Tebliğ Ederken Ümit Verici Bir Dil Kullanılmalı

Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi insanın rûhu, berrak bir su gibidir. Fakat kötü işler ve günahlarla bulanınca hiçbir şey görünmez olur. Bu durumda mâneviyat incilerini ve hakîkat nûrlarını görebilmek için o suyu durultmak lâzımdır. Dolayısıyla tasavvufun gâyesi, nefsânî duyguları terbiye edip, fertleri ve toplumları sulh, sükûn ve huzûra kavuşturmaktır.

Cenâb-ı Hak, insanı incelik, zarâfet ve ulvî derinliklerle tezyîn etmiştir. İnsanın asıl kıymeti de, bu meziyetleri kalb âleminde yeşertip geliştirdiği nispettedir. Rûhâniyet dolu kalbler; güzel ahlâk, amel-i sâlih ve mânevî hâllerin tecelligâhıdır. Bu şekilde kul, en güzel sûrette, yâni “ahsen-i takvîm” olarak yaratılmış olmanın îcâbını gerçekleştirmiş olur.

PEYGAMBERİMİZ AMCASINI ÖLDÜREN VAHŞİ'Yİ İSLÂM DÂVET ETTİ

Bu itibarla küfür, şirk ve günahta ne kadar ileri gitmiş olursa olsun, hiçbir insan, hidâyet dâvetine muhâtab olmaktan mahrûm bırakılamaz. Bunun asr-ı saâdetteki sayısız misâllerinden biri de şöyledir:

Allâh Rasûlü, amcası Hazret-i Hamza’yı şehîd ederek kendisini derîn bir hüzne boğan Vahşî’yi, İslâm’a dâvet etmesi için ashâbından birini gönderdi. Vahşî ise Rasûlullâh’a cevâben:

“−Yâ Muhammed! Sen, «Bir kimseyi öldüren, yâhud Allâh’a şirk koşan veyâ zinâ eden biri, kıyâmet günü iki kat azâba uğrar ve cehennemde hor ve hakîr olarak ebediyyen kalır.» (el-Furkân, 68-69) diye Allâh’ın hükmünü beyân etmiş iken, beni nasıl oluyor da İslâm’a dâvet edebiliyorsun? Ben ki bu çirkinliklerin hepsini yaptım. Benim için nerede bir kurtuluş yolu olacak ki?” dedi.

"ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMÎDİNİZİ KESMEYİN!"

Bunun üzerine Allâh Teâlâ:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ

 إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

“De ki: Ey nefislerine zulmetmekte aşırı giden kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz! Çünkü Allâh bütün günahları affeder. Muhakkak O, çok bağışlayıcı ve engin merhamet sâhibidir.” (ez-Zümer, 53) âyetini inzâl etti.

Nihâyet Vahşî âyet-i kerîmedeki müjde ile ferahladı ve:

“−Rahmetin ne kadar da büyük ey Rabbim!” diyerek ve tevbe-i nasûhta bulunarak arkadaşlarıyla birlikte müslüman oldu.

BÜTÜN MÜSLÜMANLAR İÇ AF VE MERHAMET

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanındaki sahâbîler:

“−Yâ Rasûlallâh! Bu af ve merhamet sadece Vahşî’ye mi mahsustur, yoksa bütün müslümanlara mı?” diye suâl ettiklerinde Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“−Bütün müslümanlar içindir.” buyurdular.[1]

Hazret-i Hamza’yı Uhud’da şehîd eden Vahşî, artık Hazret-i Vahşî -radıyallâhu anh- idi. Ve bu hidâyet ve mağfiretin mânevî hazzı içinde, kendisini affettirebilmek ümîdiyle, Hazret-i Hamza’ya diyet olarak, peygamberlik iddiâsında bulunan Mü­seylemetü’l-Kezzâb’ı bir savaşta bütün tehlikelerini göze alarak katletti ve böylece bir fitneye son verdi.

NASUH TEVBEYE YÖNELEN GÖNÜLLER

Tevbe-i nasûha yönelen gönüller, bu rivâyette de görüldüğü gibi gerçek ve kâmil mânâdaki merhamet ve muhabbetin en tesirli nağmelerini, Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den duymuştur. Hâsılı bütün insanlık âlemi, tesellî, şifâ ve ferahlık veren terennümleri, O’nun mübârek dudaklarından işitmiştir. Uçsuz bucaksız af ve kerem denizini ve onun ümit sâhilini yine “Varlık Nûru”nun keremiyle görmüştür. Bütün günahlara rağmen “Ey benim kullarım!” şeklindeki müşfikâne ilâhî hitâba da yine o Fahr-i Kâinât’ın yüzü suyu hürmetine nâil olmuştur.

TEBLİĞDE ÜMİT VERİCİ BİR ÜSLUB KULLANILMALI

Bu bakımdan, Allâh’ın rahmet ve merhametini ön plana çıkararak ümit verici bir üslûp ile telkînde bulunmak, zamanımızda -menfî materyalist tesirlerle- batıdakine benzer bir mânevî buhrân içinde kalan cemiyetimiz için de fevkalâde ehemmiyetlidir. İnsanları akıl kavgalarına sürüklemek değil, hissen kazanmak, daha faydalı bir yoldur. Zîrâ birçokları, aklen yanlış bir şekilde şartlandırılmış olabilirler. Onun için “cedel ve münâkaşa” ile iknâ edilip kazanılmaları çoğunlukla imkân dâhilinde olmaz. Çünkü menfî şartlanmalar, aklî delilleri kabûle mânîdir. Kalblerin hakîkatle ülfet edebilmesi için, evvelâ müsâmaha ile yaklaşılıp, içlerdeki yüce temâyüllerin yeşermesine çalışmak, daha çok tesirli olacak bir metoddur.

Dipnotlar: [1] Bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 214-215.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.