Tefekkürden Gâfil mi Kaldın? Hemen Tevbe Et!
İnsan, Allâh’ın sanatındaki hârikulâdelikleri ne kadar çok öğrenir ve üzerinde ne kadar tefekkür ederse, O’nun celâl ve azameti hakkındaki mârifeti, yani Hakk’a yakınlığı da o nisbette artar.
Ne acâyiptir ki insan, son derece şâşaalı ve müzeyyen bir saray görse ona hayran kalır. Onu hatırından çıkaramaz, hayâtı boyunca onun güzelliğini anlatıp durur. Ancak ilâhî bir sanat hârikası olan şu muazzam kâinâtı sürekli görüp durduğu hâlde onun inceliklerini lâyıkıyla düşünmez ve ondan yeterince bahsetmez. Normal bir şeymiş gibi üzerinde durmayıp geçer gider. Tıpkı üzerinden akıp giden bahar yağmurlarından hiçbir nasîbi olmayan kayalıklar gibi…
Hâlbuki hayran olduğu o fânî saray, şu muazzam kâinâtın en küçük cisimlerinden biri olan Dünya’nın küçücük bir zerresidir…
İNSANIN MİSÂLİ KARINCANIN HÂLİ
Allâh’ın kudretini tefekkürden gâfil olan insanın misâli, karıncanın şu hâline benzer:
Karıncanın biri, padişahın, yüksek duvarlı, sağlam temelli, en güzel eşyalarla tezyîn edilmiş, hizmetçilerle dolu köşklerinin birinde yuva yapar. Hücresinden çıkıp arkadaşlarına rastladığında, onlara kendi yuvasından, gıdasından ve onları nasıl depo ettiğinden başka bir şey anlatmaz. İçinde bulunduğu köşkün ve o köşkü yaptıran pâdişâhın kuvvet, ihtişam ve saltanatını düşünmekten pek uzaktır. Karınca bu köşkten gâfil olduğu gibi, orada yaşayanlardan da gâfildir.
Gâfil insan da Allâh’ın ilâhî sanat hârikalarından, mülkünde yaşayan meleklerinden ve has kullarından habersizdir.
Karıncanın, içinde yaşadığı köşkü ve ondaki güzellikleri bilme imkânı yoktur. Ancak insan, tefekkür ve tahayyülü sâyesinde nice âlemleri dolaşabilir. İlâhî sanat hârikalarını idrâk edebilir. Allah Teâlâ’nın insana lûtfettiği, sayılamayacak kadar sonsuz nîmetlerine mukâbil, kendi hiçlik ve acziyetini kavrayıp şükür secdelerine varabilir. Bunu ancak “insan” olan yapabilir. Yâhut diğer bir tâbirle ancak bunu yapabilenler, insanlık şeref ve haysiyetini taşıyabilirler. Zira insan, yaratılış itibârıyla tefekkür istîdâdına sahip bir varlıktır. Tefekkür istîdâdını kullanmaya kullanmaya onu körelmeye terk ederse, o ilâhî emânete ihânet etmiş ve insanlığının en mühim vasıflarından birine vedâ etmiş olur.
HANTAL BİR KALP İLE DOLAŞAN GAFİLLER
Hak dostlarından Mevlânâ Hazretleri, nâmütenâhî sır ve hikmetler meşheri olan şu cihanda hantal bir kalp ile dolaşan, varlıklardaki ilâhî mesajları alık ve abus bir çehreyle seyredip geçen gâfillerin hâlini şu teşbih ile ifâde eder:
“Bir gün, (zamanının medeniyet merkezi olan) Bağdad şehrine bir öküz geldi ve şehri baştanbaşa dolaştı. Ancak o muhteşem güzellikler, lezzetler ve sanat hârikaları arasında ancak ve ancak yol kenarındaki kavun ve karpuz kabukları dikkatini çekti. Zâten öküz ile merkebin seyrine lâyık olan şey; ya yola dökülüp saçılan samandır, ya da yol kenarlarında biten çayır çimendir!” (Mesnevî, c. 4, beyt: 2377-2379)
Nakledildiğine göre Mûsâ –aleyhisselâm- zamanında biri, otuz sene ibadet etmişti. Bir bulut gölge yaparak onu güneşten koruyordu. Bir gün bulut gelmedi, o âbid güneşte kaldı. Annesine bunun sebebini sorduğunda:
“−Herhâlde bir günah işlemişsin.” dedi. O:
“−Hayır, günah işlemedim!” deyince annesi:
“−Göklere, çiçeklere bakmadın mı? Onları görünce Cenâb-ı Hakk’ın azametini tefekkürden gâfil mi kaldın?” dedi.
Delikanlı:
“−Evet, etrafımdaki hârikulâde güzellikleri gördüğüm hâlde tefekkürde kusur ettim.” deyince annesi:
“−Bundan büyük günah olur mu? Hemen tevbe et!” dedi.
Bu sebeple, aklı başında olan bir mü’minin, tefekkür vecîbesini hiçbir zaman ihmâl etmemesi gerekir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları