Tevbe Suresi 27. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Tevbe Suresi 27. ayeti ne anlatıyor? Tevbe Suresi 27. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Tevbe Suresi 27. Ayetinin Arapçası:
ثُمَّ يَتُوبُ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Tevbe Suresi 27. Ayetinin Meali (Anlamı):
Sonra Allah, bu olup bitenin ardından dilediği kimsenin tevbesini kabul buyurur, dilediğine hidâyet lutfeder. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Tevbe Suresi 27. Ayetinin Tefsiri:
Allah
Resûlü (s.a.s.), Mekke’nin fethinden sonra Sadece Kâbe’deki putları yıkmakla
kalmamış, civar bölgelere de mücâhit gruplar gönderip her tarafta bir tevhîd
temizliği başlatmıştı. Ancak bu durumu, Huneyn’de yaşayan Hevâzin kabîlesi ile
Tâif’te oturan Sakîfoğulları hazmedemediler. Müslümanların üzerine hücûm etmeye
karar verdiler. Bunun için büyük bir ordu hazırladılar. Bir ölüm-kalım savaşına
çıkmışçasına her şeylerini beraberlerine aldılar. (İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 65; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 150)
Durumdan
haberdâr olan Resûl-i Ekrem (s.a.s.), ordusuna Mekke’den iki bin kişi daha
katarak onların üzerine yürüdü. İslâm ordusu her bakımdan mükemmeldi. Göz
kamaştırıcı bir ihtişamla Huneyn’e doğru ilerliyordu. Herkes, şimdiye dek böyle
techîzat ve teşkîlâtlı kalabalık bir ordunun Arabistan’da görülmediğini
düşünüyordu. Bu durum, ashâb-ı kirâmın gönlünü bir an gurûra sevk edip: “Böyle
bir ordu aslâ yenilmez!” diyerek düşmanı küçümsemelerine ve maddî güce rağbetle
gâlibiyete mutlak gözüyle bakmalarına sebep oldu. İşte bu bir anlık gurur ve
ucub, müslümanların ilâhî imtihâna tâbî tutulmalarına sebebiyet verdi:
İslâm
ordusunun öncü kuvvetleri, Huneyn’e girilen dar yollarda kendilerinden emîn bir
şekilde ilerlerken, sabahın alacakaranlığında âniden pusuya düşürüldüler. Büyük
bir panik zuhûr etti. müslümanlar, üzerlerine yağmur gibi yağan oklar
karşısında durakladılar. İslâm ordusunda, tereddüt ve telâş dolu bir
dağınıklık ve bozulma baş gösterdi. Bu, arkadan gelenlere de sirâyet edince,
müslüman safları çözülüp geriledi. Hevâzin ve Sakîf kabîleleri de onları tâkibe
koyuldu.
O
dehşetli hengâmede yerinden ayrılmayan, sürekli olarak düşmanın üzerine yürüyen
ve bindiği hayvanı dâimâ ileri sürerek kendisini düşmanın ortasına atan yalnız Allah
Resûlü (s.a.s.) oldu. O gün Efendimiz, eşsiz bir cesâret ve şecaat nümûnesi
sergiledi. Hattâ amcası Hz. Abbâs ve Ebû Süfyân b. Hâris, onun mübârek cânının
tehlikeye düşmemesi için hayvanının dizginini tutmuşlar, daha fazla
ilerlemesine mânî olmaya çalışıyorlardı. (Müslim, Cihâd 76)
Diğer
taraftan, İslâm ordusunun karışıklığı devam ediyordu. Aralarında “Bugün sihir
bozuldu” diye feryâd edenlerden; “Bu bozgunluğun arkası denize kadar alınamaz!”
diyenlere kadar birçok ye’se kapılanlar vardı. Mekkelilerden bâzılarının
arasından da: “Peygamber öldü. Araplar eski dinlerine dönecekler!” diye
şâyialar duyuluyordu. Oysa Peygamberimiz (s.a.s.) sağ idi ve düşmana mukâvemet
göstererek hayvanının üzerinde dimdik durmaktaydı. Allah’a tevekkül ve teslîmiyet
hâlinde ashâbına şöyle sesleniyordu:
“–Ey Ensâr! Ey Muhâcirler! Ey Allah’ın kulları! Buraya geliniz!
Ben Allah’ın kulu ve peygamberiyim!..”
Sonra
gür sesli olan amcası Hz. Abbâs’a işaret buyurarak, İslâm ordusuna seslenmeye devam
etmesini istedi. Abbâs (r.a.)’ın yüksek sesle: “Ey Akabe’de bey’at edenler! Ey
Rıdvân ağacı altında söz verenler! Koşun, Allah’ın Resûlü burada!..” diyerek
seslenmeye başladı. Nidayı duyan sahâbe-i kirâm Efendimiz’in yanına koştu.
Böylece Peygamberimiz’in yanında saf tutmaya başlayan mü’min gönüller, içine
düştükleri korkudan sıyrılarak huzur ve sükûnete erdi. Yavaş yavaş Allah’ın
lutfuyla bütün İslâm safları derlenip toparlandı. Bundan sonra Allah Resûlü (s.a.s.),
ellerini yüce dergâha açıp:
“Allahım! Bana olan zafer va‘dini ihsân buyur!” niyâzında
bulundu.
Tıpkı
Bedir savaşındaki gibi yerden mübârek elleriyle bir avuç toprak alarak düşman
saflarına doğru attı ve ashâb-ı güzîne:
“–Haydi şimdi tam bir samimiyet ve gayret içinde hücûm edin!” buyurdu.
(Müslim, Cihâd, 76-81; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 157, V, 286; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 72; Vâkıdî, el-Meğâzî, III, 897-899)
Bu
defâ İslâm ordusu, savaş yeni başlarcasına bir hızla müşriklerin üzerine
saldırdı. Yaptıkları şiddetli hücûm ve hamlelerle kısa zamanda düşmanı perişan
edip hüsrâna uğrattılar. Sadece dört şehîd verilmiş, buna karşılık
müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştü. Düşman öyle mağlûb edilmişti ki, onların
savaş meydanına getirdikleri her şey müslümanlara kalmıştı. Ele geçen ganimetin
hadd ü hesâbı yoktu. (İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 79)
Şüphesiz
ki bu hâl, yüce Allah’ın mü’minlere nasîb buyurduğu büyük bir lutfu ve ikrâmı
idi. Çünkü onlar, başlangıçta yenilmiş durumda iken netîcede Resûlullah (s.a.s.)’in
şecaat, cesâret, îtidal ve Cenâb-ı Hakk’a gönülden ilticâ ve niyâzıyla zafere
nâil olmuşlardı.
Nitekim
o gün müşrik saflarında olup da sonradan iman edenler, Allah Teâlâ’nın
mü’minlere olan bu yardımını ifade sadedinde, kendilerine, o âna kadar hiç
görmedikleri kimselerin hücumda bulunduklarını hayretle îtirâf etmişlerdir. (Ahmed
b. Hanbel, Müsned, V, 286; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid,
VI, 182-183; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 79)
Huneyn
savaşının ardından, Sakîf kabilesinin reisi ve 1düşman ordularının başkumandanı
Mâlik b. Avf en-Nadrî ile birlikte daha pek çokları müslüman oldu. Allah onlara
küfürden dönüp doğru yolu bulma nimetini lütfetti. müslüman olmayıp şirk içinde
kalanlarla ilgili ise, onların Mescid-i Haram’a yaklaşmalarını yasaklayan yeni
hükümler indi:
Tevbe Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Tevbe Suresi 27. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR