Tasavvuf Anlayışı İslâm Dünyâsının Her Yöresinde Aynı mıdır?Arap ve Türk Dünyâsındaki Tasavvufu Karşılaştırmak Gerekirse Neler Söylenebilir?
Tasavvuf anlayışı İslâm dünyâsının her yöresinde aynı mıdır? Arap dünyâsındaki tasavvuf anlayışıyla Türk dünyâsındaki ta-savvufu karşılaştırmak gerekirse neler söylenebilir? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor...
Rûhânî hayâta yatkınlık genelde genetik bir yapı olarak görülür. Bâzı millet ve insanlarda bu yatkınlığın daha yüksek seviyede olduğu bilinmektedir. Nitekim Orta Asya ve İran taraflarında yaşayan Hind kültürünün tesîrine daha açık olan yörelerde tasavvufî yatkınlığın fazla olduğu söylenebilir.
İlk sûfîlerden kabûl edilen Mârûf Kerhî, İbrâhim b. Edhem, Şakîk Belhî ve Ebû Hafs Haddâd gibi şahsiyetlerin genellikle Orta Asya, Mâverâünnehir ve Horasan bölgelerinden çıkmış olması, daha sonraki dönemlerde de bu yörelerde tasavvufun güçlü temsîlcilerinin yetişmesine zemin hazırlamıştır.
Orta Asya kökenli tasavvufî telâkkîde edeb ve mânevî disiplinin yüksek bir düzeyde olduğu görülmektedir. Nitekim Ebû Hafs Haddâd ile Cüneyd Bağdâdî arasında geçen bir menkıbede bu konu öne çıkmaktadır. Hacc vesîlesiyle Bağdâd’a uğrayan Haddâd, ihvânıyla birlikte Cüneyd’i ziyâret eder. Haddâd’ın etrafında büyük bir edeb gözeterek hizmet eden mürîdlerini gören Cüneyd der ki: “Yâ Ebâ Hafs! Mürîdlerini sultanların edebiyle terbiye etmişsin.” Haddâd cevâben der ki: “Hayır yâ Cüneyd! Ben onları sultanların edebiyle terbiye etmedim. Sizin onlarda gördüğünüz bu edeb tavrı, iç dünyâlarının dışa yansımasından ibârettir.”[1]
Bu konuşmada Orta Asya kökenli fütüvvet ve melâmet geleneğinin önemli temsîlcilerinden sayılan Ebû Hafs, tasavvufu “edebden ibârettir” diye târif eder. Onun mürîdlerine karşı uyguladığı edeb tâliminde gösterdiği gibi, daha sonraki süreçte Horasan ve Mâverâünnehir bölgesi sûfîlerinde bu farklı tavır hep süregelmiştir. Avârif müellifi Sühreverdî’nin de belirttiği gibi o bölgelerin tasavvufî yaşantısında edeb hassâsiyeti, diğer bölgelerdeki; özellikle Irak, Arabistan ve Mısır gibi yörelerden çok daha farklıdır.[2]
Gözlemlerimiz odur ki Araplardaki tasavvufî yaşantının, Türk muhîtlerindeki kadar edebe riâyetkâr olduğu söylenemez. Bugün Mısır, Suriye ve Irak gibi ülkelerde tasavvufî hayât hâlâ devam etmektedir. Ancak bu yörelerdeki tarîkatların çoğunda şeyh-mürîd ilişkilerinde bu tür saygı ifâde eden tavırlar göremezsiniz. Şeyhinin yanında ayak ayak üstüne atan veya oturduğu ile yattığı tefrik edilemeyecek biçimde oturan insanlar pek çoktur. Bu bir örf ve görenek meselesidir. İçten gelen duygu meselesidir. İnsanın içinden gelen duygusu şeyhinin elini öpmek, huzûrundan geri geri çıkmak şeklinde ise bunu değiştirmeye zorlamak tabiîliğe aykırı olur. Ama bunu yapmayana dudak bükerek bakmak da aynı ölçüde yanlıştır. Bunlar esâsâta müteallik şeyler değildir. Teferruat içinde fazla boğulmamak gerekir.
[1]. Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî, Avârifu’l-maârif, trc: H. Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz, Tasavvufun Esasları, İstanbul 1993, s. 344.
[2]. Bkz. Sühreverdî, a.g.e., s. 342-347.
Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları
YORUMLAR