Tek Aynamız "ailemiz"
İnsanın yaratılışıyla başlayan âile hayatı, hiç şüphesiz ebediyet yolculuğumuzda varacağımız neticeyi belirleyecek yegâne aynadır.
Aile, bir bakıma insanın âhiret tarlası olan dünyada hem duygularının, hem iradesinin, yani hem aklının ve hem de gönlünün eğitildiği ilk mektep, ilk muhabbet, ilk paylaşma, ilk saadet ve ilk cennet ortamıdır.
Dolayısıyla bu mübarek yuva her bakımdan aslî hüviyetine kavuşmalı ve ömrümüzün en hatırlı iklîmi olmalıdır. Dış dünyada kuru bir kahvenin kırk yıl hatırı sayılırken, iç dünya nice kahvelerin ve güzelliklerin hiçbir zaman hatırsız olmaması lâzımdır. Ev hayatında bir ömrü kuşatan beraberlikler, bıkkınlık vermemeli, birbirimizin kadir ve kıymetini gözden düşürmemeli, bilâkis üzerinden yıllar geçtikçe güzelleşen ve değerli hâle gelen âbide eserler misali ihtişamlı bir hâle dönüşmelidir.
Onun için âile yuvamıza bakışlarımızı tekrar gözden geçirmeliyiz. O kudsî yuva, ne bir otel, ne de bir gaflet arenasıdır. Orası Hakk’ın rızasına âmâde aşk, muhabbet, paylaşma ve hizmet meyvelerinin devşirildiği bir gönül bahçesidir. Bu bahçenin gülleri, sümbülleri, bülbülleri bir bahar havası içinde olursa, kıyamette de nasibimizin bahar güzelliği olması muhtemeldir.
GÜZELLİĞİN MEKÂNI
Yani kısacası âile yuvamız;
Mahşer gününün dehşetli ortamında anne-baba ve çocukların birbirinden kaçmalarına sebep teşkil edecek bir hayatın değil, birbirlerini orada candan ve hasretle kucaklatacak bir yaşayış güzelliğinin mekânı olmalıdır. Bunun için de insan şimdiden dikkat etmelidir ki, ne yaparsa, nasıl yaşarsa âile fertleri birbirinden kaçar, nasıl ve ne şekilde bir hayat kurarsa bütün fertler birbiri için şefaatçi ve kurtarıcı olur!...
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, V, 663)
Böyle bir kıvam içindeki âile yuvasının kıymet, güzellik ve zarûretini şair M. Ali Eşmeli ne güzel ifade eder:
Huzurlu âile, cennet sarâyı, câna safâ,
Gönül direkleri üstünde yükselir bu binâ…
Bütün kirişleri ancak helâle bağlı onun,
Haram karıştığı an sarsılır, çöker dünyâ!..
Kemer duvarlarıdır karşılıklı hoşgörüler,
Fakat temelleri bir sûizan eder imhâ!...
Onun güzelliği her derde cân evinde sabır,
Petek petekse gönül, bal yapar keder ve belâ!..
Mekânı, kalb-i selimdir hayat çiçeklerinin,
Temiz muhabbeti dâvet eder büyük sevdâ!...
Hüküm bu, yâr ile dînin tamamlanır yarısı,
Kalan diğer yarısından koparmasın Mevlâ!..
Budur, budur yüce Mevlâ’ya köprü, Leylâ’dan,
Ezelde aşkını insâna böyle verdi Hüdâ…
Bu köprü olmasa gurbette her gönül çatlar,
Sakın bu köprüyü, ey yolcu, yıkmasın cühelâ!
Köpürmesin olur-olmaz taşıp bu köprüde dil,
Boş öfke en kötü deprem, zarârı kalbe cefâ!...
Asık suratlıya, huysuz mizâca, yol sorma,
Melek tebessümü ister bu, ey güzel sîmâ!..
Büyük sırat gibi bir köprüdür ki, nanköre nâr,
Fakat vefâlıya cennet yolunda bir tûbâ!..
Bunun için bize örnek Hatîce Vâlidemiz,
Bunun için bize örnek Muhammedî takvâ…
Hayırlı bir yuva her çağda pek mukaddestir,
Şu çağ için hele SEYRÎ, bu en büyük dâvâ!...[1]
İşte âilede bu ruh ve ölçüler ile bir kenetlenme ve bağlılık tesis edildiği gün, o yuva, âhirete dair sonsuz bir kazanç ve rûhâniyet iklîmi olması yanında ayrıca dünyaya dair de toplum olarak yeniden nice güzelliklerin, huzurun ve ihtişamın canlanmasına vesile olacaktır.
[1] sûizan: Kötü zan, şüphe. cühelâ: Cahiller, bilgisizler, görgüsüzler. sîmâ: Yüz, çehre. nâr: Ateş, cehennem. tûbâ: Kökü yukarıda dalları aşağıda cennet ağacı.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları, 2013