Terör ve İslam Bir Arada Olmaz

İslâm, insanın ihyâsıdır. İslâm’ın yüce yapısından doğan bütün duygular, gerçek mânâda en zarif ve en insânî duygulardır. Hâl böyleyken bir kısım İslâm düşmanları, yüce İslâm’ı günümüz fecaatlerinden biri olan “terör” kelimesiyle beraber anmaktadırlar. Oysa terör ve anarşi, kalpsizlik üzerine kurulmuştur ve onlara aslâ güzel ahlâk gibi ulvî hisler lâzım değildir. İslâm ise, doğduğu günden itibâren, her türlü terör ve anarşiye karşı çıkmış ve dâimâ kul hakkına riâyeti esas almıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizʼin 23 senelik nübüvvet hayatı da; insana, hayvana ve nebâta karşı işlenen terörle mücâdele içinde geçmiştir…

Emsalsiz örnek şahsiyetimiz Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashâbına bir gün:

“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz merhametliyiz.” dediler.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, (evet) bütün mahlûkâta şâmil merhamet!..”(Hâkim, IV, 185/7310)

Yani Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şefkat ve merhameti, cihanşümûl bir vasfa sahipti. Zira O’nun mübârek gönlü, bütün mahlûkâta Hâlık’ın nazarıyla bakış tarzı kazanmıştı.

DÜŞMANINA BİLE MERHAMET

Bunun içindir ki O, düşmanına bile merhametle bakabilen bir ruh asâletine sahipti. Nitekim Bedir Gazvesi’nde ordular karşı karşıya gelmiş, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, savaş yapmadan anlaşmak için müşriklere elçiler göndererek son îkazlarını yapmaktaydı. Bu esnâda Hakîm bin Hizâm’ın da aralarında bulunduğu bâzı müşrikler, müslümanların havuzundan su içmeye geldiler. Müslümanlar onlara mânî olmak istedikleri zaman Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bırakınız içsinler!” buyurdu. Gelip içtiler. Daha sonra ise Hakîm hâriç bu müşriklerin hepsi, kılıç çektikleri İslâm ordusu tarafından öldürüldü. Hakîm ise ileride hidâyetle şereflenecekti. (İbn-i Hişâm, II, 261.)

Yine müslümanlara yıllarca her türlü zulmü revâ gören Mekke müşrikleri açlık ve kıtlığa mâruz kaldıklarında Rahmet Peygamberi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara erzak göndermişti. Böylece vaktiyle ambargo uygulayıp kendilerini açlıktan ölüme terk etmiş olanlara, İslâm’ın ne kadar yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu tebliğ etmişti.

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her fırsatta Ya­ra­tan’­dan ötürü ya­ra­tı­lan­la­ra şef­kat, mer­ha­met, ne­zâ­ket ve bilhassa gönül kırmama ve kimseden incinmeme hassâsiyetini telkin ediyordu. Bu sâyede kalpler inceliyor, nezâket ve zarâfet zirveleşiyor, İslâm’ın güler yüzünü temsîl edecek bir gönül kıvâmı inşâ ediliyordu.

HAYVANLARA MERHAMETİ

Hattâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayvanların bile bakımı ve temizliği hususunda pek çok tavsiyelerde bulunuyor, bilhassa koyun ve keçilerin üzerindeki kir ve tozların temizlenmesini istiyordu. (Heysemî, IV, 66-67.)

Bir yılan veya zararlı bir hayvan öldürüleceği zaman bile ona eziyet edilmeden, tek vuruşta öldürülmesini emrediyordu.

Sahâbeden Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve, yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sahiplerine şöyle dedi:

“–Eğer Allah Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetleri affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah Teâlâ bu konuşamayan hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir arâziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsâade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir koyunu sağmakta olan bir şahsa rastlamıştı. Ona:

“–Ey filân! Hayvanı sağdığında yav­rusu için de süt bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196)

Sevâde bin Rebî-radıyallâhu anh- şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp kendisinden bir şeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da bana şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbıyla Mekke’ye giderken yolları üstünde kıvrılmış uyuyan bir ceylana rastladılar. Âlemlere Rahmet Efendimiz, ashâbından bir şahsa, herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ettirmemesini emretti. (Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78.)

On bin kişilik orduyla Mekke fethine gidilirken de, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görüldü. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbından Cuayl bin Sürâka -radıyallâhu anh-’ı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi dikti. Onların İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi hususunda tembihte bulundu. (Vâkıdî, II, 804.)

Bir ara Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ateşe verilmiş bir karınca yuvası gördü. Bu hâli kabullenemedi; karıncaların yanık yuvası, onun rakik kalbini dehşete sevk etti. Büyük bir teessürle:

“Kim yaktı bunu?! Ateşle azap vermek sadece ateşin Rabbine mahsustur.” buyurdu. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd 112/2675, Edeb 163-164/5268.)

YANLIŞI UYARIRKEN BİLE ŞEFKATİ

YinePeygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü. Yanındakilere:

«–O bedevîyi bana getirin, ancak ona yumuşak davranın, onu korkutmayın!» buyurdu.

Bedevî yanına geldiğinde nâzik bir üslûpla:

«–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!» buyurdu.(İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Beyrut 1417, VI, 378)

Yaş bir dalın bile gereksiz yere kırılmasına gönlü râzı olmayan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetini her fırsatta ve her şeye karşı nezâket, zarâfet, letâfet ve merhamete dâvet ediyordu.

Kaynak: Osman Nûri TOpbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -2

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.