Tasavvuf Çağımız İnsanına Ne Vaat Ediyor?
Tasavvuf çağımız insanına ne vaat ediyor? İslam’ı arı, duru ve kalbi önceleyerek yaşama çabası olarak adlandıracağımız tasavvuf modern telakkiler karşısında nasıl yollar öneriyor? Modern insanın ferdiyetçi ve hazzı öne alan hayat anlayışı karşısında tasavvuf nasıl bir hayatı alternatif olarak gösteriyor ve en önemlisi ortaya koyduğu bu alternatifi cazip kılabiliyor mu? İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz ile bu ve benzeri sorular çerçevesinde gerçekleştirilen mülakat...
Altınoluk: Tasavvufun çağımız insanına ne vaat ettiğini konuşmak için bu öğretinin özü itibarıyla neyi hedeflediğini bilmemiz gerekiyor. Tasavvuf-din ilişkisi bağlamında bu konuyu açabilir misiniz?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Tasavvufun çağımız insanına ne vaad ettiği önemli bir konu. Çünkü burada tasavvufun hedefi ve gayesi gündeme gelmektedir. Aslında baktığınız zaman bu âlemde gayesiz ve tesadüfi hiçbir şey yoktur. Nitekim Sevgili Peygamberimiz “Ben mekârem-i ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvattâ Husnu’l-Hulk, 8) buyurarak İslam’ın ve nübüvvetin bir gayesi bulunduğunu açıklamaktadır. İslami İlimlerin ortak gayesi genelde dünya ve ahiret mutluluğuna erişmek olarak ifade edilmiştir.
Tasavvuf İslam’ın özü ve özeti mesabesinde olup insanı nebevi ahlaka erdirmeyi ve bu suretle dünya ve ahiret saadetine ulaştırarak kâmil insan yetiştirmeyi gaye edinen bir ilim ve bir kurumdur. Tasavvufun hedefi insanı kötü ahlaktan, çirkin vasıflardan uzaklaştırarak güzel huylarla bezemektir. Bir başka ifadeyle Müslümana Allah ve Rasulü’nün ahlakını benimseterek ebedî saadeti sağlamaktır.
Tasavvuf, dini ilimler arasında fıkıh, kelam ve tefsir ile hadisin iç anlamı; yani batıni yönüdür. Aslında bakıldığında dini emirlerin bir dış boyutu, zahirî yönü; bir de iç boyutu, manevî ve ruhani yönü vardır. Tasavvuf aslında insanlara işte bu manevi ve batıni farz ve yasakları öğreten, kalp ve gönül âlemini merkeze alan, suretten çok sîreti önemseyen bir disiplindir.
Altınoluk: Tasavvufun insan telakkisi nasıl bir özgünlüğe sahiptir?
Prof. Dr. H. K. Yılmaz: Tasavvufun insan telakkisi, çok ayrı bir derinliği haizdir. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesi oluşu, mükerrem yaratılışı ve ahsen-i takvim sırrına mazhar bulunuşu itibariyle tasavvufta çok değerlidir. İmam Ali’den itibaren daha çok tasavvuf muhitlerinde tekrarlana gelen bu algı, irfan ve tasavvuf mektebini insanı nasıl konumlandırdığını göstermektedir:
Devan/İlacın sendedir, fakat görmezsin
Derdin sendendir fakat ki bilmezsin
Sen kendini küçücük bir cisim sanırsın
Oysaki sende dürülmüştür koskoca bir âlem
Şeyh Galip bu anlamı şöyle şiirleştirmiştir:
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Tasavvufi telakkide insan kâinatın özü ve özeti, varlık âleminin göz bebeğidir. Bu yüzden “Hazret-i insan” olarak anılır. İnsan, Kur’an ve Âlem ile tev’em; yani ikiz sayılır. Bu yüzden tasavvuf ve irfan geleneğinin genel manada konusu Allah, insan ve varlık âlemi olarak kabul edilir.
Altınoluk: Tasavvuf, insanı merkeze alan ve her şeyi insan merkezli görme eğiliminde olan hümanist bir anlayışa nasıl bir alternatif geliştirebilir?
Prof. Dr. H. K. Yılmaz: İnsancılık diye tercüme edebileceğimiz hümanizm, insan aklını, etik ve adalet kavramlarını temel alan, vahyi ve olağan üstü değerleri reddeden seküler bir dünya görüşüdür. Hümanizmde insan yüceltilen bir varlıktır. Vahyi reddeden ve sadece insan aklını merkeze alan hümanist felsefe, insana aradığını vermekten çok uzaktır.
Tasavvuf ise insana “hazret-i insan” olmanın yolunu açarak ona aradığının içinde olduğunu anlatmakta; içindeki cevheri; ruh ve aklı harekete geçirerek onu ala-i illîyin yoluna sevk etmektedir. Hümanizmde insan vahiy ikliminden beslenmediği için tez zamanda esfel-i safiline yuvarlanmaktadır. Hümanizm individüalist felsefeyle buluşunca insanı çok farklı mecralara doğru savurmaktadır.
İnsana değer atfetmek bakımından hümanizm ile irfan geleneği ve tasavvuf arasında bir benzerlik varsa da insanı ulaştırmak istedikleri hedef açısından çok farklı konumdadırlar. Tasavvuf Kur’an ve Hz. Peygamberin rehberliğinde insanı kemale taşır. Hümanizm ise akıl, adalet ve etik duygularıyla onu yüceltmek ister. Bu da çoğu zaman yeterli olmaz.
Altınoluk: Modern insanın bir anlam arayışından bahsedilir. Buna katılır mısınız? Eğer öyleyse tasavvuf buna ne önermektedir?
Prof. Dr. H. K. Yılmaz: İnsanın ilk var olduğu çağlardan itibaren bir anlam arayışı içinde olduğu bilinmektedir. İnsanı hayata bağlayan şey, uğruna fedakârlıkta bulunabileceği bir değer ve mananın olmasıdır. Hayatın anlamı konusu insana ait bir konudur. İnsan bilerek ya da bilmeyerek sürekli bir anlam arayışı içinde olan bir varlıktır. Çünkü insanoğlu yaratılışı gereği bir anlama, bir manaya bağlanmak inanmak ve güvenmek ihtiyacındadır. İnsan var olduğu, hayatı devam ettiği sürece iradeli ve iradesiz tüm tutum ve davranışlarında bir anlam bulmaya yönelir. İntihara teşebbüs edenler bile ölümle sonuçlanmasını beklediği bu hareketine bir anlam yüklemiştir.
İnsandaki anlam arayışı en ümitsiz zamanlarda bile insanın yaşadığı zorluğu zafere dönüştürme imkânına sahiptir. Tasavvufun hayata anlam yükleme konusunda Celal ve Cemal tecellilerini iyi okumayı öğretmesi; her Celalin içinde bir Cemal, her Cemalin arkasında bir Celalin var olduğunu söylemesi gül ile dikeni aynı anda görebilmeyi sağlamaktadır. Güle zumlanıp dikeni göremeyenin canı çok yanar. Dikene zumlanıp gülü göremeyen ise ümitsizliğe düşer. Asıl olan aynı anda ikisini birden görebilmektir. Cemalin de Celalin de Allah’tan olduğunu bilerek rızaya ermek insanı mutlu eder. Şairin de dediği gibi:
Hoştur bana senden gelen
Ya gonca gül yâhut diken
Ya hil’at ü yâhut kefen
Lütfun da hoş kahrında hoş
Tasavvufta âlemin ve insanın varoluş hikmeti sevgidir. Çünkü Allah Teâla: “Gizli bir hazine iken marifetine muhabbeti sebebiyle varlığı yaratmıştır. Dolayısıyla insanın ve varlığın anlamı sevgidir. Allah bizi sevdiği için yaratmıştır. Biz de onu sevmeliyiz. İnsanlara sufîler akılla marifeti, kalp ile muhabbeti anlatır ve böylece akıl ve kalp ile amel etmeyi öğretirler.
Altınoluk: Çağımız insanı şüpheci ve aşkın hiçbir şeye inanmamakla kendine yettiğini düşünen bir tip olarak tasvir edilir. Tasavvuf bu tipe nasıl bir dille seslenmeli?
Prof. Dr. H. K. Yılmaz: Çağımız insanı genellikle kendini gerçekleştirme adına kendine yoğunlaşan ve başarınca başarıyı kendinden bilerek ego şişmesi yaşayan; başaramayınca yıkılan ve Müteal/Aşkın olanla ilişkisi olmayan bir yapıdadır. Tasavvufta ise kendini gerçekleştirmenin ötesinde kendini aşmak ve Müteal olana ulaşmak ve varlığını O’na raptetmek vardır. Böyle bir inançla başarıya ulaşan kul, başarısını “başarıyı erdiren Allah’tır” düşüncesiyle kendisine izafe etmez ve asla ego şişmesi yaşamaz; ya da başarısızlığa uğradığında onda bir takım hikmetler arayarak asla yıkılmaz. Olandan ibret almaya çalışır. Hak Teâla verdiğinde şükretmeye; vermeyince sabretmeye kendini hazırlar.
Müteal/Aşkın varlığa inanan ve O’nun yüceliği karşısında aczini idrak eden kul, büyük işler yapsa bile vitrinde olmak istemez. Gizli kalmayı, yaptığı iyi işleri sadece O’nun bilmesini yeterli görür. Değilse riya afetinin devreye girdiğini bilir. İnsan artılarından bahsetmemeyi; eksileriyle boğuşmayı öğrendiği zaman benliği aşmış olur. İnsanlar “benim artılarım var, herkes onu bilsin” diye bir derde düşerse riya afetinden kurtulamaz. Riya ise insanı münafıklığa sürükleyen kalbi bir afettir.
Tasavvufi telakkide insana başarısında güç, başarısızlığında ümit veren şey yalnız olmadığı ve Müteal/Aşkın varlığın; Yüce Kudretin kendisini kuşattığı düşüncesidir. Kendi kendisine yetmeyi ve kendini gerçekleştirmeyi hayatın merkezine koyanda bencillik, ego ve ene adeta din haline gelir. Böyle bir insana öncelikle kendini tanıması öğütlenmelidir. Çünkü bu yolun ilk basamağı kendini tanımaktır. Zaaf ve meziyetlerini, eksi ve artılarını fark ederek Allah’a sığınıp O’na dayanmakla gelişim devam eder. Yunus ne güzel söylemiş:
İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin / Bu nice okumaktır.
Altınoluk: Teknolojinin insanın her açıdan gözünü boyadığı bir devrede tasavvuf nasıl bir çıkış kapısı sunabilir?
Prof. Dr. H. K. Yılmaz: Teknoloji insana kendini tanımasına, zaaf ve noksanlarının farkına varmasına engel olacak ortamlar sunar. Öncelikle şöhret, şehvet ve servet tuzakları çağın gün geçtikçe etkisini artıran afetleri gibidir. Servet peşinde koşma, hızlı yaşama, hazza erme gibi ortamlar aslında insana hevasını putlaştırıp tanrılaştıran bir ortam sunar. Oysa Kur’an bize hevanın tanrılaştırılmasından kurtulmayı (Furkan 25/43) nefsani tutkulara tabi olmanın ise ibadet ve taat ile namazı kaybedip şehvetin esiri olmanın bir sonucu olduğunu anlatmaktadır (Meryem 9/59).
Teknolojik imkânlar maddeyi ilahlaştıran materyalizmi, parayı putlaştıran kapitalizmi, insanı dünyaya kul eden sekülerizmi insanoğluna süslü bir tuzak olarak sunmaktadır. Sîreti görmezden gelip surete meftun olmayı hayatın değeri olarak sunan teknolojik ortamın bize bizliği unutturduğunu fark edebilmeliyiz. Hızlı yaşamanın ve fark edilmesi gereken şeyleri fark edememenin şaşkınlığı ile hayat anlamsızlaşır. Oysa Allah bize “Furkan” vasfı ile bir şeyleri fark etmemizi emrediyor. Furkan’a ermenin yolunun da takva hassasiyetinden geçtiğini söylüyor (bkz. Enfal 8/29). Toplu ibadet ve zikir, sanal ortamların yalnızlaştırdığı çağdaş insanı rehabilite eden ve gönül dünyasını besleyen unsurlardır.
Altınoluk: Tasavvufun çağımız insanına vaat ettiklerini konuşanların bir kısmı bu anlayışı mevcut İslam anlayışı ve hayat tarzına alternatif olarak sunmak gibi sinsi bir gayretin içerisindeler. Siz böyle bir şey gözlemliyor musunuz, bu konuda ne düşünürsünüz?
Prof. Dr. H. K. Yılmaz: Tasavvuf insanoğluna her devirde kemal yönünde pek çok imkân sunan, ilerlemesinde destek olan bir sistemdir. Bu yüzden çağımız insanının yaşadığı problemlere çözümler sunabilecek bir konumdadır. Ancak tasavvufun vaad ettiği bu çözümler İslam’ın ehl-i sünnet akide ve fıkıh anlayışı çerçevesi içindedir. İçi boşaltılmış bir İslami anlayış elbette hedefimiz değildir.
Batı, reform hareketleriyle içini boşalttığı Hristiyanlıktan sonra kapitalizm ve sekülerizme yöneldi. Bugün İslam dünyasında dini hassasiyetlerin yüksek olması ve dinin hayatın her safhasını kuşatması Batı toplumlarını rahatsız etmektedir. Bu yüzden İslam’ın içini boşaltarak Hristiyanlığa benzetmek istiyorlar. Önce Selefi- Vahabi düşüncelerle İslam’ı ve Müslümanları teröre yatkın ve adeta terör üreten bir yapıda gösterdiler. Ve bunun sonucunda İslamafobiyi yaygınlaştırdılar.
Şimdiyse İslam’ın şer’i esaslarını ve fıkhi hükümlerini bir kenara bırakarak kısmen heterodoksi bir tasavvuf ve mistik anlayışı pazarlayarak yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bunun için hem Amerika’da hem de Rusya’da belli çalışmaların yürütüldüğü bilinmektedir. Bu çalışmalarla dini, şer’i hassasiyetleri olmayan kalp ve sevgiden ibaret bir anlayışa indirgeyip böyle terviç etmeye çalışmaktadırlar.
Ariflerimiz ve âlimlerimiz asırlar öncesinden bu tuzağı fark ederek şeriatsız tarikat, tarikatsız marifet ve marifetsiz hakikat olamayacağını belirtmişlerdir. Pergelin bir ayağını şeriat üzerinde sabitleyen tasavvuf ehlinin böyle bir tuzağa düşmeyeceğine inanıyorum.
Kaynak: Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Dergisi, 406. Sayı Kasım 2019