Tevbe Etmek İçin Fırsat Ayı

Oruç

Ramazân-ı Şerîf, aynı zamanda güzel bir kulluk terbiyesidir. Allâh’a samîmî bir gönülle kul olamayanlar, neticede kula kul olmak gibi kötü bir âkıbete dûçâr olurlar. Bu hâl ise insanlık haysiyet ve şerefine yazık etmektir.

Muhammed İkbal, Allah’tan uzaklaşıp kullara kul olmanın zavallılığını şöyle ifade eder:

Ben bir köpeğin bile diğer bir köpeğin önünde eğildiğini görmedim.

İşte Ramazan’ı lâyıkıyla idrâk ve ihyâ edebilmek, tevhîd’in hakîkatinde derinleşerek yalnızca “Hakk’a kulluk” şuurunu yaşamaya bağlıdır. Bunun için de mânevî bir lutuf mevsimi olan Ramazân-ı Şerîf’te bilhassa rûhâniyetimizi seviyelendirmeye gayret etmemiz îcâb eder.

Bu hususta yeğâne geçer akçe de “ihlâs”tır. İbâdetlerin kemâlini artıran; kalp temizliği, niyet berraklığı ve samîmiyettir. Nefsânî menfaat düşüncelerinin karıştığı, Hak rızâsından gayrı gâyelerin ortak edildiği ibâdetlerden bir hayır umulamaz.

SANA ORUÇTAN GERİYE NE KALIYOR?

Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kılanlar vardır ki namazlarından kendilerine kalan, yalnız uykusuzluktur.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 21)

Zîrâ Allah rızâsına ulaştırmayan ve âhirette saâdet sermâyesi kılınmayan ameller, ebedî istikbâlin tehlikeye atılmasıdır. Âhiret yolculuğuna azıksız çıkmak ise, en büyük hüsran sebebidir. İhlâs ve huşû ile îfâ edilmeyen ibâdetler, âhirette kulun eli boş kalmasına sebebiyet verir.

Büyük bir kazanç mevsimi olan Ramazan’da yapılan ibâdetler de bu aya mahsus bir alışkanlık veya geleneğin îcâbı olarak değil, Cenâb-ı Hakk’a samîmî bir kulluk şuuruyla îfâ edilmelidir.

Aksi hâlde ibâdetlerin rûhâniyeti kaybolur; tutulan oruçlar bir perhiz; sür’atle kılınan terâvihler ise bir hazım vâsıtası olmaktan öteye geçemez.

Hâlbuki, bilhassa bu feyizli gün ve gecelerde ibâdetlere daha büyük bir titizlik göstermek gerekir. Namazları, Rabb'imizle müstesnâ bir mülâkat vasfında kılmak îcâb eder. Zîrâ gerçek mânâda kılınan bir namaz; kişinin kusur, acziyet ve hiçliğini îtirâf ile maddî-mânevî bütün ihtiyaçlarını Hak Teâlâ’ya arz etmesidir.

YALVARMIYORSAN DEĞERİN DAHA AZ

Namazın tam ve makbul olması için, erkekler tarafından cemaatle kılınması da Allah Rasûlü’nün mühim bir tavsiyesidir. Zîrâ cemaat hâlindeki mü’minlerin duygu derinliği artar.

Nitekim Fâtiha Sûresi’nde hep tekrarladığımız; “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz.” niyâzı da mü’minlere cemaat şuurunu telkin eder.

İbâdetlerin özü olan duâ da kulun benliğinden sıyrılarak Rabb'ine sığınmasıdır. Allâh ile kul arasında en mühim bir mânnevî bağ durumundadır. Bu bağı koparanlar, Hak katındaki değerlerini de zâyi etmiş olurlar. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

(Rasûlüm!) De ki: Sizin (kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?!..” (el-Furkân, 77)

RAMAZANDA SEHERLERİ DAHA İYİ DEĞERLENDİR

Öte yandan sahurlar da mü’minlere bir bakıma seher vaktinin feyzinden istifade yönünde bir mânevî terbiye zamanıdır. Seher vakitleri, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına husûsî dâvet anlarıdır. Kulun, Rabbinden gelen bu dâveti nîmet bilmesi ve teşekkürlerle karşılaması îcâb eder. Âyet-i kerîmede;

seherlerde istiğfâr edenler” (Âl-i İmrân, 17) medhedilmektedir.

Hak dostlarının ganîmet bildikleri seher vakitleri, duâ ve ilticâların en çok kabûl edildiği zamanlardandır. Muhammed İkbal der ki:

Dünyâyı örten semâ kubbesinin dışına bir yol buldum ki oradan seher vakti «Âh!..» eden insanların niyâzı, düşünceden de hızlı bir şekilde Allâh’a doğru uçar, vuslata doğru mesâfe alır.

RAMAZAN'DA SEHERLERİN BEREKETİ

Seher vakitlerinde ibâdet ve tazarrû ile meşgul olmak, gönle apayrı sır ve hikmet ufukları açar. Bu hususta Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

Geceleri uyan ve Hakk’a yürü! Çünkü gece, senin için sırlar yurduna rehberlik eder. Herkes uyurken ilâhî aşk sırları, mânâ zevkleri gönlüne bereketli bir yağmur gibi yağar. Çünkü geceleyin gönül pencereleri açılır, ötelerden nasipler gelir. Lâkin bu hâller, yabancıların gözlerinden gizlenir.

Yine bu mübârek ayda, bol bol zikrullâh ile meşgûl olarak, alıp verdiğimiz nefeslerimizi dahî mânen arındırmamız îcâb eder.

İşte evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş vesîlesi olan Ramazân-ı Şerîf’ten lâyıkıyla istifâde için, ibâdetlerimizi ihlâs ve samîmiyetle îfâ etmek ve gücümüz nisbbetinde bunları çoğaltmak îcâb eder. Zîrâ bu kazanç mevsimindeki ameller, âhiret yolculuğumuzun belki de en kıymetli azığı olacaktır. Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

Mü’min öldüğü zaman, namazı başucunda, zekâtı sağında, orucu solunda bulur.” (Bkz. Heysemî, III, 51) buyurarak ibâdetlerimizin kabrimizde bize yoldaş olacağını haber vermiştir.

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- de şöyle buyurrur:

(Kabir ve âhiret) yolculuğunuzun nasıl olmasını arzu ediyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapın!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet ki, Erkam Yayınları