Unutmayalım ki İslâm, “Cenâb-ı Hakk’a kısmen değil tam teslîm olmak”tır. Dolayısıyla müslüman, İslâmʼın kâidelerini hayatının hiçbir safhasında bir kenarda unutmamalıdır.
“–Şimdi Cenâb-ı Hakk’ın emrini yerine getirirsem; şu dünyevî menfaatim ne olacak?..” gibi nefsânî kuruntuları bir tarafa bırakmalı ve her hâlükârda;
“–Benim için mühim olan nefsimin değil, Sen’in hükmündür yâ Rabbi! İşittim ve itaat ettim!” demelidir.
Aksi takdirde şu ilâhî tehdidin muhâtabı olmaktan sakınmalıdır:
“(Rasûlʼüm!) De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allahʼtan, Rasûlʼünden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola erdirmez.” (et-Tevbe, 24)
TEVBE SURESİ 24. AYET TEFSİRİ
Âyette bahsedilen kişiler ve varlıklar her insanın fıtrî olarak sevdiği ve gönül bağladığı şeylerdir. Bu hususla alakalı olarak bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah yanındadır.” (Âl-i İmran 3/14)
Bu bakımdan bizden istenen, sayılan bu unsurları hiç sevmemek değil, onlara duyulan sevginin Allah ve Resûlullah sevgisinin üzerine çıkmamasıdır. Dolayısıyla buradaki “sevgi”den maksat iradeye bağlı olan sevgidir. Yani Allah ve Rasûlü’nün emirlerini devamlı olarak yerine getirme ve onları hiç terk etmeme neticesini hâsıl edecek bir sevgidir. Az önce temas edildiği gibi insanda bulunan fıtrî sevgi değildir. O halde âyet, Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dinî vecibelerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü muhabbet ve münâsebetten uzak durmayı emretmektedir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Hiçbiriniz, ben kendisine malından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70)
Hadiste geçen imandan maksat “kâmil iman”, sevgiden maksat da ihtiyârî sevgidir.
Efendimiz cihatla alakalı olarak da şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki şeytan Âdemoğluna karşı üç yerde pusu kurmuştur. O, İslâm’a giden yolda oturur ve ona: «Niçin kendi dinini ve atalarının dinini bırakıyorsun?» der. Kişi onun sözünü dinlemeyerek İslâm’a girer. Yine şeytan hicrete giden yolda oturur ve ona: «Malını ve aileni mi bırakacaksın» der. Kişi onun aldatmasına kanmayarak hicret eder. Hicret ettikten sonra ise bu sefer cihada giden yolda oturur ve ona: «Sen cihad edeceksin ve öldürüleceksin. Hanımını başkası nikahlayacak, malın ise paylaştırılacak» der. Eğer kişi bu hususta da ona aldırmayıp cihad ederse, Allah onu mutlaka cennete konduracaktır.” (Nesâî, Cihad 19)
Hâsılı bir mü’min için hiçbir dünyevi menfaat ve maksat Allah ve Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihattan daha ehemmiyetli, kıymetli ve cazip olmamalıdır. Ayrıca âyetlerin mesajı, İslâm toplumunu kuvvetlendirme ve mü’minler arasındaki tesânüdü artırma hedefinin diğer bütün beşeri ilişkilerden önde gelmesi gerektiğini gösterir. Bu hususta mü’minler Allah Teâlâ’nın yardımına güvenerek çalışmalı, fakat nefsin aldatmalarına karşı da uyanık olmalıdırlar. (Tefsir: Prof. Dr. Ömer Çelik)
Kaynak: osmannuritopbas.com