Tek Başına Bir Vakıftı
Gönlü kırık kimseleri bulup sevindirmek ve muhtaçların derdine derman olmak, Mûsâ Topbaş Efendi Hazretleri’nin büyük bir mânevî hazla îfâ ettiği ictimâî ibadetlerdendi. Şuurlu ve plânlı bir infak hayatı vardı. O âdeta tek başına bir vakıftı. Muhtelif hayır fonları vardı.
Meselâ bir “eytâm” (yetimler) hesâbı vardı. Hayır hesâbından muayyen bir kısmı, yetim çocuklarla ilgilenmek üzere vazifelendirdiği yakınlarına teslim eder ve:
“İşiniz onlara sadece burs vermek değil! Kendi çocuğunuzla nasıl ilgileniyorsanız bu yetim yavrularla da aynı şekilde ilgileneceksiniz!” buyururdu.[1]
Ayrıca bir “kitap” hesâbı vardı. Sâmi Efendi Hazretleri’nin kitapları başta olmak üzere, bilhassa gençliğe ve ümmete faydalı olacak bir kitabı gördüğünde, ondan çokça alır, uygun gördüğü kişilere hediye ederdi. Üniversite gençliğine Osmanlı tarihi ve İslâm kahramanlarıyla alâkalı kitapları hediye ederdi.
Muhterem Üstâdımız’ın “hastalar”la alâkalı bir hesâbı da vardı. Sağlık hizmetleri noktasında çok hassastı. Tedâvi olma ve ilâç alma imkânı bulunmayan hastalarla ilgilenmek üzere, yakını olan bir doktoru vazifelendirmişti. Onların masraflarını, haberleri olmadan karşılardı.
ALLAH YOLUNDA CÖMERTLİK
Mûsâ Efendi, belirlediği bu fonlar için, her sene yılbaşında bütçesini yapardı. Bütün bunlar, zekâtın hâricindeki hayırlardı. Zira o, kifâyet ve ihtiyaç hâricini infâk etmek isterdi.
Her vesîleyle infakla ilgili nasihatlerde bulunurdu. Sevenlerini ve yakınlarını, Allâh’ın ihsân ettiği nîmetleri, O’nun rızâsı istikâmetinde cömertçe sarf etmeye yönlendirir ve şöyle buyururdu:
“Evlâdım, mutlakâ riyâzat[2] hâlinde yaşayın ve Allâh’ın verdiklerini, yine Allah için infâk edin! Riyâzat hâliniz sadece üç aylara ve Ramazan’a mahsus olmasın! Onu, hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin! Şunu iyi bilin ki, Dolmabahçe veya Topkapı Sarayı’nda bile yaşasanız, yine riyâzatla yaşamaya mecbursunuz. Onun için malı da mülkü de ancak kalbinizin dışında taşıyın. Eğer ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk etmezseniz, Allâh’ın verdiği nîmetlere karşı nankörlük etmiş olursunuz. Unutmayın ki, infâk edilmeyen nîmetler ziyan edilmiş demektir. Ziyan edilen nîmetler de hesâbı çok ağır birer âhiret vebâlidir.”
Mûsâ Efendi, henüz çocuk yaşlarımızda iken biz evlâtlarını terbiye etmek için, aldığımız portakal veya elmanın fiyatını sorar ve:
“–Çarşıdaki bütün fiyatları öğrendiniz mi?” buyururdu.
İki liraya alınabilecek aynı kalitede bir şeyi üç liraya almayı israf sayar ve bizlere iktisatlı olmayı tembihlerdi. Kısacası, kendine harcarken kılı kırk yarardı. Fakat Allah yolunda, cömertçe vermekten derin bir haz duyardı.
ZEKÂT, HAYIR VE HASENAT NOTLARI
Yanımda kendisinden kalan bir defter mevcuttur. Orada zekât, hayır ve hasenat notları var. Muhterem pederim, ara sıra onu -riyâ olmasın diye- sadece bana gösterir ve îzah ederdi:
“–Bak oğlum, zekâtım bu kadar, hayır ve hasenâtım da şu kadar…”
Her zaman hayır ve hasenâtı, zekâtına göre kat kat fazlaydı. Bunu göstermesindeki maksadı da bizleri infâka alıştırmaktı.
Anadolu’nun birçok yerinde ve hattâ yurt dışında, câmi, Kur’ân Kursu, İmam Hatip Lisesi gibi birçok hayır müessesesine onun mühim yardımları olmuştur. Bu yardımları esnâsında herhangi bir cemaat veya grup ayırımı yapmazdı. Anadolu’nun bir yerinden geçerken yarım kalmış bir câmi inşaatı veya bir Allah dostunun bakımsız hâldeki türbesini görse; “Bununla biz meşgul olalım.” buyururdu.
Müslümanı ilgilendiren her hususta gecikmeden oraya koşar ve yakınlarını da teşvik ederdi. Bosna-Hersek, Afganistan ve Kosova savaşı gibi zulümlerin yaşandığı günlerde hemen yardım kampanyaları başlatmış ve hiç şüphesiz en büyük yardımları da bizzat kendisi yapmıştı.
ALLAH'I SEVENLERİN SÜSÜ CÖMERTLİKTİR
Hiç sevmediği vasıf, pintilikti. Cimrilerin mânen inkişâf edemeyeceklerini söyler ve şöyle buyururdu:
“Cömertlik, Rabbimiz Teâlâ Hazretleri’nin mühim sıfatlarındandır. Başta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz olmak üzere bütün peygamberân hazarâtı, ashâb-ı kirâm ve kibâr-ı ehlullah hazarâtı, bilâ-istisnâ bu güzel ve ulvî ahlâkla vasıflanmışlardır.
Bir insan, hem Allah dostu olsun, hem de cimri olsun, bu tasavvur edilemez. Cimriler, Hak -celle ve alâ- Hazretleri’nin nazarında hiç îtibârı olmayan kişilerdir.
Cömertlik, Allâh’ı sevenlerin, âşıkların süsüdür. Hasislik ise, değersiz olanların hastalığıdır, lekesidir. Cömertlik, içerisine her güzelliği alan sıfatların anahtarıdır. Cimrilik ise içerisine her kötülüğü alan seviyesizliklerin anahtarıdır.”[3]
İNFAKTA EDEP VE NEZAKET
Muhterem Üstâdımız, deryâlar gibi infâk etmesine rağmen, bunu hiçbir zaman nefsine nisbet etmez; verdirenin Cenâb-ı Hak olduğu şuuruyla kendisini bir veznedar olarak telâkkî ederdi. İnfakta edep ve nezâketin, en az infak kadar mühim olduğunu bizzat yaşayarak tâlim ederdi. Bir insanın yapabileceği en büyük zarâfet, nezâket ve taltîflerle ikramda bulunurdu. Hediyesini en güzel şekilde paketler, öyle verirdi. Yine bir kimseye zekât veya hayrattan bir miktar takdîm edeceğinde, kullanılmamış düzgün ve güzel bir zarfa koyar, üzerine güzel bir yazıyla; “İkramımızı kabûl ettiğiniz için teşekkür ederiz.” gibi bir nezâket cümlesi yazardı. Yani o; “…Sadakaları Allah alır…” (et-Tevbe, 104) âyeti mûcibince verdiği şeyi, muhtaçtan evvel Allâh’ın aldığı idrâki içinde idi.
Çocukluğumuzdan beri yaşadığımız şu hassâsiyet, kalbimde dâimâ sehâvetin bir ölçüsü olarak yer etmiştir: Zaman zaman pazar günleri evde güzel yemekler yapılırdı. Muhterem pederim, bu yemeklerden hizmet edenlerin de yemesine çok dikkat eder, göz hakkına riâyet ederdi. Zira o, âyet-i kerîmede buyrulan; “ticâreten len-tebûr / aslâ zarar etmeyecek bir kazanç”[4] sırrına tâlipti.
Dipnotlar:
[1] Abdullah Sert, “el Vedûd İsminin Mazharı Bir Allah Dostu”, Altınoluk, Sayı: 245, s. 11, Temmuz 2006. [2] Riyâzat: Nefsin arzularına karşı kendini tutmak ve nîmetleri kendi adına kullanırken kifâyet miktârıyla yetinmek. [3] Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, III, 40-41. [4] Bkz. Fâtır, 29.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları