Tasavvufun Kur’an ve Sünnette Yeri Var mıdır?

Tasavvuf

Tasavvufun Kur’an ve sünnette yeri var mıdır? Kısaca tasavvufun Kuran ve sünneteki yeri...

Evet, tasavvuf isim olarak geçmese de muhtevâ bakımından Kur’an ve sünnette vardır. Tasavvufun iki boyutu vardır: Tahalluk/eğitim ve tahakkuk/bilgi. Tasavvufun gerek tahalluk; yâni eğitim ve seyr u sülûk boyutu, gerekse tahakkuk; yâni mârifet ve bilgi boyutu insan hayâtının önemli bir kısmını teşkîl etmektedir.

Dînî hayât; İslâm’ı bütünüyle yaşamak ve tasavvufî emirleri yerine getirmekle mümkündür. Çünkü tasavvufun tahalluk boyutuna ermek şu Kur’ânî şartların yerine getirilmesine bağlıdır: Tezkiye[1] ve tasfiye ile kalb-i selîme[2] erip dünyâ derdinden kurtulmak,[3] ihsân ile kulluğa varıp Hakk’a vuslat,[4] riyâdan kurtulup ihlâs ile ibâdet,[5] Hakk ile maiyyet ve zikir,[6] nefse ve mala esâretten kurtulmak,[7] teslîmiyetle Allah’a rabbânî bir kul olmak,[8] Allah Rasûlü’ne “emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol[9] fermânına imtisal ile yüce bir ahlâka[10] erip edebi koruyarak nefsin hevâsından geçmek; servet, şöhret ve şehvet[11] esâretinden âzâd olmak.[12]

Takva ve İhsan Sahiplerinin Fazileti

İhsân ve takvâ duygularını birleştirerek Allah ile maiyyet duygusunu bunlara hasreden şu âyet âdetâ ihsân, takvâ ve tasavvufu cem’ etmektedir: “Allah takvâ ehli ve ihsân sâhipleriyle beraberdir.”[13] Bunları bütünüyle tanıtan tek ilim tasavvuftur.

Diğer yandan var oluşun gâyesi Hakk’a kulluk, kulluğun temeli de mârifet-i ilâhiyye; yâni Hakk’ı tanımaktır. Tasavvuf, marifet-i ilâhiyyenin insanın önce kendisini tanımasından geçtiğini öğretir. Tasavvuf “kendini bilen Rabb’ını bilir[14] ilkesinden yola çıkarak Allah ile ilişkide, insana önce kendisini tanıtmayı hedefler. Allah’ın müteâl/aşkın özelliğini muhâfaza ile birlikte O’nun tecellîlerini yaşayıp hissedebilme çabasına sevk eder.

Tasavvuf eğer İslâm’ın rûhânî hayâtı ise Allah Rasûlü’nün yaşantısında bunun örneklerini görmek mümkündür. Onun özellikle Allah ile ilişkilerinde, insanlarla münâsebetlerinde ve dünyâya karşı zâhidâne tavrında rûhânî derinlikler vardır. Onun yaşadığı bu rûhânî hâl ve tavırlar, asr-ı saâdette adı konmamış tasavvuf olarak değerlendirilebilir.[15]

Dipnotlar:

[1].    eş-Şems, 91/9; el-A’lâ, 87/14.

[2].    eş-Şuarâ, 26/89.

[3].    el-Ankebût, 29/64.

[4].    et-Tevbe, 9/100.

[5].    en-Nisâ, 4/142; el-Mâun, 107/6.

[6].    el-Hadîd, 57/4.

[7].    Âl-i İmrân, 3/14.

[8].    Âl-i İmrân, 3/79.

[9].     Hûd, 11/112.

[10].    el-Kalem, 68/4.

[11].    Meryem, 19/59.

[12].    el-Furkân, 25/43; el-Câsiye, 45/23.

[13].    en-Nahl, 16/128.

[14].    Keşfü’l-hafâ, II, 262, hadîs no: 2532.

[15].    H. Kâmil Yılmaz, Tasavvuf Meseleleri, İstanbul 1996, s. 11 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları