”[3]

MÜMİNLER ANCAK KARDEŞTİRLER

Müslümanları zulme karşı müdafaa ve topraklarını işgalden muhafaza etmek, kutsal değerlerini korumak ve düşmanları bertaraf etmenin ancak birlik ve kardeşliğin gücü ile olacağını asla unutmamalıyız. Gazze ve benzer hadiselerin gönül dünyamızda açtığı yarayı ve kardeşlerimize destek olamamanın neticesinde çaresizliğimizi gözyaşları içerisinde ifade etmekten bile aciz oluşumuzun temel sebebi, kardeşlik ruhunun ve hukukunun Allah Teâlâ’ın ve Peygamber Efendimizin arzu ettiği şekilde inşa edemeyişimizdir. Zalimin zulmünün, barbarlığının, soykırım suçu işlemesinin ve birçok hadisenin ana faktörü, Müslümanların, “Mü’minler ancak kardeştirler” ilâhî hükmünün gereği, birliğimizi ve kardeşliğimizi yeterince işlevsel hale getiremeyişimizdir. Şairin şu ifadesiyle yazımızı bitirelim: “Nedense, vahdet-i İslam’ı târumar edeli. Büyük tanındı, mukaddes bilindi zulmün eli.”[4]

Dipnotlar:

[1] Mustafa Erden, İslâm ve Milli Bütünlük, Tartışmalı Değerler Açısından Türkiye, Ankara, 1996, içinde, s. 232. [2] Taberî, Câmiu’l-Biyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Kahire, 1987, c. III, cz. IV, 16-17; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1985, II, 74. [3]Âl-i İmrân, 3/100, 103. [4] Ersoy, Akif, Safahat, s. 342.

Kaynak: Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 454