Tasavvuf; Hind, Çin, İran, Eski Mısır, Yunan, Yahûdî ve Hıristiyan Mistisizminden mi Alınmıştır?
“Tasavvuf; Hind, Çin, İran, Eski Mısır, Yunan, Yahûdî ve Hıris-tiyan mistisizminden alınmıştır” diyenler var. Ne dersiniz? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor...
Tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısı, daha çok müsteşriklerin gayretleriyle ortaya çıkmıştır. Muhtelif dinlerin mistik yapılarındaki birtakım benzerlikler onları, bunların birbirinden alınmış olması düşüncesine sevk etmiştir. Birtakım müsteşrikler tasavvufun Hind, Çin, İran, Eski Mısır, Yunan, Hıristiyan ve Yahûdî mistisizminden etkilendiği düşüncesini öne sürmüşlerdir.
Tasavvuf ve mistik sistemler arasındaki birtakım benzerlikler, “benzer ihtiyaçlar, benzer sonuçlar doğurur” ilkesinin bir sonucudur. İnsanların ya da toplumların sosyal ve rûhî ihtiyaçları muhtelif bölgelerde birbirinden habersiz olarak aynı şekilde karşılanmış olabilir. Bu tür benzer çözümlerin illâ birbirinden alındığı ya da birinin ötekinden etkilendiği anlamına gelmez. Sosyal müesseselerde bu tür benzerliklere rastlamak her zaman mümkündür. Nitekim İslâm hukuku ile Roma ve Yahûdî hukuku arasındaki benzerliklerden hareketle İslâm hukukunun bu iki hukukun ürünü olduğunu iddiâ edenler de çıkmıştır. Târihî gerçeklere baktığımız zaman böyle bir iddiâ ancak gülünç bulunabilir. Kezâ Kur’an ile Tevrât arasında bulunan benzerliklerden yola çıkarak Kur’an’ın Tevrât’tan alındığını mı iddiâ edeceğiz?
Aksi iddiâlar bile vardır. Nitekim Yahûdî Kabalizmi’nin İbn Arabî ve İslâm tasavvufunun etkisiyle şekillendiği iddiâ ve tesbiti bunlardan biridir. Bu tür iddiâları genelleyerek sonuca varmaya çalışmak; ya sosyal vâkıaları tanımamak ya da kolaycılığa kaçmaktır. Çünkü insan fıtratından kaynaklanan özellikler, insanoğlu her nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yaşasın değişmez. Nasıl din olgusu târih boyunca insan için bir gerçekse, din için tasavvuf ve rûhî hayât da öyledir.
İslâm’da bulunan ibâdet ve muâmelâta âid birtakım kuralların, Hıristiyanlık ve Yahûdîlik’teki âdâb ve ahkâma benzemesi, nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmezse, tasavvufî hayât ve tasavvufî düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle birtakım dış kültürlerden aktarılmış olması anlamı taşımaz. Rengi, dili ve kavmiyeti ne olursa olsun insanlar, belli rûhî tavırları, hiç yabancılık çekmeden anlayıp algılayabilmektedirler. Meselâ bir Japon’un İslâm tasavvufuna dâir yazılmış bir eserden zevk alması, bu ortak özellikten kaynaklanmaktadır.
Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları