Tasavvuf Yolunun Düstûru 'el Kârda Gönül Yârda'
Mânevî terbiyenin en mühim gâyelerinden biri “el kârda gönül Yâr'da” düstûrunu kazandırmaktır. Bu düstur sadece ibadetler esnâsında değil, dünya ile meşgûliyette bile gönlü Hakkʼa verebilmek ve hayatın hiçbir safhasında Oʼndan gâfil kalmamaktır. Böylece dâimî bir zikir hâline kavuşabilmektir.
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Ne mutlu o kimseye ki, bir tek endişesi vardır (yani dâimâ bir ve tek olan Allâh’a yönelmiş hâldedir). Kalbini; gözünün gördüğü, kulağının duyduğu mâlâyânî şeylerle meşgul etmez. Kim mârifetullah sırrına ererse, kendisini Allah’tan alıkoyan her şeyden yüz çevirir.”[1]
[Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Onlar, (o müʼminler) ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3)
Hadîs-i şerîfte de:
“Lüzumsuz şeyleri terk etmesi, kişinin iyi bir müslüman oluşundandır.” buyrulmuştur. (Tirmizî, Zühd, 11; İbn-i Mâce, Fiten, 12)
Gönlü mâsivâullahʼtan, yani Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden temizleyip dâimâ Hakkʼa yönelmek, mârifetullâha eren müʼminlerin şiârıdır. Dünyaya geliş sebebimiz de, Hakkʼa kulluk ve mârifetullah, yani Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilmektir. Buna muvaffak olan bir müʼminin kalbi, Cenâb-ı Hakkʼın azamet, kudret ve sonsuz nîmetlerinin tefekkürü içinde dâimâ; zikir, fikir ve şükür hâlinde bulunur.
MANEVİ TERBİYENİN EN MÜHİM GAYESİ
Mânevî terbiyenin en mühim gâyelerinden biri de “el kârda gönül Yârʼda” düstûrunu kazandırmaktır. Bu düstur ise, sadece ibadetler esnâsında değil, dünya ile meşgûliyette bile gönlü Hakkʼa verebilmek ve hayatın hiçbir safhasında Oʼndan gâfil kalmamaktır. Böylece dâimî bir zikir hâline kavuşabilmektir.
Bu hâl, gönlü dâimâ rızâ-yı ilâhî istikâmetinde tutan ve günahlara meyletmekten koruyan, mânevî bir uyanıklık, firâset ve basîret nûruna vesîledir. Zira âyet-i kerîmede buyrulur:
“Allâhʼı unutan ve bu yüzden Allâhʼın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)
Nitekim günahlar da, Allahʼtan gâfil kalındığı zaman işlenir. Hiç kimse besmele çekerek bir kardeşine çelme takamaz. Kalbi “Allah” diyen biri; kalplere diken batıramaz; bile bile kul hakkına giremez; haramlara dalamaz.
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri de, bu istikâmet hâlini, nice kerâmetten üstün görmüştür. Nitekim kendisine bir gün:
“‒Efendim, siz su üstünde yürüyormuşsunuz!” dediler. Hazret ise:
“–Bir çöp de su üstünde yüzer.” cevâbını verdi.
“–Havada uçuyormuşsunuz!” dediler.
“–Kuş da havada uçar.” buyurdu.
“–Bir gecede Kâbe’ye gidiyormuşsunuz!” dediler.
“–Bir cin veya şeytan da bir gecede Hindistan’dan Demâvend’e gidiyor.” buyurdu.
“–Peki o hâlde gönül erlerinin işi nedir?” diye suâl edilince:
“–Allah Teâlâ’dan başkasına gönül bağlamamak!”[2] karşılığını verdi.]
[1] Sehlegî, en-Nûr, sf. 170; Abbâs, Ebû Yezîd, sf. 73.
[2] Attâr, Tezkire, sf. 201; Serrâc, sf. 316; Abbâs, Ebû Yezîd, sf. 98.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-İ Bistâmî, Erkam Yayınları