Teknolojinin Getirdiği Mânevi Sorunlar
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, "Asrımızda modern hayat şartları ve teknolojinin ilerlemesi neler getirdi, neler götürdü?" sorusunu cevaplıyor.
Asrımızda modern hayat şartları ve teknolojinin ilerlemesi neler getirdi, neler götürdü?
Muhterem Kardeşlerimiz!
Günümüzde demirin, madenlerin, teknolojinin terakkîsi medeniyet zannediliyor. Hâlbuki medeniyet, insânî değerlerle olur. Teknik ve teknolojik terakkîler ise, insan meziyetlerini geliştirmemiş, bilâkis insanın fıtratını menfî yönde değiştirmiştir. Yani fıtratı değiştirmiştir. Tıpkı hormonlu meyveler ve sebzeler gibi.
Neticede ne oldu bu sanayinin, teknolojinin gelişmesi;
- İnsanları hodgâmlaştırdı, bencilleştirdi. Sadece kendini düşünür hâle geldi insanlar.
- Âhireti unuttular.
- Hayâ, iffet, güzel ahlâk, mahremiyet gibi haslet ve hususiyetler zayıfladı.
Meselâ yine internetle, yine bu teknolojinin getirdiği bir netice; bir müslüman lüks bir mekânda yemek yediği aile sofrasının resmini, internette neşrediyor.
Ne yapıyorsun deyince;
“Ben bunu bir arkadaşıma gönderdim.” diyor.
Belki o arkadaşın muhtaç durumda. Sonra bunu sırf arkadaşına göndermiyor. Onu bütün her tarafa dağıtmış oluyor. Özendiriyor. İhtirâsı körüklüyor. Mahremiyeti ihlâl ediyor.
Diğer taraftan, yine bu globalleşmenin neticesinde, hanımlık deşifre edildi. Hürriyet, eşitlik diye hanımlar kandırıldı. Tâcize açık hâle getirildi. Hâlbuki hanım, âilesinin sultanıdır.
Diğer bir husus:
Düğünlerde değerlerimiz kayboldu:
-Şa’şaa, debdebe, israf, gövde gösterisi.
-Fakirlerin, gariplerin davet edilmemesi. Sanki bir kast sistemi.
-Mahremiyetlere dikkat edilmemesi.
Bu da ayrı bir kaybımız oldu. Bu da teknolojinin getirdiği bir kayıp.
Yemek âdâbında değerlerimiz kayboldu:
Meselâ yabancı sofralar gibi, çatal bıçak nasıl konuluyorsa, sofralarda o şekilde bir düzenler başladı.
Gıdalar vitrine edilmeye başladı. Birçok mahrumların gözleri ve gönülleri takıldı.
Bizim gençliğimizde, çocukluğumuzda İstanbul’da, bütün o lüks lokantalar vardı, vitrininde perde vardı, içerisi gözükmezdi. Örften gelen böyle güzel duygular vardı.
O zaman fırınlar yoktu. Odun yakılırdı bahçelerde, yemek öyle pişirilirdi. Börekler, baklavalar, fırına gönderilirdi. Bir sofra beziyle üstü örtülürdü. “Aman derdi, kokusu gider, muhakkak oğlum, fırıncıya da biraz kes, ver.” denirdi.
O zaman fileler de yoktu, torbalar vardı. “Aman bir göz görüp de bu sebzeler, meyveler bize takılı olarak gelmesin.” denirdi.
Hele hele bugünkü gibi dışarıda dönerler, kebaplar, vesâireler, mahrumların gözleri takılı olan yiyecekler de yoktu. Bunlar maalesef zamanla yayıldı.
Mutfak kalmadı evlerde. Lokantalar mutfak oldu. Motosikletlerle evlere yemekler taşınıyor. Halbuki yemeğin bir maddî tarafı vardır, lezzet tarafı, bir de mânevî lezzet tarafı vardır. Onu besmeleyle pişirmek, kelime-i tevhidle ve tefekkürle… Onu yerken de besmeleyle, hamdeleyle yemek. Tabi bunu kim pişirdi, nasıl pişirdi, meçhul!..
Hep bunlar zaman içinde kaybettiğimiz değerler oldu.
Kılık-kıyâfet değerleri kayboldu:
Uyumsuz kıyafetler oldu. Kadın-erkek şahsiyeti birbirine karıştı. Yabancı özentisi arttı. Çocuklar hevesini alsın diye birçok nâhoş şeyler hoş görüldü.
Aile münâsebetleri değişti:
Hâlbuki eskiden, yani ben eskiyi kastediyorum, gençliğimizi, hanımlar kendilerine uygun yerlerde çalışırlardı: Doktorluk, kadın doktorluğu, terzilik, mektepler, Kur’ân Kursları vs… Yani kendilerine ait mesleklerde çalışırlardı.
Ve ev ihmâl olmazdı. Bugün evler ihmâl oldu. Çocuklar, televizyonun, internetin, modaların, reklâmların çocuğu oldu. Tabi hepsini kastetmiyorum, yani bu, menfî programların insanı oldu. Onlardan haz duymaya başladılar. Bu haz duyma neticesinde, anneden-babadan haz duyma geçti-bitti. Anneden-babadan haz duymuyor.
Bu da tabi büyük bir erozyona sebep oldu toplumda.
Bir mahalle kültürü vardı:
Zengin-fakir aynı mahallede otururdu. İşte bu mahalle kültürü de kayboldu. Mahallede herkes birbirinin teminatıydı. Mahallede yetim, dul vs. yetim kızın çeyizi o mahallede hazırlanırdı.
Mahallede zengin-fakir arasında kast sistemi yoktu. Kardeş olarak yaşanırdı.
Bir nezâket vardı. Hattâ akıl hastalarına bile “muhterem âcizler” denirdi. Deli denmezdi, akıl hastası denmezdi. Muhterem âcizler denirdi.
Bugün düğünlerde görüyoruz, maytaplar atılıyor vs. oluyor. Bu yoktu bu. Maytaplar atılıyor; orada hasta bir insan mı var, muzdarip bir insan mı var, mahrum bir insan mı var?.. Hiçbiri düşünülmüyor.
Bu hep teknolojinin getirdiği rahatlıklar, maytaplar, şunlar bunlar vs…
Modalar oldu:
Maalesef insanı robotlaşacak duruma getirdi modalar. Şahsiyet eksikliğini maddiyatla tamamlama gayreti oldu. Yani şahsiyet zaafını, modalarla, giyimle-kuşamla telâfi etme yoluna gidildi.
Tabi bu da nedir? Fâtiha’daki;
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
(“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” [el-Fâtiha, 7])
Bu gösteriş, İslâm’ın tanımadığı bir hayat tarzıdır israf. Ashâb-ı kirâmda yoktu. Başkalarına benzemek, onlardan olmaktır.
مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
(“Herhangi bir topluluğa benzemeye çalışan, onlardandır.” [Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031]) Efendimiz buyuruyor.
“Herkes yapıyor” ölçü oldu. Ölçümüz, Rasûlullah Efendimiz’dir.
Kapitalist dünya, günler îcâd etti:
Anneler günü dedi, senede bir gün. Mal satmak için. Her gün anneler günü. Annenin her gün eli öpülecek, her gün ziyaret edilecek anne.
Babalar günü denildi. Yine mal satmak için babalar günü oldu.
Sevgililer günü denildi. Bu nasıl bir sevgi, o da anlaşılmıyor, içi boş! Dâimâ insan, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği muhabbetle bütün mahlûkâta bakacak. Bir gün için değil, her zaman olacak. Bundan ne kastedildiği de, o da meçhul.
Resim; mânevî hayata girdi:
Mânevî hayata bulaştırıldı internet vesîlesiyle. Râbıta denildi buna. Râbıta resimle olmaz. Râbıta demek, muhabbeti taze tutmaktır, o kadar! Annenin evlâdına muhabbeti gibi, o da râbıtadır. Sefih bir insanın içkiye, kumara muhabbeti gibi, o da bir râbıtadır.
Bir müslümanın yüreğinde Rasûlullah Efendimiz’e, sâlih insanlara olan sevgisidir, muhabbetidir; râbıta budur.
Resme bakmakla bir râbıta olmaz bu. Sahâbî birbirinin ressamla resimlerini çizdirip râbıta yapmadı.
Bu da maalesef günümüze giren bir, yine internetin vesîlesiyle giren…
Yani Hazret-i Ömer denilince, bize adâleti, celâdeti, fârukiyyetini hatırlarız. Kaşını, gözünü, boyunu, posunu değil.
Maalesef böyle bir yanlışlıklar da girdi. Bid’atlar sokuldu.
İmâm Gazâlî Hazretleri;
“Kâfir, fâsık ve gafil insanlarla zâhirî beraberlik, zamanla zihnî beraberlik getirir. O da kalbi felâkete uğratır.” buyuruyor.
DİĞER SORULAR
- PEYGAMBERİMİZ NE ÖĞRETTİ, NASIL ÖĞRETTİ, NE HÂSIL ETTİ?
- MÂNEVİ İSTİKAMET NASIL MUHAFAZA EDİLİR?
- İSLAMİYET YERİNE NEDEN ATEİZMİ SEÇİYORLAR?
- İSLAM’I ANLAYIP YAŞAMAK İÇİN SÜNNETE GEREK VAR MI KURAN YETER Mİ?
- TASAVUF İLE İLGİLİ BİLİNMESİ GEREKEN HUSUSLAR
- KOMÜNİZM, KAPİTALİZM VE İSLAM’IN MÜLK ANLAYIŞI
- GERÇEK “FETİH” NEDİR? İSLÂM’DA CİHÂDIN GERÇEK MÂHİYETİ NEDİR?
- MEVLANA HAZRETLERİ'NİN GECE ARADIĞI ADAM