Teberrükten İstifâdenin Sırrı
Teberrükten istifâdenin sırrı, mübârek hâtıraların sahiplerine duyulan gerçek bir “muhabbet”tir. Muhabbetin en büyük alâmeti ise fedâkârlık ve itaat ile istikâmet üzere yaşamaktır.
Bir muhabbet varsa teberrükten istifâde edilir. Aksi hâlde teberrük edilen eşyâ veya mekân, sıradan bir varlık gibi kalır. Tıpkı Yûsuf -aleyhisselâm-ʼın Mısırʼdaki gömleğinin kokusunu babası Yâkub -aleyhisselâm-ʼın tâ Kenan ilinden duymasına mukâbil, gömleği getiren kardeşinin, taşıdığı aziz emânetin sırrından habersiz olması gibi.
Hazret-i Mevlânâ bu misâli şöyle îzah eder:
“Yâkub’da Yûsuf’un bir câzibesi vardı. Bundan dolayı Yûsuf’un gömleğinin kokusu O’na çok uzak bir yerden dahî ulaştı. Gömleği taşıyan kardeşi ise o kokuyu duymaktan mahrum idi. Çünkü Yûsuf’un gömleği, kardeşinin elinde bir emânet idi. Kardeşi, gömleği götürüp Hazret-i Yâkub’a teslim ile mükellefti. Yani o gömlek, kardeşinin elinde, köle tüccarı elinde bulunan mûtenâ bir câriye gibiydi. Köle tüccarının nefsi için değildi...”
LİYÂKATİN ŞARTI
Velhâsıl teberrükten istifâdeye liyâkatin şartı, gerçek bir muhabbettir. Arzu edilen hâl transferi, aynîleşme veya mânevî yardıma ancak bu sâyede kavuşulabilir. Yoksa böyle bir rûhî derinliğe bîgâne olanlar, en feyizli nîmetlerin bile bereketinden mahrum kalırlar.
Şu kıssa, bu hususu ne güzel îzah etmektedir:
Müridlerinden biri Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’ne:
“‒Efendim, kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üzerimde taşısam!..” der. Bâyezîd-i Bistâmî ise cevâben:
“–Oğlum, sen istikâmet üzere olmadıktan sonra Bâyezîd’in kürküne değil, derisini yüzüp içine girsen bile fayda vermez!..” buyurur. Yani sırf şekille mânevî olgunluğa ulaşılamaz. Teberrükten umulan neticenin hâsıl olabilmesi için öncelikle zarûrî olan kalbî kıvâmın kazanılması gerekir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 2, Erkam Yayınları, 2012