Tasavvufi Düşüncenin İlkeleri
Tasavvufi düşüncenin temel ilkeleri nelerdir? Tasavvufun dayandığı ilke ve deliller.
Tasavvufun dayandığı temel düşünce ve delillerini beş maddede sıralayabiliriz.
TASAVVUFİ DÜŞÜNCENİN İLKELERİ
1. Allah sevgisinin her sevgiden üstün tutulması
Allah inancına ve sevgisine dayanmayan ibadet ve ahlâk gibi davranışlar İslâm açısından bir anlam ifade etmez. Allah’ı seven, O’nun kelâmı olan Kur’an’ı ve elçisi olan Hz. Muhammed’i, kısaca Allah’ın sevdiği herkesi ve her şeyi sever
Kur’an’da Allah sevgisi üzerinde önemle durulur. Bir âyette sevginin ölçü ve sınırı şöyle belirlenir: “De ki: Babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar, gerilemesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler, sizce Allah’tan, Elçi’sinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, o zaman, Allah buyruğunu getirinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.” [1] Buna göre, bir müslümanın Allah’ı, Rasûlü’nü ve Allah yolunda savaşmayı yürekten sevmesi ve bu sevgi ve isteği her zaman diğer şeylerden önde tutması gerekir
Hz. Peygamber “Allah ve Rasûlü’nü diğer şeylerden daha çok sevmeyen kimse imanın hazzına eremez.” buyurunca, Hz. Ömer, “Ey Allah’ın Elçisi! Seni kendim dışında herkesten ve her şeyden çok seviyorum” demiş, Hz. Peygamber’in, “Olmadı ya Ömer!” demesi üzerine, Hz. Ömer; “Şimdi seni kendimden de çok, seviyorum” deyince, Rasûlullah (s.a.s), “Şimdi oldu ya Ömer” buyurmuştur.[2]
İnsanla yüce yaratıcı arasındaki sevgi karşılıklı bir sevgidir. Allah Teâlâ’nın vedûd ve velî isimleri kullarını çok sevmesi ve onları dost edinmesi anlamına gelir. Nitekim yüce Allah, Hz. Peygameber’i herkesten çok sevdiği için ona “habîbullah (Allah’ın sevgilisi)”[3] Hz. İbrahim’e de “halîlullah (Allah’ın dostu)” denilmiştir
Kur’an-ı Kerîm’de, Allah’ın sevdiğini bildirdiği başlıca kimseler şunlardır: a) Adaletli olanlar, b) Temiz kimseler, c) Takvâ sahipleri, d) İhsan sahibi dürüst kişiler, e) Tevekkül ehli olanlar, f) Sabırlı kişiler, g) Tevbe edenler.[4] Bu sevgi konuları tasavvufun da temel konularıdır. Sûfiler ve veliler Allah’ın sevgisini kazanmak için bu hususları yerine getirmeye özen gösterirler. İlahî sevgiden mahrum kalmamak için de bunların zıddı olan durumlardan dikkatle kaçınmaya çalışırlar. Çünkü yine Kur’an’da yüce Allah’ın sevmediğini bildirdiği kimseler şunlardır: a) Haksızlık yapanlar, b) Küfür ehli olanlar, c) Günah işleyenler, d) Kendilerini başkalarından büyük görenler, e) Hıyanet edenler, f) Bozguncular, g) İsraf edenler, h) Haksız yere saldırganlık yapanlar.[5]
Hz. Peygamber’e itaat etmek, Allah’a itâat etmek anlamına geldiği gibi, onu sevmek de Allah’ın sevgisini kazandırır. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” [6] “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [7]
Tasavvufta, Allah sevgisinin kişiyi ulaştırabileceği derece, şu kutsî hadiste ifadesini bulmuştur: “Kulum bana, farz ibadetlerle yaklaştığı kadar hiçbir şeyle yaklaşamaz. Bana nâfile ibadetlerle de yaklaşır. Öyle ki ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Artık o, benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür. Böyle bir kul bana sığınırsa onu korurum, benden bir şey isterse, isteğini yerine getiririm.” [8] Tasavvuf kulun Allah’a yaklaşmasıdır. Allah kuluna şah damarından daha yakındır.[9] Allah’ın bir ismi de “el-karîb (her zaman herkese yakın olan)” dır. Fakat sevdiği kullarına daha da yakın olur. Allah’ın yakınlığını kazanan kullara “mukarreb -mukarrebûn” denilir.[10] İnsanın Rabbine yaklaştığı diğer bir derece de “ihsan” derecesidir. Hz. Ömer’in naklettiği Cibril hadisi diye bilinen rivâyette, imanın altı, İslâm’ın beş şartı sayıldıktan sonra en büyük derece olan ihsan şöyle tanımlanmıştır: “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir, her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.” [11]
2. Mü’minlerin birbirini sevmesi
Hz. Peygamber mü’minlerin Allah için birbirlerini sevmeleri gerektiğini çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Kur’an’da mü’minlerin kardeş olarak ilân edilmesi, mümin erkeklerle mü’min kadınların birbirinin velisi sayılması, Medine’ye hicret edilince ensarla mühacirler arasında, “kardeşleştirme” yapılarak, muhacirlerin yerli müslümanların ev ve mallarından yararlanması İslâm’ın sağlam bir toplum yapısı hedeflediğini gösterir. Kutsî bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Benim için birbirini sevenleri sevmem vacip olmuştur.” [12]
Hz. Peygamber de sevgi ile kâmil imanın birbiriyle bağlantısını şöyle belirtmiştir: “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” [13] “Sizden biriniz, kendisi için sevdiği bir şeyi mü’min kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olmaz.” [14] Mümin iyi ve kötü gününde mü’min kardeşlerinin yanındadır. Hadiste, “Kişi sevdiği ile beraberdir.” [15] buyurulmuştur
Tasavvufta hedef, bir mü’minin gönüllü ve sevgiye dayalı olarak Allah’a ibadet etmesini sağlamaktır. Dünya menfaati bir yana, cennet isteği veya cehennem korkusu bile söz konusu olmaksızın, sırf Allah’a olan sevgiden dolayı ibadet ve tâat halinin devamı asıldır. Nitekim ünlü sûfî Rabiye el-Adeviyye’nin (ö. 185/801) dediği gibi onlar cennet ve cehennem olmasa bile Allah’a ibadet ve tâatı sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparlar ve sonucu Allah’a bırakırlar. Nitekim Allah’ın Rasûlü bir hadisinde, “Suhayb ne güzel bir kuldur! O, Allah’tan korkusu olmasa bile günah işlemez.”, başka bir rivayette, “Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim, Allah’a olan sevgisinden dolayı, O’ndan korkmasa bile günah işlemez.” [16] buyurmuştur
3. Ahiretin dünyaya tercih edilmesi
Yüce Allah şöyle buyurur: “Azgınlaşan ve dünya hayatını tercih edenin gideceği yer cehennemdir.” [17] “Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz ama ahiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” [18] “Dünya hayatı aldatıcı bir metâdan başka bir şey değildir.” [19] “Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir.” [20] “Dünya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme vesilesi ve daha çok servet ve evlâda sahip olma yarışıdır.” [21] “Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan iyi işler ise hem sevap olması bakımından hem de ümit bağlanması bakımından Rabbinin nezdinde çok hayırlıdır.” [22] “De ki: Bu dünya hayatı önemsizdir. Takvâ sahipleri için ahiret daha hayırlıdır.” [23]
Kur’an’da dünyadan çok, ahiret mutluluğunun istenmesi şöyle öğütlenir. “Kim ahiret yararını isterse, ona bunu fazlasıyla veririz, kim dünya yararını isterse, ona da dünyadan bir şeyler veririz, ama ahirette bir nasibi olmaz.” [24]
Çeşitli hadislerde zühd hayatının özendirildiği ve ahireti tercihin öne alındığı görülür. “Dünyada bir garîb, bir yolcu gibi yaşa, kendini kabirde yatanlardan say.” [25] “Kabirleri ziyaret ediniz.Çünkü bu sizi dünyadan soğutur, ahirete ısındırır.” [26] Hz. Peygamber günlük hayatında sürekli olarak Allah’ın rızasını öne almış, dünya zevklerini ihtiyaçla sınırlı tutmuştur. Bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumu ödemek için bundan ayıracağım miktar dışında kalan altınların, üç günden fazla yanımda kalmasını arzu etmem.” [27] Diğer yandan Allah’ın Elçisi, öbür müslümanlar düzeyinde bir yaşam sürdürmek isteyen eşlerine küsmüş ve onlardan dünya ile kendisi arasında bir tercih yapmalarını istemiştir. Eşleri dünya yerine, onu tercih ettiklerini bildirmişlerdir.[28]
4. Kalp temizliğinin ve takvanın özendirilmesi
İslâm’da kalp temizliğine büyük önem verilmiştir. Çünkü vahiy de ilham da kalbe gelir. Kalp ilâhî nazar yeridir. Aşağıdaki âyetler kalp temizliğinin önemini belirtmektedir. “O gün ne mal ne de çocuklar bir yarar sağlamaz. Ancak Allah’a tertemiz bir kalple gelenler bunun dışındadır.” [29] “Allah sekîneti (huzuru) mü’minlerin kalplerine indirmiştir.” [30] “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle itmi’nan bulur.” [31]
İman kalbin onayından ibaret olduğu gibi, ibadetlerden alınacak ecir de, hâlis bir niyetin varlığına bağlıdır. Hâlis niyet de kalpte gerçekleşir. Kalp insandaki duyguların merkezini oluşturur. Hadislerde şöyle buyurulur: “İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. O iyi olursa beden tümüyle iyi, kötü olursa tümüyle kötü olur. Dikkat edin, bu et parçası kalptir.” [32] “Sana başkaları fetva verse de, sen fetvayı kalbine danış.” [33] “İyi, gönüle yatan, günah ise gönülü tırmalayan şeydir.” [34]
Kur’an ve hadislerde takvaya büyük önem verilmiştir. Hz. Peygamber kalbine işaret ederek “İşte takva buradadır.” buyurmuştur.[35] Takva sahibine “muttakî” denir
Âl-i İmrân sûresi 134-.136 âyetlerinde takvâ sahiplerinin nitelikleri şöyle belirlenmiştir: a) Bollukta ve darlıkta Allah için harcama, b) Öfkesini yenme, c) Affedici olma, d) Sürekli iyilik yapma, e) Bir günah işleyince, Allah’ı hatırlayıp hemen tevbe etme, f) Kötülükte ısrar etmeme. İnanarak yapılacak bu salih amellerin kişiyi cennete götüreceği açıkça ifade edilmiştir
Bakara sûresinin ilk âyetlerinde takva sahiplerinin nitelikleri şöyle sıralanmıştır: a) Gabya iman, b) Namazı dosdoğru kılmak, c) Allah’ın verdiğinden bağış yapmak, d) Kur’an’a ve daha önce indirilen kitaplara inanmak, e) Ahiret gününe inanmak. Bu nitelikleri taşıyanların Allah’tan gelen doğru yol üzerinde oldukları ve kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.[36]
Allah Teâlâ, gerçek iyilik (birr) ve takva sahibi olanları başka bir âyette şöyle tanımlar: “..Fakat gerçek iyilik (birr), Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a, peygamberlere iman etmek, sevdiği malından yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya, dilencilere ve köle azat etmeye vermek ve namazı kılmak, zekatı vermektir. Sözleştikleri zaman, verdikleri sözleri tam olarak yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaşın kızıştığı sırada sabredenler, işte doğru sözlü olanlar bunlardır. Ve işte takvâ sahibi olanlar da bunlardır.” [37] Bu âyette kişiyi cennete ulaştıracak amellerin beş grupta toplandığı görülür: a) İman sahibi olmak. b) Sevmesine rağmen malını akraba, yetim, yoksul, yolcu, dilenci ve köle azadına harcamak. c) Namaz kılıp, zekatını vermek. d) Verdiği sözü yerine getirmek. e) Sıkıntı, hastalık ve şiddet zamanında sabretmek. Bu âyetle ilgili olarak Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur: “Kim bu âyetle amel ederse, imanını kemâle erdirmiş olur.” [38]
Takva hâli; Allah’tan sakınma, saygı ve sevgi eksenli olarak gerçekleşir. Allah’tan korkma âyet ve hadislerde daha çok “havfullah-mehâfetullah ve haşyetullah” tamlamaları ile ifade edilmiştir. Bu, günah işleyenlerin ve haksızlık edenlerin Allah’ın azabından ve hışmından korkmalarını ifade eder. Aşağıdaki âyetlerde böyle bir korku yer alır: “Eğer inanıyorsanız, biliniz ki en çok korkulmaya lâyık olan Allah’tır.” [39] “Onlardan değil, benden korkun.” [40] “Onlar, Rablerinden de kötü azaptan da korkarlar.” [41] “Onlar, Allah’tan başka hiçbir kimseden korkmazlar.” [42]
Başta peygamberler ve veliler olmak üzere bütün mü’minler Allah’tan korkarlar. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah’ı en iyi bileniniz ve O’ndan en çok korkanınız benim.” [43] “Hikmetin başı Allah korkusudur.” [44] Allah’tan korkan başkasından korkmaz, bu korku ve saygı kişiyi cesaretli kılar. Diğer yandan dünyada Allah’tan korkanların ahirette korkuları olmayacak ve üzülmeyeceklerdir.[45]
5. Tasavvufta hedefe ulaşmak için “seyru sülûk” yolunun izlenmesi
İlim ve uygulama olarak tasavvufun içinde bulunan kimse öncelikle farz, vâcip ve sünnetleri yerine getirmekle yükümlüdür. Bunların dışında nâfile olarak tavsiye edilen, yerine getirilirse sevap kazandıran, getirilmezse bir sakıncası bulunmayan amellere de önem verilir. Sabah namazı vakti girmezden önce kılınan teheccüd namazı, güneş doğduktan 45-50 dakika kadar sonra kılınan kuşluk namazı, akşam namazından sonra kılınan evvâbîn namazı, abdest alınca kılınan iki rekât abdest namazı gibi nâfile namazlar, Receb ve Şaban ayları gibi aylarda belli miktarlarda tutulan oruçlar, umre ve sadakalar bunlar arasında sayılabilir
Yine nefsi eğitmek, kalbe Allah’ın sevgisini yerleştirmek ve ibadetleri daha samimi olarak yapabilmek için hergün belli sayıda tesbih, zikir, tekbir ve belirli duaları yapmak, bunları vird haline getirmek tasavvufta “seyru sülûk” adını alır. Kişinin durumuna göre, miktar ve çeşitleri değişebilen bu nâfile ibadetlerin her birisi de temelde âyet veya hadislere ya da sahâbe uygulamalarına dayanır. Nitekim yukarıda sözünü ettiğimiz, beş vakit namaz ve bunlara bağlı sünnetler dışındaki nâfile namazları, Hz. Peygamber genelde kılmış ve ashab-ı kirama da tavsiye etmiş, ancak onları bununla yükümlü tutmamıştır. Nâfile oruçların durumu da böyledir
Kur’an-ı Kerîm’de göklerde ve yerde olan canlı cansız her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini bildiren pek çok âyet vardır.[46] Tesbih; Allah’ın her türlü kusurdan uzak olduğunu seslendirmek ve ilân etmek demektir. Günümüzde kimya biliminin ortaya koyduğu, cansız varlıkların en küçük yapı taşı olan atomların içinde, elektronların çekirdek çevresinde, saniyede üç yüz bin km. hızla hareket etmesi anlamlıdır. Biz canlı cansız varlıkların tesbihinden söz eden ve insanları da tesbih etmeye çağıran âyetlerden sadece iki tanesini vereceğiz: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı överek tesbih etmiş olmasın. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. Gerçekten O, çok sabırlıdır, bağışlayıcıdır.” [47] “Sabah akşam, Allah’ın eksikliklerden uzak olduğunu ilân edin.” [48]
Kur’an’da Allah’ı zikretmeyi, O’nu anmayı emir ve tavsiye eden pek çok âyet vardır. Zikir; Allah’ı anmak, hatırlamak, hatırda tutmak, O’nun isimlerinden birisini seslendirmek anlamlarına gelir. Tasavvufta uygulama, kişinin kalbi üzerinde etkili olması için, Allah’ın bir isminin belli sayıda tekrarlanması şeklinde olmuştur. Çünkü Kur’an’da ne tesbih ne de zikir için açık bir sayı verilmemiştir. Âyetlerdeki üslup geneldir. Zikir ve tesbihi emir ve tavsiye eden âyetlerden bazıları şunlardır: “..(Ey Zekeriyya!), Rabb’ini çok an ve sabah akşam O’nun bütün eksiklerden uzak olduğunu ilân et!” [49] “Kendi kendine yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle, sabah akşam Rabb’ini an ve gâfillerden olma.” [50] “Onlar ki, ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde derinlemesine düşünürler..” [51] “Sonra namazı bitirince de, ayaktayken, otururken, yanlarınız üzerine yatarken Allah’ı anın..” [52] “Ey iman edenler! Allah’ı çok anın. Akşam sabah, O’nun bütün eksikliklerden uzak olduğunu ilân edin.” [53]
Hz. Peygamber’in, yukarıdaki âyetleri ve benzerlerini açıklayan çeşitli hadislerinde bazı dua, zikir ve tesbih için çeşitli miktarlarda sayıların verildiği görülür. Biz bunlardan birkaç tanesini örnek olarak vereceğiz. Bir hadiste, namazdan sonraki tesbih duası için 33 defa “sübhânallah”, 33 defa “elhamdülillah”, 33 defa da “Allahüekber” olmak üzere sayı zikredildiği ve bunları tekrarlayanın günahları denizin köpüğü kadar çok olsa bile bağışlanabileceği bildirilmiştir.[54] Mus’ab İbn Sa’d, babasının şöyle dediğini nakletmiştir: “Biz Rasûlullah (s.a.s)’in yanında idik. Şöyle buyurdu: Sizden biriniz, kendisine her gün bin sevap (hasene) kazandıracak bir ameli işlemekten âciz midir? Bu amelin ne olduğu sorunca buyurdu ki; “Yüz defa tesbihtir, yani “sübhânallah (Allah her türlü eksiklikten uzaktır)” demektir. Bununla o kişiye bin hasene yazılır veya ondan bin hata silinir.” [55]
Ebû Hüreyre’nin naklettiği bir hadiste başka bir dua ve tesbih için sayı yine yüzdür. Hadis şöyledir: “Kim bir günde yüz kere “Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr (Anlamı: Tek olan Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, O’nun ortağı da yoktur. Mülk O’nundur, övgü O’nadır, O her şeye kâdirdir)” derse, on köleyi özgürleştirmiş gibi ecir alır, kendisi için yüz hasene (iyilik) yazılır ve yüz kötülük (seyyie) silinir. Kendisi gün boyunca şeytana karşı koruma altında olur. Bundan daha fazlasını yapan kişi dışında, hiçbir kimse ondan daha faziletli (nâfile) bir amel yapmış olmaz.” [56] Amr İbn Meymûn rivâyetinde ise sayı on olup, hadisin sonu şöyledir: “Bu kimse, İsmail oğullarından dört kişiyi özgürlüğüne kavuşturmuş gibi ecir alır.” [57]
Başka bir hadiste sayı yine yüzdür. “Kim, günde yüz kere, “Sübhânallahi ve bi hamdihî (Allah her türlü eksiklikten uzaktır, O’nu hamdiyle övüyorum)” derse, hataları denizin köpüğü kadar çok olsa bile silinir.” [58]
Diğer yandan Allah’ın elçisi, münafıkların başı Abdullah İbn Übeyy hastalanınca, onun oğlunun isteği üzerine dua etmiş, fakat inen âyette yetmiş defa bağışlanma istese bile kabul edilmeyeceği bildirilince,[59] yetmişin üzerinde bağışlanma isteğinde bulunmuş, vefatının arkasından da cenaze namazını kıldırmak isteyince, inen başka bir âyetle bundan men edilmiştir.[60]
Tasavvufta rehber olan mürşid zat, nâfile olarak emir ve tavsiye edilen bu zikir, tesbih, tehlîl ve duaların, kişilerin ihtiyaç durumuna göre miktarlarını belirler ve bununla amel etmek isteyenlere yol ve yöntem gösterir. İstikâmet üzere bir hayat sürmelerine yardımcı olur. Bu, Allah Rasûlü’nün doğrudan veya soru soran sahâbîlerin durumuna göre fazîletli bazı zikir, dua ve tesbihleri sayı zikrederek tavsiye etmesinin benzeridir
Dipnotlar:
[1]. Tevbe, 9/24
[2]. Buhârî, İmân, 9; Müslim, İmân, 15
[3]. Tirmizî, Menâkıb, 1
[4]. bk. Bakara, 2/222; Âl-i İmrân, 3/76, 146, 148, 159; Mâide, 5/13, 93; Tevbe, 9/4, 7, 108; Hucurât, 49/9; Mümtehine, 60/8
[5]. bk. Bakara, 2/176; Nisâ, 4/107; Mâide, 5/64, 87; A’râf, 7/31; Şûrâ, 42/40; Hadîd, 57/23
[6]. Nisâ, 4/80
[7]. Âl-i İmrân, 3/31
[8]. Buhârî, Rikâk, 38
[9]. Kâf, 50/16
[10]. vâkıa, 56/88, 89
[11]. Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 57. bk. Bakara, 2/195; Mâide, 5/93
[12]. Mâlik, Muvatta’, Şiir, 16; A. İbn Hanbel, Müsned, V, 233
[13]. Müslim, İmân, 93; Ebû Dâvud, Edeb, 131
[14]. Buhârî, İmân, 7
[15]. Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 165
[16]. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 323
[17]. Nâziât, 79/37-39
[18]. A’lâ, 87/16, 17
[19]. Âl-i İmrân, 3/185
[20]. Muhammed, 47/36
[21]. Hadîd, 57/20
[22]. Kehf, 18/46
[23]. Nisâ, 4/77
[24]. Şûrâ, 42/20; Bakara, 2/200
[25]. Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; İbn Mâce, Zühd, 6
[26]. İbn Mâce, Cenâiz, 47
[27]. Buhârî, Zekât, 4; Müslim, Zekât, 31
[28]. bk. Ahzâb, 33/28; Buhârî, Tefsîr, 66; Müslim, Talâk, 5
[29]. Şuarâ, 26/88, 89
[30]. Fetih, 48/4
[31]. Yûnus, 10/74
[32]. Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107
[33]. Dârimî, Büyû’, 2; A. İbn Hanbel, IV, 228
[34]. A. İbn Hanbel, IV, 194, 228
[35]. A. İbn Hanbel, V, 379
[36]. Bakara, 2/3-5
[37]. Bakara, 2/177
[38]. Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, I, 249
[39]. Tevbe, 9/13; Ahzâb, 33/37
[40]. Âl-i İmrân, 3/175
[41]. Ra’d, 13/28
[42]. Tevbe, 9/18; Ahzâb, 33/39
[43]. Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Fezâil, 35
[44]. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 421
[45]. Bakara, 2/38, 62, 112, 262, 274, 277
[46]. bk. Hadîd, 57/1; Haşr, 59/1, 24; Saf, 61/1; İsrâ, 17/44; Ra’d, 13/13; Nûr, 24/41; Cum’a, 62/1
[47]. İsrâ, 17/44
[48]. Ahzâb, 33/42; Meryem, 19/11
[49]. Âl-i İmrân, 3/41
[50]. A’râf, 7/205
[51]. Âl-i İmrân, 3/191
[52]. Nisâ, 4/103
[53]. Ahzâb, 33/41, 42
[54]. Müslim, Mesâcid, 144-146
[55]. Müslim, Zikr, 37
[56]. Müslim, Zikr, 28
[57] . Müslim, Zikr, 30
[58]. Müslim, Zikr, 28
[59]. Tevbe, 9/80
[60]. Tevbe, 9/84. bk. Buhârî, Tefsir, 9/12; Kurtubî, Câmi’, 9/ 84. âyetin tefsiri
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları