Tasavvufi Usul ve Esasların Menşei
Tasavvufî usûl ve esasların menşei; rûhu; Kur'ân ve hadislerde mevcûd olan nebevî faâliyetin; her zaman ve mekânda devam ettirilmesinden ibârettir. Meşâyıh zümresi ve onların kesintisiz devâm etme gerçeğinin kaynağı da bu îcâb ve ihtiyaçtır.
Rasûlullâh (s.a.v.), hayatın her sahasında üsve-i hasene olduğu gibi, insanları terbiye ve tezkiye etme konusunda da en güzel bir örnektir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'e âit olan vahyi nakletme dışındaki bütün vazifelerin O'nu tâkip edenler tarafından bir şekilde devam ettirilmesi nasıl matlûb ve mecbûrî ise O'nun, insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltme vazifesinin de nihâyete ermemesi ve bunun meşâyıh tarafından kıyâmete kadar devam ettirilmesi aynı şekilde matlûb ve mecburîdir. Çünkü müminlerin sâdece zâhirinin değil, bâtınının da temizlenmesi, ancak ve ancak bu sûretle mümkün olabilmektedir. İşte tasavvufî usûl ve esasların ana menşei, rûhu Kur'ân ve hadislerde mevcûd olan bu nebevî faâliyetin her zaman ve mekânda devam ettirilmesinden ibârettir. Meşâyıh zümresi ve onların kesintisiz devâm etme gerçeğinin kaynağı, bu îcâb ve ihtiyaçtır.
Allâh Rasûlü (s.a.v.), ibâdet, muâmelât ve ahlâktaki zâhirî ve bâtınî fazîletlerin merkezi ve zirvesidir. O Varlık Nûru, Mekke'deki on üç yıllık tebliğ ve tezkiye mücâhedesinden sonra Medîne'ye hicret ederken, kendisine Sevr Mağarası gösterildi. Burada bâzı tecellîler yaşandı. Zîrâ bu mağara, bir nevî ilâhî hikmetlere gark olma ve kalbi inkişâf ettirme dershânesi idi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, O'nunla mağarada üç gün arkadaşlık yapmak şeref ve fazîletine ermişti. "(Üçüncüsü Allâh olan) ikinin ikincisi..." olmuştu. Varlık Nûru, bu aziz arkadaşına: لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا "…Mahzûn olma; Allâh bizimledir!.." (Tevbe: 40) buyurarak, Allâh ile berâber olma (maiyyet) sırrını telkîn ediyordu. Bu hâli ârifler, aynı zamanda hafî zikir tâliminin başlangıcı ve gönüllerin Allâh ile itmi'nâna ermesinin ilk tezâhürü olarak yorumlamışlardır.
Tasavvufta kalbden kalbe sır naklinin İslâm târihindeki bilinen ilk tezâhür mekânı Sevr Mağarası ve onun muhâtabı olarak da Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) kabul edilir. Onun için Hazret-i Sıddîk (r.a.) ucu kıyamete kadar devâm edecek bir Altın Silsile'nin Hazret-i Peygamber (s.a.v.)'den sonraki ilk halkası olarak telakkî edilmiştir.
Diğer taraftan Peygamber Efendimiz 'in (s.a.v.), cehrî zikri de Hazret-i Ali’ye (r.a.) tâlim ettiği nakledilmiştir. Tasavvufun en mühim telkinlerinden biri olan zikrin tâlimi, bu şekilde bir koldan Hazret-i Ebû Bekir’e (r.a.) diğer bir koldan da Hazret-i Ali’ye (r.a.) nisbet edilmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları, 2012, İstanbul