Tasavvuf'un Amacı Nedir?

İlâhî sır ve hikmetlerden nasîb alabilmek, nefsânî arzulardan sıyrılıp “hiçlik” hâline varabildikten sonra başlar. Bunun içindir ki tasavvufun gâyesi de; ilâhî kudret, azamet ve saltanat karşısında, kulun kendi âcizliğini idrâk ederek Rabbine tam bir teslîmiyetle itaat etmesidir.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur:

“Asıl iş; benliği yok etmek, çok gayret göstermek, ahde vefâ ve mevcuda kanaat etmektir.”[1]

İslâm medeniyetinin irfan mektepleri olan dergâhların duvarlarını, mânevî îkaz ve tâlimatlar ihtivâ eden pek çok hüsn-i hat levhaları süslerdi. Bunlardan birinde de “hîç” yazardı. Bu ifâde; mânen olgunlaşma yolunda her şeyin, enâniyet/benlik ve nefsâniyeti bertaraf edip hiçliği idrâk ettikten sonra başladığını telkin etmekteydi.

TASAVVUFUN GÂYESİ

Hakîkaten, ilâhî sır ve hikmetlerden nasîb alabilmek, nefsânî arzulardan sıyrılıp “hiçlik” hâline varabildikten sonra başlar. Bunun içindir ki tasavvufun gâyesi de; ilâhî kudret, azamet ve saltanat karşısında, kulun kendi âcizliğini idrâk ederek Rabbine tam bir teslîmiyetle itaat etmesidir.

Unutmayalım ki bu Dünyaʼya sıfır sermaye ile geldik. Cenâb-ı Hak, insanı yok kadar bir maddeden, üstelik atılmış bir necâset damlasından yaratıp Dünyaʼya acziyet içinde gönderiyor ki, insan, aslını ve menşeini düşünüp haddini bilsin. Hiçlik, yokluk ve âcizliğini idrâk etsin de kendisini yoktan var eden Rabbine isyâna kalkışmasın.

YOLDAN ÇIKAN İNSANLARIN DURUMU

Nitekim Cenâb-ı Hak, yoldan çıkan insanların durumunu îzah ederken de bu hakîkate dikkat çekerek şöyle buyuruyor:

“İnsan, Bizʼim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış, apaçık bir düşman kesilmiştir.” (Yâsîn, 77; Bkz. en-Nahl, 4)

Bunun içindir ki; “Nefsini bilen, Rabbini de bilir.” buyrulmuştur.

İnsan; hiçliğini idrâk edebildiği nisbette Rabbine yaklaşır. Rabbine yakın bir kul ise; dâimâ hamd, şükür ve rızâ hâlinde bulunur. Cenâb-ı Hakkʼın kendisi için takdir ettiğinin, kendisi için en hayırlısı olduğuna inanarak, gönül huzuruna erişir. Rabbine daha da yakın olabilme iştiyâkıyla, son nefesine kadar kulluk gayretini artırmanın derdinde olur.

Bütün nîmetlerin Cenâb-ı Hakʼtan olduğunu bilip Oʼna şükretmek, en güzel vefâ tezâhürüdür. Bunun aksine, nîmetleri nefsine izâfe etmek ise en çirkin vefâsızlık ve nankörlüktür. Bu itibarla insan, nereden geldiğini, aslının ne olduğunu unutmamalıdır ki kendisine ihsân edilen sayısız nîmetlerin kadrini idrâk edip o nîmetlerin gerçek sahibine şükredebilsin.

ÎMÂNIN İLK ADIMI

Îmânın ilk adımı; dil ile “lâ ilâhe” diyerek Allahʼtan başka hiçbir ilâh olmadığını ifâde ederken, kalpte put hâline gelmiş olan ve kulu Rabbinden uzaklaştıran, gurur, kibir, varlık ve benlik iddiâsı gibi bütün nefsânî takıntılardan da iç âlemi temizleyebilmektir.

Nasıl ki değerli mücevherat, kirli ve lekeli kaplara konulmayıp, tertemiz, pırıl pırıl ve en mûtenâ mahfazalarda saklanırsa, gönül âlemi de mânen temizlenmeli ki, orada ilâhî rahmet tecellî etsin.

Rabbimiz, bir imtihan unsuru olarak bizlere, fücur ve takvâya meyledebilme husûsiyeti vermiş ve:

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (eş-Şems, 9-10) buyurmuştur.

Bunun içindir ki peygamberlerin en mühim vazifelerinden biri de, insanların iç âlemlerini temizlemek olmuştur.

Zira bütün ibadet ve muâmelâtımız, ancak temiz bir kalple makbul olur. Nasıl ki, kirli bir kabın içine bir menbâ suyu dökülse o menbâ suyunun bütün berraklık ve lezzeti kaybolur, o kirli kap, içine konulan temiz suyu da kirletirse, kalp de bunun gibidir. Kalp, mânevî kirlerden temizlenmelidir ki sâlih amellerden feyz alsın; Kurʼân-ı Kerîmʼin, hadîs-i şerîflerin, kâinattaki ilâhî azamet ve kudret tecellîlerinin hikmetleriyle derinleşebilsin.

ALLAH'A KALB-İ SELİM İLE GELENLER

Tasavvufun gâyesi de, kulun iç âleminde bu sâfiyet ve kemâlâtı temin edebilmektir. Zira Cenâb-ı Hak:

(İnsanların dirileceği) o gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o [günde fayda bulur).” (eş-Şuarâ, 88-89) buyurmaktadır.

Yani Rabbimiz bizi dünyaya tertemiz gönderdiği gibi, yine tertemiz bir kalple huzuruna dönmemizi arzu etmektedir.

Dipnot: [1] Es‘ad Sâhib, Buğyetü’l-Vâcid, s. 81, no: 5.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 358

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.