Tasavvufi Terbiyenin İlk Dersi
Tasavvufi terbiyenin ilk ve son dersi nedir? İyilik ve kötülüğe karşı Müslümanın duruşu nasıl olmalıdır? Allah'ın (c.c) has kullarının vasıfları nelerdir?
Yunus Emre Hazretleri buyurur:
Derviş gönülsüz gerektir;
Söğene dilsiz gerektir,
Döğene elsiz gerektir,
Halka beraber gerekmez…
Tasavvufî terbiyenin ilk dersi “incitmemek”, son dersi ise “incinmemek”tir. İncitmemek, bir noktada insanın elindedir. Lâkin incinmemek zordur. Zira kalpte irâde yoktur. Dolayısıyla, mâruz kalınan haksızlıklara karşı kalpten gelen îtiraz ve şikâyeti susturabilmek ve gönlüne söz geçirebilmek, ancak yüksek bir mânevî dirâyet ister. Kendi irâdesini Hakk’ın irâdesine râm ederek nefsini/benliğini aradan çıkarabilmeyi gerekli kılar. Bunun içindir ki şahsına yapılan ezâ ve cefâlar sebebiyle gücenmemek ve gönül koymamak, bilâkis Allah için affederek bunu huzûr-i ilâhîde kendi affına vesîle kılmaya çalışmak, ancak yüksek ruhların kârıdır.
Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hususta ümmetine sayısız misal sergilemiştir. Şahsına yapılan ezâ ve cefâları affetmekle kalmamış, kötülüğe dahî iyilikle mukâbelede bulunmuştur. Zulmüne mâruz kaldığı kişi ve toplumlara bedduâ etmek yerine, onların ıslah olup hidâyetle şereflenmeleri ve ebedî kurtuluşa ermeleri için duâ etmiştir.
Tâif’te kendisini taşlayanlara ve Uhud’da mübârek dişlerini kırıp gül yüzünü kanatanlara bedduâ yerine duâ etmesi, buna kâfî bir misâldir. Yine Mekke Fethi’nde, yıllarca zulüm ve işkencelerine mâruz kaldıkları müşriklere kısas yapmak yerine af îlân etmesi, nice azılı düşmanın dost olmasına vesîle olmuştur.
Cenâb-ı Hak ne güzel buyurur:
“…İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman (göreceksin ki), seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34)
ER KİŞİNİN KÂRI
Diğer taraftan, iyilik yapanlara iyilikle, kötülük yapanlara da kötülükle karşılık vermek, “her kişinin kârı”dır. Kötülük yapanlara bile iyilikle mukâbele edebilmekse “er kişinin kârı”dır. Şu hadîs-i şerîf, bu hususu ne güzel hulâsa etmektedir:
“Hiçbiriniz; «Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparlarsa ben de iyilik yaparım, kötü davranırlarsa ben de kötü davranırım.» diyerek (başkalarını taklit eden) şahsiyetsiz kimselerden olmasın! Aksine; insanlar iyilik yaparlarsa iyilik yapmak, kötü davranırlarsa haksızlık etmemek (zulme sapmamak) için nefsinizi terbiye edin.” (Tirmizî, Birr, 63/2007)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu yüksek ahlâkı her vesîleyle ashâbına da tâlim ve telkin etmiştir. Nitekim bir gün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbının arasında otururken, bir kişi gelip Hazret-i Ebû Bekir’e hakâret etti. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- cevap vermeyip sükût etti. O kimse ikinci defa aynı şekilde hakâret etti. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- yine sükût etti. Adam üçüncü defa hakâret edince, Ebû Bekir -radıyallâhu anh- dayanamayıp ona hak ettiği cevabı verdi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen oradan kalkıp yürümeye başladı.
Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ardından yetişerek:
“–Yâ Rasûlâllah, yoksa bana darıldınız mı?” deyince Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Hayır, darılmadım. Semâdan bir melek inmiş, o kimsenin sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca, melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)
ALLAH'IN (C.C) HAS KULLARI
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Rahmânʼın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63)
Yine Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Mıstah isimli bir fakire devamlı olarak yardımda bulunuyordu. Kızı Hazret-i Âişe’yi hedef alan “İfk” (yani iftira) hâdisesinde Mıstah’ın da iftiracılar arasında yer aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik yapmayacağına dâir yemin etti. Hazret-i Ebû Bekir’in yardımı kesilince Mıstah ve âilesi perişan bir hâle düştü. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler. Affetsinler, bağışlayıp geçsinler. Allâh’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)
Bu âyet-i kerîmenin nüzûlünden sonra Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-:
“–Ben elbette Allâh’ın beni bağışlamasını isterim!” dedi. Ardından yemin keffâreti vererek, yapmakta olduğu hayra devam etti. (Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de nefsi için aslâ öfkelenmez, ancak bir hakkın çiğnenmesi, hakîkate zulmedilmesi karşısında sessiz kalmazdı. Şahsına karşı yapılan hata, kusur ve kabalıkları, Allah için affederdi.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ümmeti olarak bizler de O’nun hâliyle hâllenmeye gayret etmeliyiz. Kusur affetmeyi, barışmayı, kaynaşmayı, kardeş olmayı, yalnızca Ramazan’dan Ramazan’a yahut bayramdan bayrama hatırlamak yerine, her dâim engin gönüllü bir “rahmet insanı” olmaya çalışmalıyız. Şahsımıza yapılan haksızlıkları izzet-i nefis ve gurur meselesi yapmamalıyız. Alınma, gücenme, darılma gibi zaafları, Allah rızâsı için aşmalıyız. Öfkeye kapılarak kin gütmeyi ve intikam peşine düşmeyi; gönül hamlığı ve idrak sığlığı olarak telâkkî etmeliyiz. Şahsımıza karşı işlenen hata ve kusurları affedebilmeyi, nefsimizin tezkiyesine ve günahlarımızın bağışlanmasına vesîle bilmeliyiz.
Şu hâdise, bu gönül ufkunun ne muhteşem bir tezâhürüdür:
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbına:
“–Sizden biri, Ebû Damdam gibi olmaktan âciz midir?” diye sormuştu. Yanındaki sahâbîler:
“–Ebû Damdam kimdir yâ Rasûlâllah?” diye suâl ettiler.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
“–Sizden önceki kavimlerden birine mensup biriydi. O;
«‒Bana hakâret eden ve dil uzatarak gıybetimi yapan kimselere hakkımı helâl ediyorum.» derdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 36/4887)
Ne mutlu, Allâhʼın kullarını affede affede ilâhî affa lâyık olabilme firâsetiyle yaşayan derviş gönüllü kullara!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Ocak, Sayı: 407
YORUMLAR