Tasavvuf Düşüncesinde Sapmalar
Tasavvufta görülen sapmalar nelerdir? Tasavvuf düşüncesinde sapma noktalarına dair örnekler.
Tasavvuf beden-ruh, zâhir-bâtın, lafız-mânâ ayırımında daima ikincilere ağırlık verir, fakat birincileri de ihmal etmez. Bununla birlikte tarihi seyir içinde bu ikili ayırım arasındaki mesafe açılmış ve uçurum derinleşmiştir. Açılan mesafeyi kapatmak ve şeriatla tasavvufu bağdaştırmak için büyük mutasavvıf âlimlerce eserler yazılmıştır. Ebû Nasr es-Serrâc, Ebû Tâlib Mekkî, Kuşeyrî ve Gazâlî bunlar arasındadır.
Diğer dinlerden, mezheplerden, mistik akımlardan, felsefe ve dini geleneklerden tasavvuf perdesi altında olan sızmalar da, kendisini aşırılıklar olarak göstermiştir. Müslümanları sapkınlığa karşı korumak için Sülemî, Galâtü’s-Sûfiyye’sini yazmış, Serrâc da el-Lum’a adlı eserinde bu konuya bir bölüm ayırmıştır.
TASAVVUFTA GÖRÜLEN SAPMALAR
Tasavvuf düşüncesinde sapma noktalarına dair bazı örnekler vereceğiz:
1. Ahirete öncelik verirken, dünyayı tam olarak terk etmek. İslâm ahiretin önemini ve sürekliliğini dikkate alarak, orası için güzel ameller hazırlamayı öğütlemiş ve dünya-ahiret dengesinin kurulmasını istemiştir. Hz. Peygamber’in ve ashâbının toplumun içinde bulunması ve dünya için gerekli çalışmayı ihmal etmemesi bunu gösterir. Âyette şöyle buyurulur: “Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara, bu dünyadaki payını da unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi, sen de iyilik yap..” [1] Ahirete hazırlık için nâfile ibadetlere fazla düşkünlük göstermek isteyen kimi sahâbileri Hz. Peygamber’in uyardığı görülür. Nitekim ashâb-ı kirâmdan üç kişi Allah Rasûlü’nün eşlerine, onun gece ibadetini sormuşlar, belki azımsayarak birincisi “sürekli olarak gece namazı kılmaya”, ikincisi “sürekli nâfile oruç tutmaya”, üçüncüsü ise “kadınlardan sürekli olarak ayrı kalmaya ve hiç evlenmemeye” karar vermişti. Onların bu konuşmalarını haber alan Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur: “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle demişler. Fakat ben namaz kılıyorum, hem uyuyorum; oruç tutuyorum, tutmadığım da oluyor; kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimi terk ederse benden değildir.” [2] Kur’an-ı Kerîm’deki zekat, hac, cihad, sadaka ve infak emirleri mü’minin varlıklı olmasıyla yakından ilgilidir. Bu da dünya işlerini terk etmeden çalışması gerektiğinin başka bir delilidir.
2. İbadetin düşmesi inancı. Bazı sözde mutasavvıflar insanın ibadet ve kulluk sonucunda Allah’a ulaşacağını, bu yüzden de artık ibadet yükümlülüğünden kurtulması gerektiğini söylemişlerdir. Bu konuda, “Yakîn gelene kadar Rabb’ine ibadet et.” [3] âyetini kendi inançları yönünde yorumlamışlardır. Halbuki gerçek mutasavvıflar bu âyetteki “yakîn” sözcüğüne “ölüm” anlamı vermiştir. Nitekim ne Hz. Peygamber ne de aşere-i mübeşşere gibi cennete gireceği bildirilen bir sahabenin, sağlığında iken ibadeti bıraktığına dair bir delil yoktur. Allah’ın Rasûlü çok rahatsızlandığı son birkaç gün, imamlığı Hz. Ebû Bekr’e bırakmış, kendisini iyi hissedince yine cemaate çıkmıştır. Hz. Ömer’in son olarak Mescid-i Nebevî’de namazda iken süikasta uğradığı bilinmektedir. Kısaca sahâbeden ve ehl-i sünnet bilginlerinden âyeti bu şekilde yorumlayan olmamıştır.
3. Riyâdan kurtulmak ve ihlâs halini güçlendirmek için dini geleneklere aykırı davranmak gerektiği inancı. Bazı sözde mutasavvıflara göre de manevî gelişme sürecinde sûfî, toplumu dikkate almamalı, Allah’tan başkasına değer vermemelidir. Bazı Melâmîlerle Kalenderîler böyledir. Bu görüş de Kur’an ve sünnetle çelişir. Çünkü toplumla uyumsuz ve geçimsiz olan, kötü zanna sebep olacak işler yapan kimse kendini kötü duruma düşürür ve İslâm’a da zarar verir.
4. Velînin peygamberden üstün olduğu inancı. Bazı mutasavvıflar Kehf sûresindeki Musa- Hızır (a.s) kıssasını delil alarak, velinin nebîden üstün olduğunu ileri sürmüştür. Onlara göre peygamber Allah’tan melek aracılığı ile bilgi (vahiy) alırken, velîler doğrudan ilham yoluyla bilgi alırlar. Halbuki hiçbir velî nebî derecesinde olamaz. Çünkü her nebî aynı zamanda velîdir. Onda hem velîlik, hem de peygamberlik birleştiğinden velîlerden üstündür. Peygambere vahyin dışında ilham yoluyla çeşitli bilgilerin ulaştığında şüphe yoktur. Nitekim peygambere kitabın yanında hikmetin verildiğini bildiren pek çok âyet vardır. Bir tanesinde şöyle buyurulur: “..Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu büyüktür.” [4] Buna göre Hz. Muhammed’in Kur’an dışında kalan sünnetinin, ilahî kontrol altında oluşan hikmet kapsamına girdiğinde şüphe yoktur. Şu âyetler de sünnetin gücünü artırmaktadır: “Arkadaşınız ne sapmış, ne de yanılmıştır. Hevâsından da konuşmamaktadır. O, vahyedilmiş bir vahiyden başkası değildir.” [5]
5. Her şeyin mübah olduğu inancı. Bazı sözde mutasavvıflar “eşyada asıl olan mübahlıktır” ilkesinden hareketle, başkalarının haklarına saygı gösteren kimse için her şey mübahtır, demişlerdir. Bu inançta olanlara İbâhiye ve Mübhiye denir. Bazıları da kalplerinin temiz olduğunu öne sürerek emir ve yasakların kendilerini bağlamadığını iddia etmişlerdir. Bu görüşlerin de Kitap ve sünnetin açık hükümleri ile çeliştiği ortadadır. Çünkü İslâm’da helal ve haram olan şeyler veya bunların ölçüleri konulmuştur.
6. Hulûl inancı. Bunlara göre Allah insan bedenine girer. Bedene girince de ondaki insanlık nitelikleri, yerini tanrılık niteliklerine bırakır. Bu görüş, temel nasslarda yer alan, ehl-i sünnetin belirlediği “Allah her yerde hâzır ve nâzırdır”, “insana şah damarından daha yakındır”, “mekândan münezzehtir” gibi ilkelerle çelişir ve şirk unsurlarını içerir.
7. Tenâsuh inancı. Bazı sözde mutasavvıflar ölen bir insanın ruhunun, ölmeden önceki durumuna göre insan veya hayvana geçerek, yeniden dünyaya geldiğini ve bu yolla cezalarını tamamladıklarını ileri sürerler. Bu inançlarına şu âyeti delil getirirler: “Onlar şöyle diyecekler: Ey Rabb’imiz! Bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya, bir yol var mıdır?” [6] Ehl-i sünnet inancına göre, bu âyetteki ilk ölüm, doğmadan önceki ölü durum, ikinci ölüm ise, dünyadan ayrılırken olan ölümdür. İlk diriliş dünyadaki doğum, ikinci diriliş ise, öldükten sonraki diriliştir.[7] Âyette sözü edilen cehennemliklerin çıkış yolu araması, yeniden dünyaya dönüp kendilerine yeni bir şans tanınmasını istemeleridir. Kendilerine böyle bir imkân verilmeyecektir.
Kitap ve sünnette insanın kendisi muhatap alınarak, dünyadaki ameline göre ahirette karşılık göreceği esası yer alır. Birkaç bedende yer alacak ruhun, kıyamet günü hangi kişiliği temsil edeceği sorusuna ikna edici bir cevap bulmak güçtür.
Bunların dışında kişiyi küfre veya sapıklığa düşürmeyen bazı hatalı inanç ve davranışlar her zaman olabilmiştir. Dünya işlerini tümden terk etmek, aşırı çilecilik, evlenmemek, tedbir almayı tevekküle aykırı saymak, şeyhleri kutsal sayacak kadar yüceltmek, mübah olan nimetlerden yararlanmamak, özel giysiler giymek, kılık-kıyafet, saç-sakal gibi konularda temizlik kurallarına uymamak, sürekli olarak inzivaya çekilmek gibi davranışlar buna örnek verilebilir.
Sonuç olarak İslâm’da Kitap, sünnet, icma’ ve kıyasla sâbit olan emir ve yasaklar bütün müslümanlar için bağlayıcıdır ve ortak hükümlerdir. Tasavvufta da bu kısma “şerîat” denilmiştir. Farzlar, vâcipler, haramlar ve sağlam hadislerle sâbit olan sünnet bu gruba girer. Bunun dışında nâfile, mendub veya müstehab olarak nitelenen ibadet ve amelleri, zikir, tesbih ve duaları bir mü’minin, sâlih- mürşid bir zatın rehberliğinde düzenli bir şekilde yapmaya çalışması ve böylece hayatını belli bir disipline sokması, hayırda yardımlaşma ve hayra delâlettir. Hadiste, “Hayra delâlet eden, o hayrı işleyenin ecri gibi ecir alır.” [8] buyurulmuştur. Diğer yandan cemaatin karşılıklı dua ve yardımlaşması sayesinde oluşan vakıf, mescid, aşevi, sağlık ocağı, yol, köprü, çeşme, ilmi teşvik gibi çalışmaların da bir “sadaka-i câriye” olarak, cemaat mensubuna, sağlığında ve vefatından sonra sürekli ecir kazandıracağında da şüphe yoktur.
Dipnotlar:
[1]. Kasas, 28/77.
[2]. Müslim, Nikâh, 5; Nesâî, Nikâh, 4; Dârimî, Nikâh, 3; A. İbn Hanbel, II, 158, III, 341, 359, V, 409.
[3]. Hicr, 15/99.
[4]. Nisâ, 4/113.
[5]. Necm, 53/2-4.
[6]. Mü’min, 40/11.
[7]. bk. Bakara, 2/ 28.
[8]. Müslim, İmâre, 133; Tirmizî, İlim, 14; A. İbn Hanbel, Müsned, V, 272-274, 357.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları