Tasavvuf Terimleri
Tasavvufta en çok kullanılan terimler nelerdir? Tasavvuf terimleri sözlüğü... Tasavvuf terimleri ve anlamları.
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin Hazret-i Mevlana kitabında geçen tasavvuf terimleri ve anlamı.
TASAVVUF TERİMLERİ VE ANLAMLARI
Abes: Boş, gereksiz, saçma, hakîkate uymayan şey.
Abus: Somurtkan, ekşi, asık çehreli kimse.
Akîde: Îtikad, îman, dînî inanış.
Alâmet-i fârika: 1. Ayırt edici vasıf. 2. Karakteristik özellik.
Alenî: Açıkta, herkesin gözü önünde cereyân eden, açık, meydanda, âşikâr.
Aşkullah: Allah aşkı.
Ayân: Belli, açık, meydanda.
Ayine: Ayna.
Bâtınî: Dâhilî, sır ve hakîkatle ilgili.
Beis: Zarar, ziyan, mahzur.
Belâgat: Edebiyat kâideleri ilmi. Söz ve yazıda düzgün, sanatlı ve tesirli ifâde.
Benî İsrâil: İsrailoğulları, yahudîler.
Bîgâne: 1. Tanıdık olmayan, yabancı. 2. İlgisiz.
Bîzâr: Rahatsız, bıkmış, usanmış, şikâyetçi, küskün.
Buğz: Düşmanlık hissi, nefret, kin, içten düşmanlık göstermek.
Cârî: 1. Cereyân eden, akan, akıcı. 2. Geçerli, mûteber, yürürlükte. 3. Tedâvül eden.
Celâdet: Yiğitlik, kahramanlık, metânet.
Celbetmek: Çekmek, getirmek, dâvet etmek.
Cemâdât: Cansız varlıklar.
Cemâl: 1. Yüz güzelliği. 2. Güzellik, iç ve dış güzelliği. 3. Allâh’ın rahmetiyle tecellîsi, lûtuf, rızâ, ihsan vb. sıfatları. Celâl’in karşılığı.
Cemâlî sıfat: Allah Teâlâ’nın lûtuf, ihsan ve merhametine delâlet eden vasıfları.
Cemâlullâh: Hak Teâlâ’nın sonsuz güzelliği.
Cevvâliyet: Çok hareketlilik, canlılık, akışkanlık.
Cîfe: 1. Leş. 2. Pis ve iğrenç şey.
Cüzʼî: Az, pek az, az miktarda.
Dâvî: Dâvâ, iddiâ.
Delâlet: 1. Alâmet, işaret. 2. Yol gösterme, kılavuzluk etme.
Dersiâm: Talebeye, medreseliye ve herkese ders vermeye yetkili bulunan kimse.
Derûnî: İçten, gönülden.
Diğergâmlık: Başkalarını düşünmek.
Dûçâr olmak: Mâruz kalmak, yakalanmak.
Empoze: Zorla, baskı ile kabul ettirilmiş.
Emr-i bi’l-mârûf, nehy-i ani’l-münker: İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak.
Evlâ: 1. Birinci, daha önce gelen. 2. Daha iyi, daha uygun, daha lâyık, daha münâsip.
Fârik: Fark eden, ayıran.
Farîza: 1. Şer‘î açıdan yapılmasında mecbûriyet bulunan şey, farz olan şey. 2. Mutlaka yapılması îcâb eden şey.
Farz-ı ayn: Mükellef olan herkes tarafından mutlaka yerine getirilmesi îcâb eden farz.
Farz-ı kifâye: Bir veya yeterli sayıda kişi tarafından yerine getirilmesi ile başkaları üzerinden kalkan farz. (Meselâ, cenâze namazı.)
Fazl u kerem: İyilik, fazîlet, lûtuf, cömertlik.
Fenâ filllâh: Maddî varlık ve benlikten sıyrılıp rûhen Allah Teâlâ’nın varlığında yok olma.
Ferâgat: 1. Hakkından isteyerek vazgeçme. 2. Dâvâdan vazgeçme. 3. Affetme.
Ferah-nâk: Sevinçli, mesut, şâd.
Feyz: 1. Mânevî haz; gönül huzuru. 2. Bolluk, bereket. 3. Olgunlaşma ve ilerleme. 4. Suyun taşıp akması.
Firâset: Mânen kavrama, anlama, sezme kâbiliyeti.
Gâib: Bulunmayan, hazır olmayan, kayıp, görünmeyen.
Garâip: 1. Garip, acâyip, şaşılacak şeyler. 2. Tuhaflıklar.
Gayb: 1. Göz önünde olmayan, alâmet ve emâre ile bilinemeyen, gizli olan. 2. His ve aklın ötesinde kalan, insanlar tarafından kavranamayan. 3. Mânevî âlem.
Gayretkeşlik: Tarafgirlik, yardakçılık.
Gıyâb: Bulunmama, hazır olmama, uzakta olma.
Hacc-ı ekber: 1. Farz olan hac ibadeti. 2. Hac sırasında Arafat’a çıkma günü Cuma gününe rastlayan hac.
Hâcet: İhtiyaç, lüzum, gereklilik, muhtaçlık.
Hâdisat: Hâdiseler, olaylar.
Hakşinas: Hak ve hakîkati tanıyıp kabûl eden, doğruya tâbî olan.
Hamâkat: Anlama kıtlığı, bönlük, ahmaklık.
Hasis: Elinde bulunduğu hâlde kimseye yardım etmeyen, vermeyen, cimri, pinti.
Hâzık: Hazâkatli, işinin ehli, usta, eli uz.
Hengâm: Zaman, çağ, sıra, vakit, mevsim.
Hevâ: 1. Nefse âit şeylere olan heves, istek. 2. Nefsânî zevkler, düşkünlükler.
Hezeyan: 1. Saçmalama, abuk sabuk konuşma, herze. 2. Sayıklama.
Hikmet: 1. Yüksek bilgi. 2. Sebep, gizli sebep. 3. Ahlâkî söz, öğüt verici, öğretici ahlâkî söz.
Himmet: Yardım, ihsan, mânevî yardım, rûhânî imdat.
Hodgâm: Hodbin, bencil, sırf kendi menfaatini düşünen.
Husûmet: 1. Düşmanlık. 2. Hasımlık, hasım olma hâli.
Huşû: 1. Allah Teâlâ’ya karşı korku ve sevgi ile boyun eğme; bu duygu ile meydana gelen hâl. 2. Alçak gönüllülük, tevâzu.
Hüsn-i hâl kağıdı: 1. Resmî dâirelerce verilen iyi hâl kağıdı. 2. Bir şey veya kişi hakkında güzel ve iyi şâhitlikte bulunmak.
Hüsn-i kabûl: İyi karşılayış, saygı ve sevgi gösterme.
Islahat: Islahlar; bozukluk, kötülük ve aksaklıkları düzeltmek için yapılan işler, reform.
İbâre: 1. İfade, tâbir. 2. Bir fikri ifade eden kısa söz topluluğu. 3. Cümle.
İcâzet: 1. İzin, ruhsat. 2. Diploma.
İdâme: Devam ettirme, sürdürme.
İdlâl: Dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma.
İfnâ: Yok etme, tüketme, bitirme.
İğvâ: Azdırma, yoldan çıkarma, ayartma.
İhâta: 1. Bir şeyi kuşatma, çevirme, kavrama. 2. Zihnen, aklen, bilgiyle kavrama; tam ve mükemmel bir şekilde anlama.
İhtilâç: 1. Çarpıntı, çarpınma. 2. Seğirme. 3. Kasların gayr-i ihtiyârî kasılması.
İhtilât: Karışıp görüşme, beraber yaşama.
İhtiras: Aşırı hırs, şiddetli arzu.
İhyâ: 1. Yeniden hayat kazandırma, canlandırma, uyandırma, diriltme, güçlendirme, tâzeleme, onarma, şenlendirme, îmâr. 2. Bir geceyi ibadetle geçirme.
İkāme: 1. Yerine koyma. 2. Oturtma. 3. Ayağa kaldırma. 4. Namazı hakkıyla kılma.
İkrar: 1. İnancını, fikrini açıkça söyleme. 2. Tasdîk, kabul. 3. Îtiraf. 4. Kararlaştırma.
İlhâk: 1. Katma, ilâve etme, ekleme. 2. Hâkimiyeti altına alma.
İlticâ: 1. Sığınma. 2. Güvenme, dayanma. 3. Duâ ve yakarış.
İmtizâc: 1. Karışabilme. 2. Birbirini tutma, uygunluk. 3. İyi geçinme, uyuşma.
İn’ikâs: Akislenme, yansıma.
İnd: Kat, huzûr.
İnkişaf: 1. Açılma. 2. Büyüme, gelişme. 3. Meydana çıkma.
İrşad: 1. Hak yolu, doğru yolu gösterme, uyarma. 2. Tasavvufta, mürşidin Allah yolunu göstermesi.
İrtikâb: Kötü, fenâ, günah teşkil edecek bir şey yapma.
İstiâb: 1. İçine alma, içine sığma. 2. Kapasite.
İstîdat: 1. Bir şeyin kabûlüne, kazanılmasına olan tabiî meyil, kâbiliyet. 2. Akıllılık. 3. Anlayışlılık.
İstifham: Zihni ve gönlü meşgul eden soru.
İstiğrak: 1. Dalma, içine gömülme. 2. Kendinden geçip dünyayı unutma.
İstihzâ: Alaya alma, eğlenme, zevklenme, ince alay.
İtidâl: 1. Aşırı olmama, orta hâlde bulunma. 2. Yumuşaklık, mülâyemet.
İtiyad: Âdet hâline getirme, alışma, alışkanlık.
İttibâ: Tâbî olma, uyma, ardı sıra gitme.
İzzet: 1. Kıymet, değer. 2. Yücelik, ululuk. 3. Saygı, kerem.
Kāl: Söz, lâf.
Kalb-i münîb: Allâh’a yönelen kalp.
Kalb-i selîm: Allâh’ın râzı olduğu temiz gönül, fıtrî sâfiyeti bozulmamış kalp.
Kapitalist: Sermâye sahiplerinin iktisâdî sahada serbest faaliyet etmeleri esasına dayanan, sermâyedarlar rejimini benimseyen.
Kasvet: İç sıkıntısı, gam keder, tasa.
Kelp: Köpek.
Kerahat: 1. İğrenme, nefret etme, tiksinme. 2. Bir işi zorla mecbûriyet yüzünden yapma. 3. Dinî bakımdan haram sayılmamış olmakla beraber, harama yakın sayılan fiil veya şey.
Kesif: Yoğun, koyu, sık, tok, kalın.
Keyfiyet: Bir şeyin nasıl olduğu, hâl, durum, nitelik, kalite.
Kıstas: Ölçü, miyar, nisbet, mîzan.
Kinâye: 1. Maksadı kapalı ve dolaylı anlatan söz. 2. Üstü örtülü, dokunaklı söz.
Küllî: 1. Bütünle ilgili, bütüne âit, umûmî, hepsi, tamamı. 2. Çok miktarda.
Lâhûtî: Ulûhiyet âlemiyle ilgili, ulûhiyete âit, İlâhî, Rabbânî.
Latîf: 1. Hoş, yumuşak, nârin. 2. Cismânî olmayan, rûhânî.
Ledünnî: 1. Allah bilgisine ve sırlarına âit. 2. Allah katından bildirilen.
Liberalist: Kişi hürriyetlerine taraftar olan, liberalizm taraftarı.
Mâhî: Balık.
Mahkeme-i kübrâ: Büyük mahkeme, ölümden sonra çıkılacak ilâhî mahkeme.
Mahviyet: 1. Beşerî ve dünyevî noksanlıklardan kurtulma hâli. 2. Tevâzu.
Mâkes: Akis yeri, bir şeyin yansıdığı yer.
Mâlâyânî: Mânâsız, faydasız, boş söz.
Mâlik: 1. Sahip, efendi. 2. Tasarruf eden, elinde bulunduran.
Mâlikiyet: Mâlik olma, sahip bulunma, tasarruf ve temellük hakkı.
Mâlûl: İlletli; kendisinde bir hastalık bulunan.
Maraz: Hastalık, dert, belâ.
Mârifetullah: Allah -celle celâlühû-’yu kalben ve yakînen tanıma, bilme.
Mâsıyet: 1. İsyan. 2. Kötülük. 3. Günah şeyler.
Mâsivâ: 1. Allah’tan gayrı bütün varlıklar. 2. Dünya ile ilgili olan şeyler.
Maslahat: 1. Yerine göre îcâb eden iş, söz, davranış. 2. İyilik, düzen, âsâyiş.
Mass: Emme, emerek çekme, soğurma.
Materyalist: Maddeden başka varlık ve kuvvet tanımayan felsefî ekolü, maddeciliği benimseyen kimse.
Mazhariyet: Mazhar olma hâli, nâil olma, kavuşma, şereflenme.
Med-cezir: 1. Denizin Ay çekimi tesiri ile alçalıp yükselmesi, gel-git. 2. İniş-çıkış.
Meftûn: 1. Gönül vermiş, vurgun, müptelâ, düşkün. 2. Şaşkınlık derecesinde beğenmiş, hayran.
Meknuz: Yere gömülü, hazinede saklı.
Melce: Sığınılacak yer, ilticâ edilecek yer, barınak.
Melekût: 1. Saltanat, hükümdarlık, padişahlık. 2. Melekler ve ruhlar âlemi. 3. Melekler ve ruhlar, semâvî şeyler.
Menşe: Neş’et edilen yer, çıkış yeri, kök, kaynak.
Menzil: 1. Konaklanılan mekân, ev. 2. Hedef, gâye.
Merci: 1. Müracaat edilecek makam. 2. Dönülecek yer.
Mesâbe: Değer, hüküm, derece, mertebe, misil.
Meşrep: 1. Bir kimsenin yaratılıştan gelen mizâcı, tabiat, huy. 2. Âdet. 3. Gidiş, hareket, tavır, tutum.
Meşrû: 1. Şerîate uygun, dînin müsaade ettiği şey. 2. Hukuka, kanuna uygun.
Metâ: Mal, servet, ticârî değeri bulunan varlık.
Metânet: Metinlik, muhkemlik, dayanıklılık, sağlamlık.
Meziyet: Bir kimseyi başkalarından ayıran ve yücelten vasıf, üstünlük, değerlilik.
Muâfiyet: 1. Affedilmiş, bağışlanmış olma. 2. İstisnâ, imtiyaz.
Muâheze: 1. Birinin hâl ve davranışlarını beğenmeyerek çıkışma, azarlama. 2. Târiz, tenkid.
Muâmelât: Muâmeleler, davranışlar; iş, alışveriş vs. sûretiyle yaşanan her türlü beşerî münâsebetler.
Muâşeret: Bir arada hoşça geçinerek yaşama, âdâb-ı muâşeret, görgü.
Muayyen: Tâyin edilmiş, belli, belirli.
Muhabbetullah: Allah sevgisi.
Muharref: Tahrif edilmiş, bozulmuş, özünden uzaklaştırılmış.
Mukâbele: Karşılık, cevap.
Mukâbil: 1. Karşı, bedel. 2. Karşılık olarak, muâdil.
Mukadder: Allah tarafından ezelde takdîr olunmuş kazâ, kader, alınyazısı.
Mukaddesat: Mukaddes şeyler; kudsî, mübârek varlıklar.
Mukâvemet: 1. Bir gücün tesirine karşı koyan güç, direnç. 2. Karşı durma, direnme, karşı tarafın irâdesine boyun eğmeme.
Muktezâ: 1. İktizâ eden şeyler, gerekenler. 2. Sonuçlar.
Musaffâ: Tasfiye edilmiş, arıtılmış, temizlenmiş, sâfiyet kazanmış.
Musallâ: 1. Namaz kılmaya mahsus açık yer. 2. Câmi civârında cenâze namazı kılınan yer.
Muvâfık: Uygun, yerinde.
Muvâzene: İki şeyin eşit olma hâli, denk, denklik.
Mücellâ: Cilâlanmış, cilâlı, parlak, parlatılmış.
Mücrim: 1. Günahkâr. 2. Kabahatli, suçlu.
Müekked: Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.
Müessir: 1. Te’sir eden, eser bırakan. 2. Hüzün veren, kederlendiren, dokunaklı.
Mülâkat: Görüşmek, konuşmak, buluşmak.
Mün’akis: Çarpıp geri dönmüş, aksetmiş, yansımış.
Münâdî: 1. Nidâ eden, bağıran, duyurmaya çalışan, tellâl. 2. Müezzin.
Münevver: 1. Işıklı, aydın, parlak. 2. Tenvir edilmiş, aydınlanmış. 3. Bilgili, kültürlü.
Münezzeh: 1. Bir şeye ihtiyacı bulunmayan, muhtaç olmayan. 2. Arınmış, temiz, berî, sâlim.
Münzevî: Herkesten uzaklaşıp inzivâya çekilmiş bulunan.
Mürâî: Riyâkar, ikiyüzlü, başkalarına gösteriş yapan.
Mürebbî: Terbiye edici.
Müsâmaha: Göz yumma, hoş görme, aldırmama.
Müstağnî: 1. Minnetsiz, ihtiyacı olmayan. 2. Tenezzül etmeyen. 3. Tok gözlü, kanâatkâr.
Müstefîd: İstifade eden, fayda elde eden, kazanan.
Müsterih: 1. Huzur içinde, gönlü rahat. 2. Emin.
Müsteşrik: Doğu milletlerinin dil, kültür ve tarihi ile uğraşan kimse, oryantalist.
Müşâhede: 1. Bir şeyi gözle görme. 2. Mânevî seyir.
Müşahhas: 1. Şahıslandırılmış, cisimlendirilmiş, şekillendirilmiş. 2. Gözle görülüp, elle tutulur hâlde bulunan.
Müşkül: 1. Güç, zor, çetin. 2. Güçlük, zorluk, engel.
Mütefekkir: Tefekkür eden, düşünen.
Mütekâmil: Tekâmül etmiş, kemâle ermiş, gelişmiş.
Müteveccih: Teveccüh eden, yönelen, bir yere gitmeye hazırlanan.
Müttakî: 1. Sakınan, çekinen. 2. Allah’tan korktuğu ve O’nu sevdiği için günahlardan uzak duran.
Müyesser: 1. Kolay olan, kolaylıkla gerçekleşen. 2. Nasib olan. 3. Kolaylaştırılmış.
Müzâyede: Daha yüksek bedel verene satmak üzere artırmaya çıkarma.
Müzeyyen: Tezyîn edilmiş, bezenmiş, süslenmiş.
Nâçizâne: Nâçiz olana yakışır tarzda, değersizce mânâsında bir tevâzu ifadesi.
Nâdan: 1. Bilmez, câhil. 2. Kaba, terbiyesi kıt. 3. Dost olmayan.
Nâiliyet: Nâil olma, erişme.
Nâkıs: Noksan, eksik, yetersiz.
Nazargâh: Bakılan yer, bakma yeri.
Necâset: 1. Pislik, murdarlık. 2. Ters, kazûrat.
Nedâmet: Nâdim olma, pişman olma.
Nefsâniyet: 1. Kin, garez, husûmet. 2. Nefsin menfî hâlleri. 3. Gurur, kibir, enâniyet.
Nefs-i mutmainne: İyiliği kötülükten ayıran, huzura ulaşan nefs.
Neşriyat: Yayımlanmış şeyler, yayım.
Neşve: Sevinç, keyif, mutluluk.
Nezih: 1. Temiz. 2. Güzel, kibar.
Nifak: 1. Münâfıklık, iki yüzlülük. 2. Müslüman görünüp kâfir olma.
Numûne-i imtisal: Misal getirilecek örnek.
Nutfe: 1. Döl suyu. 2. Duru, saf su.
Nübüvvet: Nebîlik, peygamberlik.
Perspektif: 1. Eşyayı belli bir noktaya göre uzaklıklarını ve konumunu belirtecek şekilde resmetme usûlü. 2. Görüş tarzı.
Rahîm: Merhametli, esirgeyen, koruyan, acıyan.
Rahle-i tedrîs: Bir muallimin veya mürebbînin terbiyesinden geçme. Eğitim, terbiye ve düşünce bakımından feyz ve bereketine nâil olma.
Rakik: 1. Çok ince, yufka, nâzik, nârin. 2. Yumuşak kalpli, yufka yürekli, hisli.
Râm olmak: İtaat etmek, boyun eğmek, bütün varlığıyla bağlanmak, kendini başkasının emrine bırakmak.
Raûf: Son derece şefkatli, esirgeyici.
Râyiha: Koku, güzel koku.
Reformist: Düzeltmeci, ıslahatçı, değişim taraftarı.
Rikkat: 1. İncelik, yufkalık. 2. Nezâket. 3. İfâdede incelik. 4. Merhamet etme.
Riyâ: İki yüzlülük, gösteriş, sahte davranış.
Rûhâniyet: 1. Rûha âit mânevî atmosfer, rûhu takviye eden mânevî hâller. 2. Vefât etmiş olan bir şahsiyetin devam eden mânevî kuvveti.
Ruhsat: 1. İzin, müsâade. 2. Serbest bırakma, müsâade etme, kolaylık gösterme. 3. Azîmetin zıddı.
Rücû: 1. Geri dönme. 2. Vazgeçme, sözünü geri alma.
Sabr-ı cemîl: Halka şikâyet etmeyerek ihtiyatkâr olunan sabır.
Sadaka-i câriye: Kişinin vefatından sonra da sürekli ecir ve sevâba vesîle olmaya devam eden hayır-hasenât.
Saded: Kasıt, niyet, maksat, esas konu.
Sefih: 1. Kendi malını alabildiğine israf ederek kullanan. 2. Zevk, eğlence ve süse aşırı derecede düşkün olan.
Sekînet: 1. Sâkin olma, sükûnet. 2. Huzur, gönül rahatlığı.
Selâtîn: 1. Sultanlar. 2. Sultanların yaptırdığı câmi vs…
Selef: 1. Bir hâl ve işte daha önce bulunmuş olan, eski. 2. İlk örnek müslüman nesil.
Serzeniş: Başa kakma, çıkışma, azarlama, sitem.
Sevi: Sevgi, muhabbet.
Seyr u sülûk: Tarîkatte tâkip olunan usûl. Tarîkate giren kimsenin Hakk’a vuslat için yaptığı mânevî yolculuk.
Sırât-ı müstakîm: 1. Allah -celle celâlühû-’nun râzı olduğu dosdoğru yol. 2. Sırat köprüsü; üstünden geçip Cennet’e gitmek üzere Cehennem’in üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir köprü.
Sîret: 1. Bir şahsın mânevî durumu, hâl, hareket ve tabiati, ahlâk ve karakteri. 2. Hazret-i Peygamber’in hâl tercümesi.
Sûret-i hak: Zâhiren doğru ve samîmî görüntü.
Süfliyat: Dünya ile ilgili bayağı işler.
Sünnet-i müekkede: Peygamber Efendimiz’in çok az terk edip sürekli olarak yaptığı sünnet.
Sürûr: Sevinç.
Şân-ı ulûhiyet: İlâhlığın şânı.
Şârih: Şerh eden, açıklayan.
Şek: Tereddüt, gizli îtiraz.
Şemâil: 1. Huylar, tabiatler, ahlâklar. 2. Güzelliğin ve büyüklüğün bir araya gelmesi.
Şerâre: Kıvılcım.
Şerîf: 1. Şeref sahibi, ulu, yüce. 2. Kutlu, mübarek, mukaddes. 3. Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in soyundan gelen, Mekke emirlerine verilen unvan.
Şi‘riyyet: Şiire âit, şiire has özellik.
Şiâr: Nişan, eser, işâret, alâmet.
Taaccüb: Acayip karşılama, şaşma, hayret etme.
Tâat: Allâh’ın emirlerini yerine getirme, ibadet.
Tâbiîn: Sahâbîlere erişip onlardan hadis nakledenler.
Tâdil-i erkân: İbadetleri esaslarına riâyet ederek düzgünce edâ etmek; namazı usûlüne uygun kılmak.
Tafsîlât: 1. Etraflıca açıklamalar, izahat. 2. Ayrıntılar, teferruat.
Tahassüs: Hislenme, duygulanma.
Takvâ: Allah’tan korkma, Allâh’ın rızâ ve muhabbetini kaybetme korkusuyla dînin yasaklarından titizlikle kaçınıp emirlerini yerine getirme.
Tamah: 1. Hırs, açgözlülük. 2. Şiddetle isteme, ifrat derecesinde arzu.
Tarihselci: Kur’ânî hükümlerin inzâl buyrulduğu zamana âit olduğunu iddiâ eden sapkın görüşü benimseyip savunan.
Tasallut: Musallat olma, sataşma, başına ekşime.
Tasarruf: 1. Kullanma yetkisi. 2. Sahip olma. 3. İdare ile kullanma. 4. Velîlerin eşya ve varlıklar üzerindeki mânevî tesiri.
Tasavvur: Zihinde canlandırma, tahayyül etme, göz önüne getirme.
Tasfiye: Saflaştırma, arıtma, boşaltma.
Tazarrû: Tevâzu ve huşû ile Allâh’a yalvarma.
Tâzîm: Hürmet, saygı, yüceltme.
Tâziye: Ölenin yakınlarına baş sağlığı dileme.
Te’yid: 1. Doğrulama, destekleme. 2. Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
Tebaa: Bir devletin idaresi altında bulunanlar, tâbî olanlar.
Tebe-i Tâbiîn: Hazret-i Peygamber’le görüşen sahâbe nesline yetişemeyip de sahâbîleri gören tâbiîn nesline yetişip onlardan nakil ve rivâyette bulunanlar.
Teberrüken: Bereket sayarak, vesîlesiyle bereketlenme ümîd ederek, mübârek addederek.
Tecâhül-i ârifâne: Bilinen bir şeyi, edebî bir nükte ile bilinmiyormuş veya başka türlü biliniyormuş gibi gösterme sanatı.
Tecellî: 1. Görünme, belirme. 2. Allâh’ın lûtfuna nâil olma.
Tecellîgâh: Tecellî yeri, bir şeyin göründüğü yer.
Tecerrüd: 1. Her şeyden vazgeçip sadece Allâh’a yönelme. 2. Sıyrılma, soyunma.
Tecessüs: 1. Bir şeyin iç yüzünü araştırıp sırrını çözmeye çalışma. 2. Merak. 3. Ayıp arama.
Tecezzî: Cüzlere ayrılma, parçalanma.
Techiz: Lüzumlu şeyleri tamamlama, donatma.
Tedâvül: 1. Elden ele geçme, kullanılma. 2. Geçerli olma.
Tedrîcî: Derece derece, yavaş yavaş ilerleyen.
Teessür: Üzüntü, karamsarlık.
Tekfin: Kefen sarma, kefenleme.
Tekfir: Kâfir sayma, küfür isnâd etme.
Teksîf: Sıkıştırma, yoğunlaştırma, koyulaştırma.
Telâkkî: 1. Anlayış, görüş. 2. Şahsî anlayış, şahsî görüş.
Te’lif: 1. Uzlaştırma, bağdaştırma; alıştırma. 2. Eser yazma, toplama, düzenleme. 3. Yazılmış eser. 4. Bir ibârenin düzeni.
Telkin: 1. Fikrini kabûl ettirme, aşılama. 2. Ölmek üzere olan kimsenin başında kelime-i şehâdet getirerek tekrarlamasını sağlamaya çalışma.
Temâşâ: 1. Bakıp seyretme. 2. Gezme.
Tenvir: 1. Aydınlatma. 2. Bilgilendirme.
Terakkî: 1. Artma, ilerleme, yükselme. 2. Daha iyi hâle gelme.
Teselsül: Ard arda gelme, birbirini takip etme, zincirleme.
Teslîmiyet: Teslîm olma, boyun eğme, rızâ gösterme, itaat etme.
Teşbih: Benzetme, kıyaslama.
Teşebbüs: 1. Bir işi yapmak için harekete geçme. 2. Kalkışma.
Teşne: 1. Susuz, susamış. 2. Arzulu, istekli.
Tevdî: 1. Emânet etme. 2. Teslîm etme.
Tevekkül: 1. Vekil kılma, başkasına havâle etme. 2. Allah -celle celâlühû-’ya güvenme, gücünün yetmediği yerde Allah -celle celâlühû-’dan bekleme.
Teʼyid: 1. Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. 2. Doğru olduğunu kabul etme, doğrulama.
Tezellül: Kendini aşağı ve hor görme.
Tezkiye: Nefsi, her türlü kötü sıfatlardan ve menfî temâyüllerden temizleme, aklama ve güzel ahlâk ile tezyîn etme.
Tezyîn: Süsleme, ziynetlendirme.
Türâbî: 1. Toprağa mensup, topraktan. 2. Alçak gönüllü, mütevâzı.
Ubûdiyet: 1. Kulluk, kölelik. 2. Mensûbiyet.
Uhrevî: Âhirete âit, âhiretle alâkalı.
Ukbâ: Âhiret.
Ulemâ: Âlimler.
Ünsiyet: Alışkanlık, ülfet, dostluk
Vecd: 1. Kendini kaybedercesine ilâhî aşka dalma. 2. Şiddetli dînî duygu ve heyecan hâli.
Vehmetmek: Kuruntulanmak, yersiz korkuya düşmek, evhamlanmak.
Vukuât: Vukû bulan şeyler, olan bitenler.
Vukuf: Derinlemesine anlama, bilme, haberli olma.
Yakîn: Şüpheden kurtulmuş, doğru, sağlam ve kesin bilgi; doğru ve kuvvetle bilme, mutlak kanaat ve tam bir itmi’nân.
Zâhirî: Görünürdeki, görünüşteki.
Zevât: Zatlar, şahıslar, kişiler.
Zımnen: Açıktan olmayarak, üstü kapalı, dolayısıyla.
Zuhur: Meydana gelme, görünme, hâsıl olma.
Zuhurât: 1. Zâhir olanlar, meydana gelenler, hâsıl olanlar. 2. Beklenmedik, hesapta olmayan hâller.
Zühd: Dünyaya, maddeye ve menfaate hak ettiğinden fazla değer vermeme, rağbet etmeme, kanaatkâr olma, her türlü dünyevî ve nefsânî zevke karşı koyarak kendini ibadete verme.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları