Tasavvufta Amaç Kerâmet Değildir!
Tasavvufî seyr u sülûk, kāl/söz değil, hâldir. Allah dostlarının ahlâk ve hâllerinden nasip alabilmektir. Lafızda takılıp kalanlar ve işi fesahat ve belâğat dolu sözlerden ibâret sayanlar, aldanmışlardır.
EN BÜYÜK KERÂMET İSTİKÂMETTİR
Yine güzel hâlleri değil de keşif ve kerâmete ermeyi kendilerine hedef olarak belirleyen kimseler de şeytan ve nefislerinin hilelerine yenik düşmüş kimselerdir. Hâlbuki en büyük kerâmet, istikâmettir. Zira Cenâb-ı Hak Habîb-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nunla beraber Hakk’a yönelenlere hitâben:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Sen’inle beraber tevbe edenler de (dosdoğru olsunlar!). Haddi de aşmayın!” (Hûd 112) buyurmuştur.
İslâm büyükleri, Hak yolunda kendilerine kerâmeti değil, dâimâ istikâmeti düstûr edinerek o yüce makamlara erişebilmişlerdir. Onlar, kerâmet sâyesinde havada uçan kuşun, suda yüzen balığın sâhip olduklarından daha fazla bir değer kazanmadıklarını dile getirmişlerdir. Yine onlar, yegâne mârifetin, kuş ile balığın yaptığını taklide yönelmekte değil, Hakk’ın rızâsına râm olarak yüksek bir kulluk şuuru içinde istikâmet üzere yaşayabilmekte olduğunu, her vesîle ile ifâde etmişler ve bunu hâl ve davranışlarıyla da ortaya koymuşlardır.
HAK DOSTLARI GÖSTERİŞTEN UZAKTIR
Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh- şöyle der:
“Havada bağdaş kurup oturabilen birini görürseniz, o şahsın ilâhî emir ve nehiy hudutlarını koruduğunu, Sünnet’e tâbî olduğunu ve Hakk’ın hukûkuna riâyet ettiğini görmedikçe, bunun bir kerâmet olduğuna inanmayınız.”
Hak dostları, gösterişten berî bulundukları için çok mecbur kalmadıkça kerâmet izhâr etmezler. İnsanlara, örnek alınabilecek beşerî ahlâk mükemmellikleriyle görünürler.
"BEL'AM BİN BÂÛRÂ'NIN NE HÂLE GELDİĞİNİ HATIRLA"
Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin, talebelerinden birine kerâmetle ilgili yaptığı şu vasiyet, çok câlib-i dikkattir:
“İlim, hâl ve irfan seviyenin yüksekliğine aldanma! Bel’am bin Bâûrâ’nın Levh-i Mahfûz’a bakıp onu okuyacak makâma geldikten sonra başına neler geldiğini hatırla!”
Onun ibretli hâli Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde buyrulur:
“…Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (el-A’râf, 176)
KERÂMET DİNİN EMİRLERİNE BAĞLILIĞI ARTTIRMIYORSA FİTNE VE BELADIR
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri:
“İstikâmet ve gayret, sayısız keşif ve kerâmetten efdaldir. Ayrıca bilinmelidir ki keşif ve kerâmet, dînin emirlerine riâyeti artırmaya vesîle olmuyorsa, belâ ve fitneden başka bir şey değildir.” der.
Muhammed Es’ad Efendi -rahmetullâhi aleyh-’in, bilhassa önde gidenlere, istikâmetin ehemmiyetini beyan sadedindeki îkazları şöyledir:
“Âlim olsun, şeyh olsun, başında istikâmet sarığı bulunmayan herkes, sonunda zevâl bulup gider.
Eğer sırtın istikâmet yükü altında iki kat olmamışsa, arzu okun hiç Allâh’a yakınlık hedefine isâbet eder mi?”
İstikâmet husûsunda, kerâmet ehli Hak dostlarının bile yürekleri endişe içinde titrerken, bizim bu hususta ne kadar hassâsiyet göstermemiz îcâb ettiğini bir teemmül edelim.
SON NEFESTE İMANLI GİTMEK İÇİN DUA EDİN
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin mânevî evlatlarına yazdığı mektuplarında geçen şu ifadeler, hepimiz için ne güzel bir ibret vesikasıdır:
“Halk nice zayıf kimselere acıyarak bakarken, onlar bu dünyadan son nefes selâmetiyle gitmişlerdir. Maalesef birçok ilim, amel, haseb, neseb ve kemâl sâhipleri, zamanın mürşidleri iken, gaflete dûçâr olarak îmansız ölmüşlerdir. Bu işte esas olan son nefes olunca, kendini beğenmeye çalışmak, gurur ve kibre düşmek, büyük bir bedbahtlıktır!
…Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbûl ve mûteber olup hesâbı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum. (Lâkin Rabbimin rahmetine sığınıyorum.) Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerinde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır…
…Son nefeste lâzım olacak şeyle meşgul olmanızı, sünnet-i seniyyeye uygun amel işlemenizi, fânî dünyanın aldatıcı güzelliklerine iltifat etmemenizi, (kendini kasdederek) bu fakir kulu da tevfîk ve hüsn-i hâtime (yâni Allâh’ın istediği gibi yaşayıp îmanla güzel bir şekilde ölebilme) duâsından unutmamanızı dilerim.”
SEYR U SÜLÛKTA DERSLER BİTMEZ!
Selef-i sâlihînin bu örnek ahlâkı da gösteriyor ki, seyr u sülûkte derslerin bitmesi diye bir şey söz konusu değildir. Zira takvâda nihayet yoktur. Allah Rasûlü’nün; «Rabbim! Sen’i hakkıyla tanıyamadım, Sana hakkıyla kul olamadım.» yakarışları son nefesine kadar devam ettiğine göre, hangi kulun mânevî kemâlâtı tamam olabilir? Peygamberlerin ve onların müjdelediği kimselerin dışında, kimseye teminat verilmemiştir. Herkes son nefesini îmanla vermenin derdine düşmek durumundadır.
Bu itibarla; “Seyr u sülûküm tamam oldu.” diyenler, kendilerini yarı yolda bırakan kimselerdir. Bu mânâyı Hazret-i Mevlânâ şöyle ifade eder:
“Ey birader! Harîm-i ilâhî, nihâyetsiz bir dergâhtır. O dergâhta her nereye vâsıl olursan oyalanma, Allah rızâsı için ileri git.
Hangi makamda olursa olsun, kendisini sofraya vâsıl olmamış ve nîmet-i kurbiyyete ermemiş bilen kimsedeki yüksek himmetin ben kölesiyim.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Yolculuğu, Erkam Yayınları
YORUMLAR