Tebük Seferi’nde Şehit Olan Tek Sahabi

Tebük Seferi’nde hangi sahabi şehit oldu? Tebük Seferi’nde şehit olan tek sahabi...

Tebük Seferi’nde yalnız bir sahâbî şehîd olmuştur. Bu sahâbî, müşrik bir kabîle içinde İslâm’la şereflenen Abdullah el-Müzenî -radıyallâhu anh-’tır.

Hayli fakir bir genç olan Abdullah, Müslüman olduktan sonra kabîlesi içinde tamâmen himâyesiz ve savunmasız kalmıştı. Onun Medîne’ye kaçarak diğer gençlere örnek olmasından korkan müşrikler, bu sahâbînin üzerine çullanarak elbiselerine varıncaya kadar her şeyini elinden aldılar. Başından aşağıya geçirdikleri sert kıldan örme bir çuval dışında hiçbir şey bırakmadılar. Böylece bu fedakâr mü’min, müşriklerin düşüncelerine göre, güyâ evine kapanıp insan içine çıkamayacak ve neticede kabîlesinin dînine dönmek zorunda kalacaktı.

Fakat Abdullah -radıyallâhu anh- kararlıydı. Bir an evvel Medîne’ye varıp Allah Rasûlü’ne kavuşmak istiyordu. Bunun için önündeki bütün engeller gözünde bir hiç hâline gelmişti. Daha fazla duramadı, o gece gizlice yollara düştü.

Uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından, eli-ayağı parçalanmış, açlık ve susuzluktan tâkati kesilmiş, perişan bir hâlde Medîne’ye yaklaştı. Heyecanı had safhadaydı. Fakat bir an, üzerindeki kaba çuvalla Kâinâtın Serveri’nin huzûruna çıkamayacağını düşündü. Ardından, bu çuvalı ikiye böldü ve birini beline sarıp vücûdunun alt tarafını örttü. Diğer parçayı da omuzlarına attı. Allah Rasûlü’ne kavuşma heyecanıyla kendinden geçen genç sahâbî, görenlerin hayret dolu nazarları arasında soluğu Mescid-i Nebevî’de aldı.

Nihâyet, kimsesizlerin, yalnızların ve mazlumların sığınağı olan Rahmet Peygamberi’ne kavuşmuştu. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, o mübârek sahâbîyi şefkat ve muhabbetle bağrına bastı. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen bu mübârek sahâbînin o günkü hâli hiç unutulmadı ve ona “çifte çul/kilim sahibi” mânâsına gelen, ذُو الْبِجَادَيْنِ: Zü’l-Bicâdeyn lâkabı verildi.

Allah Rasûlü’ne aşk ile bağlanan bu mübârek sahâbî, O’nun yanında cihâddan cihâda koşuyor, şehîd olup Rabbinin yolunda canını fedâ etme arzusuyla yanıp tutuşuyordu.

TEBÜK SEFERİ’NDE ŞEHİT OLAN TEK SAHABİ

Tebük Seferi’ne çıkılırken kendisine şehâdet nasîb olması için Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den ısrarla duâ taleb etti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona:

“Sen Allah yolunda harbe çıkar da hummâya tutularak ölürsen, şehidsin!” buyur­du. Gerçekten onun şehâdeti mûcizevî bir şekilde Allah Rasûlü’nün buyurduğu sûrette tahakkuk edecekti.

Nitekim ordunun dönüş hazırlıklarıyla meşgûl olduğu bir gece, biri Peygamberlerin Seyyidi, ikisi de Allah ve Rasûl’ünün dostu üç kişi, bir meş’ale ışığı altında cenâze taşıyorlardı. Bu üç kişi; Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- idi. Taşıdıkları cenâze ise “Abdullah Zü’l-Bicâdeyn” -radıyallâhu anh- idi.

Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, gıpta ile seyrettiği bu manzarayı şöyle anlatıyor:

“Gece karanlığında, mücâhidlerin çadır kurdukları sâhanın bir köşesinde hareket eden bir ışık gördüm. Kalkıp tâkib ettim. Bir de ne göreyim: Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ebû Bekir ve Ömer -radıyallâhu anhumâ-, Abdullah Zü’l-Bicâdeyn -radıyallâhu anh-’ın cenâzesini taşıyorlar. Bir yere geldiler, kabir kazdılar. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kazılan kabre indi. Ebû Bekir ve Ömer -radıyallâhu anhumâ- cenâzeyi Efendimiz’e sunmak için hazırladılar.

Efendimiz; «Kardeşinizi bana doğru yaklaştırın.» buyurdu; yaklaştırdılar. Cenâzeyi kucağına alan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onu kabirde yatacağı yere ve yöne yerleştirdikten sonra doğruldu ve şöyle niyâz etti:

«–Yâ Rab! Ben ondan râzıyım, hep râzı olageldim, Sen de râzı ol…»”

Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- sözlerine devamla diyor ki:

“Bu manzara karşısında içim dolu dolu oldu. Zü’l-Bicâdeyn’e gıpta ettim. O an; «Ne olurdu bu kabrin sahibi ben olaydım! Keşke oraya bu iltifât-ı Peygamberî ile gömülen ben olsaydım!» diye ne kadar arzu ettim.”[1]

Bütün bu misâller, Hakk’a samîmiyetle teslîm olup O’nun yolundaki ihlâslı gayretleri Allah Teâlâ’nın bereketlendireceğini, Allah Rasûlü’nün fedakâr ve vefâkâr mü’minlerin hak dâvâya olan hizmetlerini aslâ unutmayacağını ve bu fedakârlıkların Allah katındaki kıymetinin yüceliğini ne güzel ifâde etmektedir.

Dipnot:

[1] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 183; Vâkıdî, III, 1013-1014; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 227; Şerâfeddin Kalay, Örnek Nesil, İstanbul 2001, s. 197-200.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

TEBÜK SEFERİ

Tebük Seferi

TEBÜK SEFERİ’NE KATILAN VE KATILMAYAN SAHABİLER

Tebük Seferi’ne Katılan ve Katılmayan Sahabiler

TEBÜK SEFERİ’NDEN ÇIKARILACAK DERSLER

Tebük Seferi’nden Çıkarılacak Dersler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.